Prof. Faruk Beşer ile Hayrettin Karaman’ın yorumlarına sert çıkan Ali Ünal, yazısının son kısmında "En namdar müftüleri böyle olan bir partinin İçişleri Bakanı’nın ilgili sûreyi de, hadiseleri de yanlış bilip, yanlış da yorumlayarak Peygamber Efendimiz’e gurur atfetmesi çok mu?" diyerek Efkan Ala'nın skandal sözlerine de tepki gösterdi.
İşte Ali Ünal'ın bugünkü yazısı....
Parti müftüleri’nin onulmaz cehaleti
Bu hafta Filistin-Gazze meselesini ve Başbakan’ın, AKP iktidarının bu meseledeki samimiyetsizliğini yazmak istiyordum. Fakat AKP müftülerinin ayyuka çıkan cehaletleri ve Din’i, Kur’ân’ı keyiflerine göre yorumlayıp çarpıtmaları, konunun değişmesine sebep oldu.
Prof. Faruk Beşer, Başbakan’ın Hocaefendi’ye onca hakareti karşısında niye suskun kalıp, dilsiz şeytan durumuna düştünüz sorusuna, “Unutmayın, zulme uğrayanların kötü söz söyleme hakkı vardır, Kur’ân, böyle buyuruyor.” diye cevap veriyor; bir de “Unutmayın!” hatırlatması yapıyor. Beşer, önce, Hocaefendi’nin Başbakan’a hangi zulmü yapmış olduğunu açıklamak mevkiindedir. İkinci olarak, Beşer, iddiasına Nisâ Sûresi 148’inci âyeti delil alıyor: Âyetin meali şöyle: “Allah, zulme ve haksızlığa maruz kalanın söylemesi dışında, açıktan kötü söz söylenmesinden hoşlanmaz…” Beşer’e göre bu âyet, zulme uğrayanın istediği ve her türlü kötü sözü söylemesine, her türlü hakarette bulunmasına delil teşkil ediyor. Oysa bütün tefsirlerde aynı şekilde açıklandığı üzere, âyetin manâsı şudur: Açıktan beddua, Allah’a havale etme ve zulüm sözleri gibi sözlerde bulunmayı Allah sevmez. Ancak zulme uğrayan, -bazı müfessirlere göre- zalime açıktan beddua edebilir; zalimi Allah’a havale edebilir, uğradığı zulmü açıktan dile getirebilir, merhum Elmalılı’ya göre, (elbette doğru ve haklı sözlerle) mukabelede bulunabilir. Yoksa âyet, mazlumun fazladan bir zulüm ve hakaret sözüne kesinlikle izin veriyor değildir. Gerçek bu iken ve âyet, maruz kaldığı onca yalan ve iftira karşısında Hocaefendi’nin mübahelesine gerekçe oluştururken, F. Beşer, varsa bir zulmün doğru sözlerle dile getirilmesini veya ondan şekvayı değil, Hocaefendi’nin gıyabında onca galiz sözlerle hakareti, iftirayı, kötü sözle zulmün ta kendisini Kur’ân’a dayandırarak, Allah’a iftira atıyor.
Hayrettin Karaman’ın da Kur’ân bilgisinin seviyesi, konuştukları ve yazdıklarıyla apaçık ortadadır. Sadece iki misal: Karaman, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.), Medine’de uyguladığı iki recm hadisesini, Yahudi Şeriatı’na dayanarak, Nur Sûresi inmeden önce uygulamış olabileceğini iddia etmişti. Oysa Nur Sûresi’nden önce inen Nisâ Sûresi’nde zina edenlere nasıl ceza uygulanacağı açıkça beyan edilmiştir (Nisâ, 15-16) ve bu beyanda henüz recm yoktur. Yahudi Şeriatı’na göre amel etmiş olmak için de recmin Kur’ân’da veya İslâm Şeriatı’nda zikredilmiş olması gerekir, çünkü Karaman’ın güya delil aldığı “Öncekilerin şeriatı bizim de şeriatımızdır” kaidesinde “Bizim şeriatımızda da zikredilmiş olmak veya mensuh olmamak kaydıyla” şartı vardır. Bu kaide ise, Karaman’ın iddiasının tamamen aleyhinedir ve iddiasının tersini ispatlar.
Karaman’ın bir başka dehşetli yanlışı da, Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail’i (a.s.) kurban ettiğini gördüğü rüyasıyla ilgilidir. Karaman, bu konuda şöyle yazıyor: “Sâffât sûresinde (102-110)… Hz. İbrâhîm (a.s.) rüyasında, Allah için oğlunu kurban ettiğini görmüş, bunu teslimiyet sembolü olarak almak yerine zahiri ile alıp uygulamaya kalkışmış.” Karaman, Hz. İbrahim’i rüyasını yanlış anlamakla itham, dolayısıyla kendisinin rüyayı daha iyi anladığını iddia etmekte ve bir de Hz. İbrahim hakkında “kalkışmış” gibi, saygısızca bir ifade kullanmaktadır. Bir defa, peygamberlerin rüyası vahiydir. İkinci olarak, Hz. İbrahim, rüyasının tabirini Karaman’dan daha iyi bilir. Üçüncü olarak, bizzat Kur’ân, Karaman’ın da zikrettiği Sâffât Sûresi âyetlerinde Hz. İbrahim’in (a.s.), oğlu Hz. İsmail’i (a.s.) kurban ederken gördüğü rüyasını doğru anlayıp doğru yorumladığını, bunun da ötesinde, rüyanın O’nun için de bir vahiy manâsı taşıdığını açıkça ortaya koymaktadır: “O’na ‘Ey İbrahim!’ diye seslendik. Rüyayı doğruladın (onun gerçeğini ve ondaki emri yerine getirdin.” (âyet: 104-105) Karaman, zikrettiği âyetlerden de habersiz.
En namdar müftüleri böyle olan bir partinin İçişleri Bakanı’nın ilgili sûreyi de, hadiseleri de yanlış bilip, yanlış da yorumlayarak Peygamber Efendimiz’e gurur atfetmesi çok mu?