Allah her varlıkla nasıl konuşur? - Dinle

İnsan, Cenab-ı Hakk'ın esmasının nokta-i mihrakiyesidir.

Allah her varlıkla nasıl konuşur? - Dinle

Kâinata dağılan esma-i ilahi, insan mahiyetinde belli bir noktaya tevcih edilmiştir. İnsan, bin bir esma-i ilahinin cilvegâhı veya kısm-ı azamının tecelli ettiği bir varlıktır. Bu mahiyetiyledir ki insan, Cenab-ı Hakk'ın esmasına ayna olabilecek zenginlikte yaratılmıştır. Bir diğer husus, insan kendisinde bulunan sınırlı ve nakıs vasıfların çehresinde nakıs olmayan birinin esma ve sıfatlarını okuyabilir. Evet insan, varlığıyla bunları kendisine veren ve ihsan edenin hazinesinde her şeyin bulunduğu kanaatine ulaşır ve "Bunlar bana, O'ndan geliyor." der. Mesela onda bir cemal varsa, O Hz. Cemil'den, idrak varsa O'nun ilim sıfatından, irade varsa yine O'nun Mürid isminden, kudret varsa o da Kudret sıfatından geldiğini idrak edebilir. Yani insan kendisinde mevcut olan şeyleri gördükten sonra kendisini yaratan Zat'ta da bunların mevcut olduğu kanaatine varır. Ayrıca bizde her şey sınırlı ve muhat, Cenab-ı Hak'ta ise nâmütenâhidir. Biz, bizdeki sınırlı şeylerle O'nda bunların nâmütenâhi olduğunu görürüz. Bizim iktidar ve gücümüz elimizin ulaştığı daire içinde cereyan eder. Bu itibarla da elimizin ulaşamadığı daire içinde tasarrufta bulunamayız. İşte biz, böylesine dar bir irade ve kuvvetle, kâinat çapında cereyan eden hadiselere bakar, Hâlık'ın nâmütenâhi kudret ve iradesine muttali olur, belli ölçüde O'nu tanıma imkanına ulaşırız. Keza ilmimiz de dar bir sahada cereyan eder. Ayet-i kerimenin ifadesiyle Allah'ın bildirdiğinden başka bir şey bilemeyiz ve ancak O'nun dilediği kadar bir şeye muttali olabiliriz. (Bkz. Bakara, 2/255) Biz yarın ne olacağını bilemeyiz. Çünkü ilmimiz sınırlıdır. İşte bu kadar dar bir dairede cereyan eden sınırlı ilmimizle Hâlık'ımızda bunun nâmütenâhi olduğunu görürüz. Çünkü bütün kâinatı ezelden ebede kadar sarsmadan, bozmadan, bir arıza meydana vermeden, hadiseleri aksatmadan idare etmek öylesine muhit bir ilim ister ki, en ilk sebeple en son müsebbebi birden görsün ve her şeyi arızasız sevk ve idare etsin. Evet, sebep ve müsebbebi vaz' eden O, onları gören O, sağlam bir tenasüp içinde onları birbirine bağlayan O, muhit ilmiyle her şeyi planlayan, keşfeden, kontrol eden ve hepsinin üzerinde nigehbân olan da yine O'dur (celle celaluhu). Allah her varlıkla nasıl konuşur? Konuya Üstad Bediüzzaman'ın yaklaşımı bir hayli enfestir. O, şöyle der: Mutlak ve muhit bir şeyin hudut ve nihayeti olmadığından ona bir mahiyet biçilemez, bir suret ve taayyünle hükmedilemez. Mesela zulmetsiz daimi bir ziya bilinemez ve hissedilemez. Ne vakit hakiki veya vehmi bir karanlık haddi çekilir, işte o zaman bilinebildiği kadar bilinir. İşte Cenab-ı Hakk'ın ilim, kudret gibi.. sıfatları; Hakîm, Rahîm gibi.. isimleri, muhit, hudutsuz, şeriksiz olması itibariyledir ki, onlar mahiyet-i nefsu'l-emriyelerine uygun bilinemez ve hissedilemezler. Bu gibi isim ve sıfatların hakiki nihayet ve hadleri olmadığından farazî ve vehmî birer had çizilmelidir ki bilinebilsinler. İşte onu da vehmî ve hayalî evsaf ve buudlarıyla enaniyet yapar. (30. Söz'den küçük bir icmal) Esasen bizim kelamî (maksadı ifade) gücümüz de oldukça dardır. Değil Allah'a ait evsafın ve kâinat esrarının ifade edilmesi, kendi içimizde oluşan mefhumları dahi ifadeden aciziz. Zannediyorum hiç kimse içinde hissettiklerini tam ifade edemez. Onun için büyük şair, "Ben o nağmeden müteheyyicim ki yoktur ihtimal-i terennümüm" der. Bundan anlaşıldığı üzere içte hissedilen şeyler çok başkadır. Şimdi gelin Cenab-ı Hakk 'ın kelam sıfatına bakalım. Allah bütün kâinata ve bütün insanların kalbine bir anda ilhamda bulunur ve konuşur. Her kalb, vicdanında Mevla'nın sesini bîkemu keyf hissettiği zaman ve her vicdan Mevla'ya ait ilhamlara mehbit olduğu zaman -bunlar mecazdırlar- Allah (c.c) onunla konuşuyor demektir. Cenab-ı Vâcibu'l-Vücud karıncadan alın da insana kadar her varlıkla konuşur. Allah, hayvanata da ilhamda bulunur. Nitekim "Allah arıya vahyetti" (Nahl, 16/68) ayeti bu hakikati ifade eder. Arı o muhteşem peteğini hazırlamasında, "sevk-i ilahi" diyeceğimiz Allah'ın ilhamıyla yapacağını yapar. Yeryüzünde veya diğer gezegenlerde ne kadar canlı hevam veya haşerat varsa hepsi her an Cenab-ı Hakk'ın sevkiyle sevk olunmaktadır. Demek ki, Allah, hususi telefonuyla bunların hepsiyle birden konuşmaktadır. Bunun gibi duyma mevzuunda da biz, duyulacak olan şeylerin milyonda beş-altısını ancak duyarız. Bir defasında Hac'da şöyle bir hal yaşamıştım. Cenab-ı Hak, her elini açıp "Ya Rabbi" diyene "Lebbeyk" diyor ve birinin duasını dinlemesi, diğerinin duasının dinlenmesine mani olmuyor. Evet milyar defa milyar diller O'na dua eder de Allah hepsinin duasını duyar. İşte biz de mahdut ve sınırlı duyuşumuzla Cenab-ı Hak'taki bu sınırsızlığı idrak ederiz. ÖZETLE 1- Bizde her şey sınırlı ve muhat, Cenab-ı Hak'ta ise nâmütenâhidir. Biz bizdeki sınırlı şeylerle O'nda bunların nâmütenâhi olduğunu görürüz. 2- Bizde Cenab-ı Hakk'a ait bir kısım hakikatların gölgeleri vardır. Biz bu gölgeler sayesinde bunların birer asılları olabileceği kanaatine varırız. 3- Zıddı olmayan bir şey bilinmez. Onun için Cenab-ı Hak, bir kısım aynalar yaratmıştır ki, o sayede kendi varlığı idrak edilsin. HAFTANIN DUASI Ey Allahımız! Bize düşmanlık yapanlara karşı Sen bizim muînimiz ol.. haddini aşıp hukukumuza saldıran mütecavizlerin şerlerini üzerimizden def et.. aleyhimizde fitne ateşini körükleyenlerin ocaklarını söndür.. Ey şefkati ve merhameti varlığı bütünüyle kucaklamış Rabb'imiz! Hakkında beslediğimiz hüsn ü zanda bizi tasdik et.. et de, biz çaresiz kullarını her türlü endişe, gam, üzüntü, keder ve sıkıntıdan halâs eyle! [Fasıldan Fasıla] İnsanda, Allah'a ait hakikatlerin gölgeleri mevcuttur Bizde Cenab-ı Hakk'a ait bir kısım hakikatlerin gölgeleri vardır. Biz bu gölgeler sayesinde bunların birer asılları olabileceği kanaatine varırız. Bu sınırlı şeyler, her şeyiyle sınırsız birinden gelir. Hatta bizdeki tûl-u emel, ölmeme arzusu, ebediyet iştiyakı, cennet isteği, Cenab-ı Hakk'ın ebediyetinden gelen arzulardır. Bu sınırsızlık arzusu Allah'tan gelmeseydi bizde böyle bir arzu olamazdı. Evet, her insan kendi kendine: "Babam öldü. Ondan evvel dedem öldü ve bütün bunlar bana kati telkin etti ki, ben de burada ebedi değilim." diyebilir. Herkes bu telkin altında kalıp da böyle ebedi olmadığına öyle inanmalıdır ki, hiçbir mülahaza onun o kanaatini değiştirmemelidir. Bununla beraber bin tane vâiz ve nâsih on ders verse ve fâni olduğunu anlatsa o yine "Ah beka!" der. Bu, Hâlık'taki ebediyetten insan ruhu, fıtratı ve vicdanına in'ikas eden bir hakikatin ifadesidir. Onun için Rasyonalizm'in kurucularından Descartes "Bende bir kısım nâmütenâhi arzu ve istekler var. Bunlar, benden olamazlar. Çünkü ben sınırlıyım. Etrafımdaki eşyadan da olamaz. Çünkü onlar da sınırlı. Öyleyse bende kendisini gösteren bu nâmütenâhilik arzusu bir nâmütenâhiden geliyor." der. Bunun gibi her vicdan sahibi kendi vicdanını dinlediği zaman kendisinde eksik ve gedik birer evsaftan ibaret olan hakikatlere tutunmak suretiyle bu gölgelerin asıllarının ve hakikatların hakikati olarak Zat-ı Vacibu'l-Vücut'ta bulunduğunu görüp gerçeği idrak edecektir. O zaman insanın hakikatini oluşturan sıfat, esma ve şuunât-ı ilahiyenin nokta-i mihrakiyesi bir varlık, kısmen bunları kendisine mal edecek ve, "Bunlara ben sahibim" diyecektir. Daha sonra bunlardaki eksiği ve gediği görerek eksik ve gedik olmayan, her zaman münezzeh ve mukaddes bulunan esma ve sıfata intikal edecek ve her şeyi Allah'a verecektir. Her yerde Seni ararım -Yunus'un ufkunda- Duyur rûhuma sevgini, Kalmasın Sen'siz kararım. Mest et ki bezminle beni, Her yerde Sen'i ararım. Dört bir yanda izler ile, Ufuklarda gözler ile, En yürekten sözler ile, Hem inler hem de yanarım. Sular gibi çağlayarak, Sana gönül bağlayarak, Hiç durmadan ağlayarak, Herkesten Sen'i sorarım. Arzum, kendimden geçeyim, Vuslat şarabın içeyim, Ak yolunu yol seçeyim, Başka yollardan bîzârım. SÖZÜN ÖZÜ Aslında, bir kabahat ya da günah karşısındaki en doğru davranış, nefsi tezkiye etmeye çalışmadan ve mazeretler arkasına saklanmadan, "Allah affetsin, siz de bağışlayın. Cismaniyetime yenik düştüm, cürüm işledim; zaten benden de ancak bu beklenirdi!" slında, bir kabahat ya da günah karşısındaki en doğru davranış, nefsi tezkiye etmeye çalışmadan ve mazeretler arkasına saklanmadan, "Allah affetsin, siz de bağışlayın. Cismaniyetime yenik düştüm, cürüm işledim; zaten benden de ancak bu beklenirdi!"
<< Önceki Haber Allah her varlıkla nasıl konuşur? - Dinle Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER