1927 yılında
İngilizlerin
Irak’taki Baba Gürgür petrol kuyularından gümbür gümbür petrol fışkırmaya başlayınca bizi bir yıl önce kandırdıkları ayan beyan hale gelmişti.
Dışişleri Bakanı Tevfik
Rüştü Aras, kurt İngiliz diplomatların blöfünü yutmuş, Musul petrollerini onların tahmininden de ucuza kapatmıştı. Ancak anlaşmanın üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra petrolden “hisse” değil de, gelirden “kâr payı” almanın korkunç tuzağına düştüğümüz görülünce içeride homurtular da yükselmeye başlayacak ve bugüne kadar devam edecektir.
İşte
Lozan’ın eksik bıraktığı maddelerden birisi daha karşımızdaydı. İttihatçılardan başlayarak göz göre göre bir dizi hata işlemiş ve sonuçta Musul sözde Irak’a dahil edilmiş, böylece güney sınırlarımızı kesinleştirmiştik.
Sultan II.
Abdülhamid’in petrol sahasını ailesinin şahsi mülkü haline getirmek suretiyle bir işgal durumunda
kurtarma çarelerine başvurmasına karşılık İttihatçılar bu statüyü değiştirerek petrol sahasını hanedanın şahsî mülkü haline sokmuş, 1924’te ise hanedan yurtdışına çıkarılırken vatandaşlıktan da çıkartılınca
Türkiye’nin elinde hiçbir kozu kalmamıştı. Öyle ya, kendi kanunumuzla vatandaşlıktan çıkardığımız hanedanın petrol sahalarındaki emlakinin hakkını nasıl savunacaktık?
En son olarak da uluslararası bir araştırma komisyonunun 1925 yılında
Birleşmiş Milletler’e verdiği raporda “Türkiye Musul üzerindeki hukukî haklarından vazgeçmedikçe Musul’un bir başka devlete verilmesi imkânsızdır” demesine rağmen, yani Musul üzerindeki hakkımız tarafsız bir komisyonca da teslim edildiği halde elimizdeki kozları yeterince değerlendiremeden görüşmeleri sonuçlandırmıştık.
Artık Musul da, petroller de sözde Irak’ın, gerçekteyse İngiliz ve sonra da
Amerikan petrol şirketlerinin kasalarını dolduran yağlı payı olmuş, kuyulardan gürül gürül çekilen petrolün kasalara akıttığı altınların şakırtısı ta
Ankara’dan duyulur olmuştu. Türkiye’de meydana gelen her homurtuya içeride bir karışıklık çıkararak
cevap veren emperyalizm, bu defa da Nasturi ayaklanmasına başvurmuş, güneydoğu sınırımızda yeni çıban başları
icat etmeye koyulmuştu.
Henüz ikinci yaşına basmış bulunan
Türkiye Cumhuriyeti,
isyanı bastırmak için General Cevad Çobanlı’nın emrindeki Yedinci
Kolordu’yu
Diyarbakır’daki birliklerle de takviye ederek bölgeye sevk etmiş, hemen hemen tam mevcutlu bir ordu haline getirmişti. Operasyonun başına da
Kurtuluş Savaşı’nın unutulmaz komutanlarından Cafer
Tayyar Eğilmez getirilmişti.
Gören görüyordu. Bu tam tekmil ordu, herhalde sadece sınırlarımızın içinde bulunan bir avuç Nasturi isyancıyı bastırmak için düzenlenmiş değildi. Hedef daha büyüktü. İsyan bahane edilerek ve bir oldubittiye getirilerek Musul’a kadar sarkılacaktı. Fırsat bu fırsattı.
Cumhurbaşkanı
Gazi Mustafa Kemal Paşa,
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve General Cafer Tayyar Paşa baş başa verip bu
operasyonun nasıl gerçekleştirileceği üzerinde
müzakerelerde bulundular. Müzakereler, yönetimin asker ve
sivil kanatları arasında varılan tam bir mutabakatla sonuçlandı.
Böylesine güçlü bir desteği arkasına alan Yedinci
Ordu da, Nasturi harekâtını büyük bir hızla tamamladı. Tamamlamakla kalmadı, sınırı geçerek Musul’a kadar sarktı.
Tabii harekâta şiddetli bir tepki veren
İngiltere, Ankara’ya Musul’un derhal boşaltılması için sert bir nota verdi.
Notalar birbirini kovalıyordu. İlkin bu tepkileri duymazdan gelen Ankara, işin ciddileşmekte olduğunu anlayınca Cafer Tayyar Paşa’ya Musul’u boşaltması emrini verdi. Cafer Tayyar Paşa, Raif
Karadağ’a (
Petrol Fırtınası, 1979, s. 209) bizzat anlattığı hatıralarında Ankara’dan gelen emirden şoke olduğunu belirtmiştir. Paşa, ‘bu fırsat bir daha ele geçmez’ deyip ısrarla Musul’da kalmak istiyor, Ankara’ya çektiği cevabî telgraflarında İngilizlerin başının belada olduğunu, bizimle uğraşamayacaklarını, notalarının da blöften ibaret olduğunu boşu boşuna haykırıyordu.
İngilizler gerçekten de blöf mü yapıyorlardı? Gerçekten de Irak’ta Araplara verdiği
bağımsızlık sözünü tutmayan (ne ilginçtir ki, tutmayacağını bir tek Iraklılar bilmiyordu) İngiltere’ye karşı milliyetçi bir tepki dalgası yükselmekteydi. Kandırılmış Irak halkının İngiltere’ye güveni azalmıştı ve İngiltere, böyle sıkışık bir konumda Türkiye’ye açacağı savaşın nelere mal olacağını gayet iyi biliyordu.
Bu durumu içeriden teşhis eden Cafer Tayyar Paşa telgraflara direniyor, birliklerini inatla geri çekmek istemiyordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa kendisini bizzat Ankara’ya çağırdı. Uzun müzakerelerden sonra birliklerin geri çekilmesine karar verilmişti. Cafer Tayyar Paşa’nın Raif Karadağ’a anlattığına göre, Mustafa Kemal Paşa’yla aralarında şiddetli tartışmalar geçmişti. Kendisi “Musul’un Türk olduğunda ısrar ediyor ve boşaltma yoluna gitmek istemiyordu. Gazi ise yeni kurulan devletin İngiltere’yle arasının açılmaması ve yeni badirelere sürüklenmemesi için Paşa’yı
tahliye hususunda sıkıştırıyordu.”
Bu uzun ve çekişmeli geçen müzakereler sonucunda karar verilecek ve ancak geri çekilmeyi kabul etmeyen Cafer Tayyar Paşa görevinden alınarak Musul boşaltılabilecekti.
Bugünkü
sınır ötesi operasyonu savunan ve karşı çıkanlara tarihten bir ayna tutmaya çalıştım. Bilmem daha fazla söze hacet kaldı mı?
Mustafa Armağan/Zaman