HÜSEYİN ODABAŞI
Bu günlerde İsrail Gazze’ye girdi. Gazze'ye girmek Gazze’de yaşayan Araplardan ötürü bütün Arap alemini baskı altına almak, onlara savaş ilan etmek, bütün Arapların da sesini kesmek demektir. Arapların yaşadığı Gazze'ye giren İsrail karşısında kısmen de olsa bütün Araplar mağluptur.
Fakat Gazze’deki dinimizin mübarek saydığı Mescit-i Aksa’dan dolayı bu işgal ve istila karşısında sadece Araplar değil bütün Müslümanlar da mağluptur. Bu bakımdan Gazze’nin istila edilerek masum insanların başına dünyalarının yıkılmalarından ötürü dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın bütün Müslümanlar da mustariptir, mağluptur ve üzüntü içeresindedir. Çünkü Kudüs'teki Mescit –i Aksa üç kutsal mescitten biri olmakla kendisini Müslüman görenler açısından önemli bir semboldür. Kabe’den önce namaz kılarken yöneldiğimiz kıblemizdir.
Berâ bin zib (r.a) şöyle demiştir: “Resulullah(sav) ile birlikte on altı veya on yedi ay kadar Beyti'l Makdis’e doğru namaz kıldık. Sonra Kâbe’ye döndürüldük.” (Müslim, 525)
Ebu Zer (r.a) şöyle dedi: “Ya Resulallah! Yeryüzünde ilk kurulan mescit hangisidir?” dedim. “Mescit-i Haramdır” buyurdu. “Sonra hangisidir?” diye sordum. O, “Mescit-i Aksa’dır” buyurdu. “Bunların arasında ne kadar zaman vardır?” dedim. “Kırk yıl vardır” buyurdu. (Müslim, Mesacid, 2)
Ebu Hüreyre (r.a), Resulullah'ın(sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Üç mescit dışında hiçbir mescidi ziyaret için yola çıkılmaz. Benim bu mescidim, Mescit-i Haram ve Mescit-i Aksa.” (Müslim, Hac, 511)
Ayrıca Mescit-i Aksa'sıyla beraber Kudüs (Kubbetü's-Sahre) Hz. Ömer’in yadigarıdır. Kudüs’teki Beytü’l Maktis Peygamberimizin(sav) Miraca çıkmadan önce bütün peygamberlere namaz kıldırdığı mübarek bir mescittir. Çünkü Mescit- i Aksa’daki muallak taşına basarak Peygamberimiz(sav) Miraca yükseldi. Bu açıdan bakıldığında Gazze üzerinden yaşadığımız bu işgal bütün Müslümanlarda Osmanlıdan sonra yaşanan derbederliğin henüz sona ermediğinin işareti ve remzidir. Alem-i İslam'daki bu işgallerin, istilaların bir çaresi çözümü yok mudur? Asırlarca süren bu derbederliğin bir çaresi olmalı değil mi? Çoluk çocuk demeden yapılan bu kıyımlara bir dur diyecek yok mudur? Namık Kemal gibi haykırası, inleyesi geliyor insanın:
“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yoğ imiş kurtaracak bahtı kara maderini” (Vatan Mersiyesi). Ne acı bir inleyiş bu!
Bu inleyen mısralardan sonra, bir sağına bir de soluna bakan koca şair zülm kalasını kendinden başka kimsenin yıkmasının mümkün olmadığını anlar ve kükrer. Çünkü iş başa düşmüştür:
“Zalim olsa ne rütbe bi-perva (zalim ne kadar pervasız olursa olsun) yine bünyad-ı zulmü (zulmün binasını) biz yıkarız,
Merkez-i hâke (yerin, dünyanın merkezine) atsalar da bizi küre-i arzı (yer küresini) patlatır çıkarız.” (Kıtalar)
Evet Osmanlı toplumu vatanlarını kaybederken Namık Kemal’in gürleyen bu sesinin üzerinden en az bir asır geçti. Ve şu an Orta çağ gibi zifiri bir karanlık yaşıyoruz.
“Müslümanların bağrına düşman dayasın hançerini,
Elbette vardır din ve namusumuzun kurtaracak baht ı kara maderini” diyen yiğitlere ne oldu? Karşı bayıra gömülen yiğitlerden bir haber var mı?
“Bir yiğit vardı gömdüler şu karşı bayıra...
Arkadan kefenini, gömleğini soydular.
“Aman kalkar!” deyip üstüne taşlar koydular,
Bir yiğit vardı; gömdüler şu karşı bayıra.” (Fetullah Gülen, Millet Ruhu)
Yiğitler karşı bayırlara gömüldükten itibaren bütün Müslümanlar olarak bugün aslında tam da hadislerde anlatılan “vehn” korkaklığını, himmetsizliğini, dağınıklığını ve hamiyetsizliğini yaşıyoruz:
“Hz. Sevban (ra. anh) anlatıyor. Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki:
“Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşecekler.” Bunun üzerine sahabeler şaşkınlıkla sorarlar:
“Ya Resulullah, o gün sayımız çok mu az olacak?” Efendimiz (s.a.v): “Hayır” der. “Bilakis, o gün sayınız çok olacak. Fakat siz -çokluğunuz- bir akıntıya taşınan çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de “vehn” verecek.”
Bunun üzerine sahabelerden biri sorar: “Vehn nedir ya Resulullah?..”
O da buyurdu ki: “Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek, ondan nefret etmek.” (Süneni Ebû Davut: 4/111, hn. 4297; Müsnedi Ahmed: 5/278, hn. 22450)
Bugün iç içe yaşadığımız bu kuşatmaların kaldırılabilmesi için dünyayı aşmış Ömerlere Selahaddinlere ne kadar da ihtiyaç var. Haçlılar (Birinci haçlı seferleri) Kudüs'e kadar gelip Frederikleriyle oluk oluk kan akıttıklarında O dönemde Nurettin Zengiler , Selahattin’ler...vardı. Halkın ümit besleyeceği büyük ve dev insanlar, yiğitler vardı. Fakat şimdi Müslümanların kara maderini kurtaracak Selahaddin çapında idarecilere, kahramanlara sahip bulunmuyoruz. O dönemin Müslümanlarında da sorun vardı. Birkaç parça birkaç devlete ayrılmışlardı. Fakat günümüzde sadece Müslümanlarda değil Müslümanlığımızda da sorunlar var. İnanma sorunu var. Nifak ve münafıklık genel ahlakımız haline geldi. Ahde hürmet aramızdan kalktı. Yalan rayiç hale geldi. İçimizde sünneti seniye babında Peygamberimiz(sav) yok. Halbuki Kuran “Ey Muhammet sen onların içinde olduğun müddetçe azap edici değilim” demişti:
“Sen içlerinde oldukça Allah onlara azap etmez, tövbe edip dururken de Allah onlara yine azap etmeyecektir. (Enfal, 75)
O zaman Osmanlı devletinden sonra bağı kopmuş tesbih taneleri gibi savrulan Müslümanların onulmaz yaraları, işgalleri, karmaşalar ve fitneleri karşısında nasıl bir yol izlemeli nasıl bir çıkış yolu takip etmeliydik?
Müslümanların başındaki bunca badireleri atlatabilmeleri için önce hasar tespiti, durum tespiti gerekirdi. Nerelerde ve nereye kadar hasar olduysa oradan başlamalıydık. Mesela 10 basamaklı bir merdivenin sadece 3 basamağı kaldıysa tamir 7. basamaktan değil 3. basamaktan olmalıdır. Mesela Müslümanların iman, ahlak fazilet, ibadet, itaat ve kardeşlik gibi duyguları tam ve mükemmel olsa sadece iş devlet kurumlarını düzeltmeyle halledilse devlet çapında Ömer Bin Abdülaziz gibi bir ıslahla durumu kurtarmak mümkün olurdu. Fakat, ama kurt gövdeye girdiyse, müminler ahirete inanmıyor, sıfatlarıyla bir bütün Allah’a güvenmiyor ve işledikleri günahlardan nedamet duymaz hale geldilerse o zaman işe iman esaslarını tamirden ve İslam'ın şartlarını imardan başlamak gerekirdi.
Bediüzzaman Hazretleri de “zaman imanı kurtarmak zamanı” diyerek bunu yaptı. Yani Kudüs'ten önce Müslümanlığımızı savunmamız gerekir. Mescit-i Aksa secde edenlerin kıblesiydi. Mescit-i Aksa’ya varmadan alnımız secdeye varmalıdır. Kudüs'e yürümeden Allah’a yürümeliyiz. Tetik çekmeden tesbih çekmeliyiz.
Osmanlı devleti düşmesin Müslümanların mukaddesatını koruyan bir devletleri olsun diye Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri senelerce cephelerde at üstünde Süvari Alay Komutanı olarak çarpıştı, mücadele etti hayatını ortaya koydu ve esir düştü. Daha sonra Kuranı koruyan surları hükmündeki Osmanlı devleti tarih sahnesinden silinince Üstadımız Müslümanların yaşadığı hali de göz önünde bulundurarak bir durum tespitinde bulundu.
“Kılıç kınına girdi. Medenilere galebe ikna iledir.”
Bu şu demekti; Osmanlı Devleti'nin sona ermesiyle halihazırda yaşayan Müslümanlar için olmasa da Müslümanlık devletsiz kaldı. Bu nedenle Müslümanlığın devlete teeddüp eden kılıç kullanıp düşmanlarla çarpışmak gibi vazife ve görevleri Müslümanların üzerinden sakıt oldu, düştü. Müslümanların yaşadığı devletler vardır fakat Müslümanlığın (İslamiyet'in) devleti yoktur. Dolaysıyla devlet eliyle yapılması gereken iş, görev ve vazifelerle Müslümanlar mükellef değiller. Dolayısıyla geriye ikna, ilim, diyalog ve müspet hareket kaldı.
Çağı, zamanı böyle Bediüzzaman gibi okumayıp da elinde kılıç bulundurmak isteyen grup, cemaat ve cemiyetlerin terörü tahrik ettiler ve zalim devletlerin ekmeğine yağ sürdüler. Olan başka değil bu oldu. Müslümanlığın dırahşan çehresi lekelendi. Fakat çağı zamanı okumak her kula nasip değildir.
Evet Kudüs'ü şimdi nasıl savunalım, müdafaasını nasıl yapalım? İkna, kültür, dua, iman, ilim ve anlatmaktan başka silahı olmayanlar bizler için bu konu zor bir konudur. Bu bakımdan her ikna, Rabbe gönderilen her dua, akıtılan her gözyaşı, dinimize yapılan her katkı aslında Müslümanlığın ete kemiğe bürünmüş hali olan Mescid -i Aksa'yı koruma ve savunma hamlesidir.