RAMAZAN F. GÜZEL - TR724.COM
Bir yılı aşkın süredir iddianamesi hazırlanmadan tutuklu ‘alıkonulan’ Osman Kavala’nın yönetim kurulu başkanı olduğu Anadolu Kültür’e yönelik dün 4 ilde operasyon yapıldı. Aralarında Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Betül Tanbay, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Turgut Tarhanlı gibi önemli öğretim üyelerinin de bulunduğu 20 kişi hakkında gözaltı işlemi yapıldı. Gece yarısına doğru, şafak vakti evlerinden baskınla alınan akademisyenleden 3’ü serbebest bırakıldı.
Şok etkisi yapan operasyon, akıllara yine ‘sustukça sıra herkese geliyor’ sözünü getirdi. Bu isimler daha önceden “Sivil Toplum Kuruluşları andıcında fişlenmişti. Gezi eylemleri esnasında da aynı kişilerin mimlenmiş olması, “Eylem Planları”nın zamana yayılarak uygulanmaya devam ettiğini gösteriyor. AB ile yeni bir görüşme hazırlığı konuşulurken böyle bir operasyonun yapılması, Hükümeti tamamen Batı’dan koparmak isteyen Avrasyacıların bir çıkışı olarak da yorumlanıyor. Bu işin sonunun nereye varacağı merak konusu. Nereye varacağını anlamak için, nereden geldiğine bakmak lazım sanırım.. O zaman buyrun.
BAŞYARGIÇLI SİSTEMDE ADIM ADIM GİDİŞ
Bir önceki yazımızda (Hitler Almanyası yetkileri hayalleri yolundaki) “Ein volk, ein reich” (Tek ırk, tek devlet)’in “ein führer” (tek lider) etrafında kenetlenmesini ve bu tek liderin zamanla herşeyin teki ve dolayısıyla da “Oberster Gerichtsherr” (Ülkenin Başyargıcı)’na dönüşmesini yazmıştık.
Böyle dönemlerde “özel yetkili” “Halk Mahkemeleri” (Volksgerichtshof) ve Sondergericht Mahkemeleri (yani günümüz Türkiye’sinin özel yetkili ağır ceza mahkemeleri ve Sulh ceza hakimlikleri ile) Lider’den alınan işaretlerle yargı –hukuk ve yasalardan bağımsız olarak- “Sağlıklı milli şuur” kriteri ile hareket eden yargının fotoğrafını çekmiştik. İşte bu yargı; iktidarını tehdit eden, dolayısıyla milli kabul edilmeyen her kişiyi, -ceza kanununa göre bir suç işlememiş olsa bile- cezalandırılabiliyor artık. Yani bu yeni yargıçlar, (milli şuur kriterine göre Bylock, dernek üyeliği vs bahane ederek) istediği kişiyi gayri-milli ilan ederek cezalandırabiliyorlar.
Bu noktaya bir anda gelmedik; hamasi ifadelere, avanta vaatlerine kanan halkın desteği yanında, bu halkın içinden yetişmiş olan (bu sütün kaymağı) münevver kesimi ve bürokrasisi de buna çanak tuttu. Her diktatörlükler yargıya önem verir, önce onların kendilerine boyun eğmesini isterler. Kendisine engel çıkarmayan yargı bir manivela, bir sopa gibidir artık, bununla istediğini terbiye eder.
Bu süreçte, önce birileri şeytanlaştırılır ve onları yargısıyla/ kolluk güçleriyle topyekün cezalandırılırken, halk da bu linç ülküsü etrafında ‘Tek Lider’in etrafında kenetlenir. Diğer kesimler ise ucu kendilerine dokunmasın diye kenara çekilirler, hatta –tepkiler kendilerine dönmesin diye- arada iki tekme, yumruk da onlar sallar. Halbuki bu, akıbetlerini değiştirmeyecektir. (Başına daha bir şey gelmediyse, sadece sırasının gelmemiş olmasındandır.)
MAĞDURLAR VE MAZNUNLAR YER DEĞİŞİYOR HABİRE!
Bu satırları kaleme almaya başladığım saatlerde son olarak Osman Kavili davasıyla ilgili olarak çok sayıda akademisyen gözaltına alınmaya başlanmıştı. Bu, sürpriz değildi, zira; “Bilgi Destek Daire Başkanlığı”nda görevli iken Dursun Çiçek, 2006 yılında hazırladığı “Sivil Toplum Kuruluşları Andıçında” bu kesimleri “ABD ve AB ülkeleri için çalışan düşman unsurlar” diye fişlemişti. Ergenekon davalarını çok iyi takip etmiş olan gazeteci Kamil Maman, “Şimdi bu fişlemeler tek tek operasyona dönüşüyor. Ama Ergenekon uydurmaydı değil mi?!” diye soruyordu Twitter’da, haklı olarak..
Bu fişlemeleri de Taraf köşe yazarı ve gazeteci Mehmet Baransu ortaya çıkarıp gündeme taşımıştı, hatta o haberde kendimi de görmüştüm. Bu haberlerden dolayı Baransu yıllardır içeride ve yüzlerce yıllık hapis cezaları istemleri ile yargılanmaya devam ediyor! Bu fişlemelerin baş kahramanı D. Çiçek ise bu tür hemen her davanın müştekisi, mağduru, müdahili, üst mehakimi, hatta PR’ı! Geçtiğimiz günlerde KRT TV’deki programda da açık açık, bütün adliyeleri dolaştığını, başsavcılara “şunu niye şöyle yapmıyorsunuz?!” filan diye ayar verdiğini övünerek itiraf etmişti.
Dursun Çiçek, bir önemli davada daha müşteki, mağdur olarak basına arzı endam etmişti. Hani 1. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan’ın astlarına: “..Artık acıma, bilmem ne yapma filan yok… Tepeleme var, başka bir şey yok.” diye özetlediği ve başta siyasi iktidar olmak üzere, bütün bir toplumun kafasına Balyoz indirmeyi düşündüğü Balyoz Darbe Planı davasında…
O davaları hatırlarsınız; muhtemel bir darbe sonrasında tutuklanmak üzere yüzbinlerce insan fişlenmiş, hedef alınmış ve önce karışıklık çıkarmak için planlar hazırlanmış ve akabinde yapılacak darbenin bütün detayları konuşulmuş… Normalde bu planı organize eden komite kademesi cezalandırılıp, astlar serbest bırakılması gerekirken Ergenekon vb de olduğu gibi, İktidar’ın müdahaleleri ile dosyalar sulandırılmış, sündürülmüş ve sonrasında davalar akim bırakılmıştı.
Başkan Erdoğan kartları tekrar kardı ve şimdi de yargılayanları, yargınanlara yargılatıyor ve orada D. Çiçek yine boy gösteriyor; Balyoz davası hakimi Ali Efendi Peksak’ın FETÖ’den yargılandığı davada.. Esas hakkındaki mütalaanın açıklandığı 23 Ekim tarihli duruşmada Savcı, eski Hakim Peksak için 15 yıla kadar hapis talep etmişti.
İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargınan sanık Peksak, Eski özel yetkili İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üye hakimiyken Balyoz davasında görev yapmakla meğer ne suçlar işlemişmiş:
“Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs”, “TBMM’yi ortadan kaldırmaya teşebbüs” ve “FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak”.. Bu suçlamalardan 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis ile 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapis istemiyle eski hakimin yargılandığı davada, Balyoz davasının sanıklarından CHP eski milletvekili emekli Albay Dursun Çiçek’ın ifadeleri ibretlik:
“Mütalaaya genel olarak katılıyorum. Sanığın zaman zaman başkanlığını da yaptığı heyette TSK’nın tasfiyeleri yapılarak 15 Temmuz FETÖ ayaklanmasının temel taşlarının döşendiği düşünüyorum. Babalık hakkımızı bile elimizden aldılar. Sadece dijital bir materyalde adım olduğu için tutukluluğumuzu devam ettirdiler. En ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum.”
Sanıkların, yargılayanların yer değiştirdiği (ileride nasıl bir kombinasyonun olacağının bilinmediği) yerde, Çiçek’in “Sadece dijital bir materyalde adım olduğu için tutukluluğumuzu devam ettirdiler” diye sitem edip, En ağır şekilde cezalandırılmasını” istediği hakim için eldeki tek delil ise Bylock isimli dijital bir uygulamaya bağlanmış olduğu iddiası! Absürtlüğün, trajedikomiğin dibi!.. Ve bu şekilde yüzbinlerce insan, ortada hiçbir somut delil olmadan, sadece bir cep telefonu uygulamasını telefonuna indirmiş olmakla yargılanıyor, en ağır cezaları alıyor.
MÜŞTEKİ- ŞÜPHELİ BECAYİŞİNDE SAVCI SARIKAYA VAKASI!
Van Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, eski savcı Ferhat Sarıkaya’ya “Şemdinli iddianamesi” nedeniyle geçen eylül ayında iddianame hazırlamasını gazeteler, “Müşteki ile şüpheli yer değiştirdi” manidar başlığı ile vermişlerdi. İddialar uçuşuyor yine:
“Kamu görevlisinin resmi belge sahteciliği, görevi kötüye kullanma, iftira, iftira nedeniyle mağdurun hürriyeti bağlayıcı ceza almasına neden olma”..
Erciş Savcılığı, iddianamesinde özetle, “Şemdinli iddianamesi” için eski savcı Sarıkaya’ya “eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt için delil uydurmuşsun” diyordu. İddianamede, o dönem Sarıkaya’nın “şüpheli” olarak tarif ettiği Büyükanıt için bu kez “müşteki” ifadesi kullanılırıken, Büyükanıt’ın Savcı Sarıkaya için sarfettiği ‘Son nefesimde bile affetmeyeceğim‘ sözleri akıllara geldi.
Evet, derinler affetmez, sadece zamanının gelmesini bekler.
Eski hesaplar bitmeyecek..
Bu operasyonlar son olmayacak, gittiği yere kadar gidecek. Artık alınacak hiç bir muhalif kalmayınca da bu sefer iktidar kanadındaki daha fanatikler, iktidarı daha az destekleyenleri içeri alacak.. sonra kendi kendisini yok edip bitecek.
KULLANIŞLILARI BİR BAŞKA KULLANIŞLI BERTARAF EDER
Biz böyle bir sürece nasıl geldik sahi?
Evet, sözün başında dedik, bu noktaya bir anda gelinmedi, her kesimden destekler oldu. “Değiştim, Milli Görüş gömleğimi çıkardım, demokrasiden yanayım” diyen ama aslında Siyasal İslamcı, İslamofaşist bir Tek Adam sultası kurmak isteyen kimselerin niyetini tam okuyamadıklarından… “Hedefe ulaşmak için gerekirse papaz elbisesi giyerim” ve “Demokrasi treninden, uygun bir durakta, vakti gelince inilir” diyenlerin maksadı tam anlaşılamadığından…
Başta Gülen Cemaati, Kürtler, Liberaller, eski solcular vs, bu gidişatı yeterince iyi okuyamadılar. O gizli İslamofaşistlerin varmak istedikleri hedefi tam analiz edemediler, onların bu desteklerini bir teşvik gören halk da bu harekete gönül rahatlığı ile kendisini kaptırdı ve zamanla da böyle bir hiserik kötülüğe ram oldu.
Bu süreçte değişik kesimler kendi kadrolarını açtı ve iktidarın hizmetine sundu.
Özellikle Ergenekon ve Balyoz davalarında Gülen Cemaati’ne yakın memurların hükümetçe kullanıldığı konuşuldu hep.. Özellikle de Ergenekon Davaları’na bakan hakim savcılar için denildi bu.. Fakat isnat edilen yargı mensupları, bunu hep reddettiler. Hatta son HSK kararında da ‘Buna dair bir somut verinin olmadığı, bu yargılamaların da bir yargı faaliyetinden ibaret olduğu’ ifade ediliyordu.
Ne gariptir ki, şimdi FETÖ iddiasıyla tutuklanan ‘Şemdinli Savcısı’ Ferhat Sarıkaya, itirafçı olduğu ifadesinde, kendisinin “Nur Cemaati’nin Yeni Asyacı kolundan olduğunu söylüyordu. Ama Cemaat’in temsilcileri de bunu reddetmişti. İsnatlar, itiraflar, redler havada uçuyor son yıllarda ve net bir kanıya varmak imkansız gibi…
80 YILLIK “OKUMUŞ DİNDAR” BİRİKİMİNİN BİTİRİLMESİ!
Yaklaşık aynı dönemlerde farklı okullarda okuduğumuz, şahsen tanışmadığım ‘Şemdinli Savcısı’ Ferhat Sarıkaya hakkında ve onun bağlamında yazacak, söylecek çok şeyler var, hatta ileride bu bir kitaba da dönüşebilir. Ama bir haber sitesinin yorum sayfasına sığacak kadar şimdilik şunları diyeyim:
– Ergenekon yargılanmaları esnasında cezaevinden çıkan D. Perinçek’in, “Kınından çıkmış kılıç gibiyiz, bütün tarikatlerin ve cemaatlerin kökünü kazıyacağız!” sözü fiilen gerçek oldu, hem de büyük oranda cemaatlerin ve tarikatlerin kendi elleri ile! Muhalif duran Gülen Cemaati gibi topluluklar; kurumları ellerinden alınarak, devletteki kadroları kazınarak, mallarına çökülen ve hapse atılan tabanı madden bitirilerek sıfırlanmış oldu..
Asıl sıfırlanma, bu sıfırlama sürecinde aktif rol oynayan yandaş tarikat ve cemaatler üzerinde oldu. Sağdan- soldan köşe yazarları bu acı gerçeği irdelemeye başladılar.. Tabanlarına ve topluma “hak üzerine, hak yol istikametinde olma, bir lokma- bir hırka” söylemiyle yola çıkmış olan bu yandaş kitle, bu süreçte kendisini şimdi bambaşka bir yerde buldu. Varlık sebepleri fiilen ortadan kalkmış oldu.
– Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri ümmiye şu idi ki: Dindar, Hak’tan korkan, halktan utanan, kul hakkı yemeyen, millete zulmetmeyecek okumuş insanlar, memurlar yetiştirmek… Bu maksatla cemaatler, tarikatler organize oldu okullar, yurtlar açtılar, yeni nesiller yetiştirdiler. Bu insanlar da yetişip devletin ve toplumun üst kademelerinde yer aldılar. Toplumda ve devlette de dikey bir akışkanlık sağlanmış oldu. Fakat şu son 10 yılda RTE’li AKP ile bu kadrolar (en başta Gülen Cemaati/ Hareketi) devletin siyasi dolaplarının içine çekildi. Ergenekon/ Balyoz Davaları’nda, Şemdinli İddianamesi’ndeki gibi.. Savcı Sarıkaya’nın itiraflarını okuduğumuzda manzara şu ki:
Umut Kitapevi’nin bazı derin işlerde kullanılan askerlerce bombalanması, sonra dönemin GKB Y. Büyükanıt’ın, “Tanırım onları, iyi çocuklardır” diyerek sahip çıkması sonrasında iddianame hazırlanmasında Cemaat’e yakınlığı iddia edilen bazı yargı mensupları Savcı Sarıkaya’ya taktik vermişler, hatta yönlendirmişler. Sarıkaya da bunu, “Demokratikleşme için gerekli” görmüş o zaman ve devam etmiş. İhracında da aynı insanlar, onun mağdur olmaması için maddi yardımlarda bulunmuşlar.
Yeni HSYK ile tekrar göreve başlayan Sarıkaya, işler tekrar sarpa sarınca da bu sefer itirafçı olmuş ve “yönlendirmelerden dolayı hata yaptığını” ifade etmişti.
‘KULLANIŞLILIK’ VE İHANET!
Sarıkaya’nın hayatı, yaşadıkları, geçirdiği süreç tam bir ibret levhasıdır. Şu an görevde olan yargı mensuplarının çıkarması gereken çok dersler vardır, bunları görüp şimdiden kendilerini geleceğe hazırlamalıdırlar.
Kendimden bildiğim, bizzat yaşadığım durumu söyleyeyim:
Vereceğiniz kararlarda size sağınızdan, solunuzdan yaklaşacak çok insanlar ve unsurlar olacaktır, bunların bir kısmı da dost dediğiniz kimseler olacaktır. Hatta sizin iyiliğiniz için öyle kararlar vermeniz gerektiği söylenecektir, “Ceza istiyorsa siyasiler, hükümettekiler ver gitsin, elin adamı için, yabancısı için kendini niye riske atasın ki?!” şeklinde mesela…
Medyada her gün yönlendirmeler olacaktır, belli şekillerde kararlar vermediğinde, “Hain, Türklük düşmanı, İslam karşıtı” damgası yiyebileceğinin mesajını alırsın. (Yaparsan da Ogün Samast’a dönüşebilirsin ama..)
Şimdilerde tarikatlere, cemaatlere bağlı memurların hareket motivasyonuna bakıyorum; kalben bağlı hissettikleri kimselerin bir iması ile siyasi davalarda yalın kılıç gidiyorlar. Mesele şu;
Yarın bir başkası hukuken yakana yapışıp da, “Gel buraya! Zamanında şöyle kararlar vermiştin, şu icraatleri yapmıştın” diye hesap sorduğunda ne diyeceksin? (Ahiretteki sorguyu karıştırmıyorum bile..)
Sen zaten o icraatleri vicdanınla, evrensel ilke ve değerlere göre yaptığına inanıyorsan sonuna kadar –delikanlıca- arkasında dur! Sonradan “Ama şeyhim, hocam, abim, dedem, dernek/ ocak başkanım vs öyle istemişti de öyle yaptım” deme. Bunun bir hükmü olmayacak, burada da, öbür dünyada da. Altına imza attığın her icraatın sorumlusu sensin, o bilinçle hareket et.
İhraç, tekrar kabul, açığa alınma, itirafçılık, tekrar görev, tekrar tutukluluk.. Böyle savrulurken, Savcı Sarıkaya tutuklandığında muhabir Alican Uludağ, bunu haberleştirirken “Kullanışlı savcı” diye bir başlık atmıştı! Çok çarpıcı ama buna muhatap olacak herkes için de yaralayıcı olabilecek acı bir başlık ve tanımlama…
Adalet ki, “herkese kendi hakkını vermek konusunda kat’i ve devamlı bir iradedir” (Lustinianus) ve “Bir kişiye karşı yapılmış haksızlık, bütün insanlığa karşı yapılmış haksızlık demektir” (Emile Zola). Bu haksızlığı bir de temsil ettiğini düşündüğünüz bir millet, bir din, bir topluluk adına yapıyorsanız, en büyük ihaneti ve haksızlığı onlara karşı yapıyorsunuz!
Şimdi herkes, elinde silah niyetine tuttuğu neyi varsa onu yavaşça yere bıraksın.. ve “bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.” (S.Freud)