Asıl mesele 'Büyük haber'de...

Mart da geçer nisan da, asıl "BÜYÜK HABER" önemli...

Asıl mesele 'Büyük haber'de...

Haber, Kur'an'da bir surenin ismi. Bizlerin kısaca "Amme" dediğimiz "Nebe" suresi. Nebe' haber demek. Sure, "Sana o büyük haberden soruyorlar" cümlesiyle başlıyor. "Büyük haber" kıyamet demek. Yani her türlü dünyevi hesabın bittiği, hatta dünyanın bittiği an. Ebede göre yapılmamış tüm hesapların bittiği zaman. İşte asıl önemli olan o anda durumun ne olacağıdır. Yoksa mart da geçer nisan da mayıs da. Tayyip Bey cumhurbaşkanı olsa onun da süresi biter. Asıl mesele "Büyük haber"de. Bazı cümleler su gibidir. Çılgınca akan sular başını taşlara çala çala saflaşır, dupduru hale gelir ya, işte öyle... Gerçekleri saf su berraklığında ve bir solukta ifade ederler. Hayatın içinde, hadiselere çarpa çarpa netleşmiş ve hakikatleri ifade bakımından fevkalade yalın bir hal almışlardır. Tecrübesi yeterli olmadığı için bu saf derinliği fark edemeyenler tekerleme gibi espri niyetine kullanır o cümleleri. "Cevahir kadrini cevher furûşân olmayan bilmez" derler ya, onların kadrini de hayatı lif lif yaşayınca idrak ediyor insan. Son yıllarda cereyan eden hadiseler açısından bakınca "Her gördüğün sakallıyı deden zannetme" sözü de o kabil cümlelerden biri olarak dönmeye başladı zihnimde. Dede ve sakal... Her ikisi de güven ve saygıyı çağrıştıran, hürmeti hakeden muhtevaların remzi olmuş kelimeler. Güven, saygı ve hürmet gibi kelimelerin ifade ettiği tertemiz bir dünya "dede" ve "sakal" kullanılarak berhava edilebilir mi? Baş aktör olarak altmışına gelmiş bir sakallı, yetmedi deyip, bir de üstüne kasket geçirerek, tahrip planlarından birisini oynar mı mesela... Sakalla bir tarafa, kasketle de öbür tarafa hesabı... Bir başörtülü, cübbeli, çarşaflı ya da cenneti dünyada resmeden çizgiler gibi sembolleşmiş şeylerden birine bürünenler bu filmde rol alır mı? Alırsa neden alır? 28 Şubat tecrübesi gösterdi ki, bilerek yahut bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek bazı rolleri üstlenmek durumunda kalanlar oluyor. Sebepleri farklı olsa da, ortak yön basit bir yalandan ibaret aslında... İnsanın kendi kendisine söylediği basit bir yalan ve yalana bağlanmış renkli renkli hayallerin süslediği rüyalar... Sonra rüyada olduğunu unutup, asla uyanmak istemeyen uyurgezerlerin çıkardığı horultu sesleri ve o sesler arasında uyanık kalmak isteyenlerin katlanmak mecburiyetinde kaldığı dayanılması güç anlar... Uyuyanların, rüyalarındaki tozpembe hayata katılmadıklarından dolayı uyanıkları ihanet ve işbirlikçilikle suçlamaları da işin cabası... Hele bir de millilik, vatan sevgisi, şehitlik gibi dinimizden ayrılması imkânsız kavramları çember sakallarına dolayarak kullanmaları yok mu, insanı kahrediyor. Her şeyi ucuzlatmaya, kullanıp bitirmeye çalışıyorlar. Bu tipler bir gün uyanıp acı gerçekle yüz yüze geldiklerinde, muhtemelen uykuya daldıklarını ve kötü bir kâbus görmekte olduklarını zannedecekler. Bugün uyutulduklarına inandırmak ne kadar zorsa, yarın da kâbus zannettikleri şeyin acı gerçeğin ta kendisi olduğuna ikna etmek en az o kadar zor olacak gibi. *** 12 Eylül öncesini bu şekilde yaşayıp, sonra faturasını yıllarca ödeyenler bir bir konuşuyor şimdilerde. "Bizi yönlendiren, emir veren, coşturan ve hatta bomba yapımını öğreten, eylem yaptığımız yerlerde güvenliğimizi sağlayan sakallıların hiçbirisi meğer bizim dedemiz değilmiş. Gerçeğin acı yüzünü 12 Eylül sabahından itibaren tüm ayrıntılarına kadar yaşayarak öğrendik. Ne Türkiye'ye komünizmin geleceği varmış, ne de bizim ülkeyi komünizm canavarından kurtardığımız gerçekmiş. Maalesef bütün bunları, medrese-i yusufiye eğitiminden geçince öğrendik." diyerek, meydanı yeniden dolduran sakallılara karşı gençleri uyarlıyorlar... Bu arada başbakan haklı olarak, "28 Şubatları bugüne taşımayı bırakın. Mevlana gibi yarın için yeni şeyler söylemeye çalışın" dese de, "Bir de Cumhurbaşkanını seçerse, yarınlar Tayyip Beyin olacak bizim değil ki", diyenler ortamı fazlasıyla bulandırmayı deneyecek gibi görünüyor. Bunların derdi vatan ve millet idiyse, neden "Yeter ki vatan sağ olsun. Millet bahtiyar ve müreffeh olsun da, varsın cumhurbaşkanı da Tayyip Beyin seçtiği birisi olsun" diyemiyorlar, demeyin. Bir kere bu tür düşünceler taşımanız bir vatan evladının sâfiyane düşünceleri olarak değil, işbirlikçilerin ince ince düşünülmüş bir takiyyesi olarak görülecektir. Çünkü Tayyip Beyin cumhurbaşkanı olması ya da bir AKP'linin o makama gelmesi gibi tehlikenin en büyüğünü (!) masum gösterme cürmü işlemiş olursunuz!.. Birisi bu tehlikeyi küçümsüyor ve vatan-millet-devlet meselesi olmadığını söylüyorsa o kişi sinsi bir haindir, onlara göre! Çünkü eğer, korkulan şey gerçekleşirse "devletin niteliği değişecek!", ulus devlet bir "ümmet" devleti olacakmış!.. *** Aslında böyle bir şey olmayacağını çok iyi biliyorlar. Olsa olsa laiklik, din karşıtlığı olarak algılanmaktan belki bir nebze kurtulur. Bir de "kapıcı Cafer" aracılığıyla fişlendiği için "devlete sızmaya çalışan hain(!)" muamelesi gören ve hak ettiği görevlere getirilmeyerek mağdur edilen vatan evlatlarının nispeten çilesi hafifleyebilir. Belki bir parça onlar da adaletten nasibini alabilir, o kadar. Garip olan şu ki, AKP ile aynı, hatta daha fazla dinî ve millî motifler taşıdığı halde, AKP'ye cumhurbaşkanı seçtirmek istemeyen zihniyetle omuz omuza verenler var. AKP, cumhurbaşkanını da seçerse, siyasi geleceklerinin çok kötü olacağını düşünüyor bu müminler. Yani kendi siyasi ikballeri açısından konuya yaklaşıyor ve kendilerine asla tahammül etmeyecek kimselerle omuz omuza vermekte bir beis görmüyorlar. Böylece her sakallıyı deden zannetme sözünün kapsamı, dedelerin arkadaş ve kardeşlerini de içine alacak kadar genişlemeye başlıyor. Bu genişlemeyi sağlayanlar güya devletçi ve askerci! Güya diyorum, çünkü aynı zihniyetin sahipleri Hilmi Özkök Paşa'ya demediğini bırakmadı. Şimdi de Yaşar Paşa hakkında ufak ufak serzenişlere başladılar. Bütün bunları yaparken de asla TSK yıpranmaz! Çünkü yapan onlardır!.. Kim bunlar derseniz, işte bu sorunun cevabı tam bir bilmece gibi. Şöyle ki: Başarısızlıklarında bile muhteşem bir başarı vardır. Yanlışları basit insanların anlayamayacağı kadar ileri seviyede doğrulardan oluştuğu için tartışılamaz. Eksik bırakmazlar, hata yapmazlar. Gerekirse yapmak istedikleri şeyler doğrultusunda, kaynaklarda bulunamasa bile Bursa konuşmasında olduğu gibi uygun bir metin ayarlanarak devletin temelleriyle ilişkilendirirler. İlhan Selçuk'un buyruğunda yer aldığı şekliyle söylenecek olursa, milliyetçilik gibi aslında gericilikle doğrudan bağlantılı görülen akımlar bile bunların işine geliyor ve kullanımlarına açılıyorsa "ilericilik" adına sayılır!.. Bu bilmecenin cevabı kimi içeriyorsa ve işte onlar varsa ve her şey onların kontrolündeyse, millet inim inim inlese bile memleket iyi yoldadır. Yok, onların elinde değilse, ihracat artmış, istikrar beraberinde büyümeyi getirmiş, bütçe açık vermediği gibi bir de fazla vermiş vs bunların hiç birisi gerçek göstergeler değildir. Yeni bir balans ayarı fazlasıyla ihtiyaç haline gelmiştir!.. Şubatta olmadıysa, martta olur. Olmadı mayıs var... Evet var. Bunların hepsi var ve hepsi de gelir geçer. Kolay veya zor ama mutlaka geçer... Asıl mesele büyük haberde. Haber, Kur'an'da bir surenin ismi. Bizlerin kısaca "Amme" dediğimiz "Nebe" suresi. Nebe' haber demek. Sure, "Sana o büyük haberden soruyorlar" cümlesiyle başlıyor. "Büyük haber" kıyamet demek... Yani her türlü dünyevi hesabın bittiği, hatta dünyanın bittiği an... Ebede göre yapılmamış tüm hesapların bittiği zaman. İşte asıl önemli olan o anda durumun ne olacağıdır. Yoksa mart da geçer nisan da mayıs da... Tayyip Bey cumhurbaşkanı olsa onun da süresi biter. Asıl mesele "Büyük haber"de... Zaman - Hamdi Yılmazer
<< Önceki Haber Asıl mesele 'Büyük haber'de... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER