'Bir yeni kurulurken 'eski'nin üzerine, bir mirasyedi gibi geçmişi inkâr ile mi başlanmalı yola?' sorusunu soruyor Bayhan ve 'Değilse ihkak-ı hak ederek, bir haramzade olmaktan kurtulup, 'zerre miskal' iyilik yapanı baş tacı ederek mi atılmalı
ilk adım? Aslında bu kavşaktaki refleksimiz, insanlık tarihinde hangi zümreye dâhil olacağımızın da şifresini gizlemektedir.'diyor.
Bir kıtayı sömürerek elde ettikleri refahın 'aydın'lığında bir gelecek kurabilen yahut da Olimpos'tan çaldıkları ateşle yolunu aydınlatan bir çağ algısının son yüz yıllık sicilini doğru okuduğumuzda, içinde bulunduğumuz müşküller birbiri ardına iliştikçe ve soruların çengelinde bir fasit dairenin içine sıkışıp nefessiz kalınca ufkumuzda bir
çoban yıldızını görmenin inşirah verdiğini, tarihin 'iz'siz güzergahında yol alırken, hakikati gören ve ifade eden insanlar, tarihi yanılgılarımıza da bir son verecek açıları oluşturacağını ifade ediyor Bayhan.
Bilim Tarihi ile ilgili çalışmaların her ne kadar
İslam Dünyasında özellikle ülkemizde yirminci yüzyılın ilk yarısına rastlıyorsa da tarih seyri içinde incelendiğinde bu konuda ilk akla gelenlerin, İbn Nedim'in el-Fihrist ve İbn Ebi Useybia'nın Uyun el-Enba fi Tabakat el-Etıbba adlı eserleri
Osmanlılar zamanında yazılmış çeşitli şuara tezkereleri, Taşköprizade'nin Şekaik-i Nu'maniye'si, Kâtip Çelebi'nin Keşfi'-Zünun'u, Mehmed Süreyya'nın Sicill-i Osmanî'si, Bursalı Mehmed Tahir'in Osmanlı Müellifleri,
Salih Zeki'nin Asar-ı Bakiye'si ilk akla gelen bilim tarihi eserleri olduğuna vurgu yapan Bayhan,
Cumhuriyet döneminde ise ilk bilim tarihi kitabı Adnan Adıvar'ın İlim ve Din adlı eseri ve 1933 yılında
İstanbul Üniversitesinde Tıp Tarihi kürsüsü kurularak bilim tarihi konusunda ilk adım atılmış, seksenli yıllarda, Süheyl Ünver Hoca'yla sadece tıp tarihi değil neredeyse her alanda bilimsel merak yaygınlaşmış ve bilimler tarihi gelişerek genişleyerek yoluna devam ettiğini söylüyor.
Bayhan, 'Endülüs'ten arakladıkları ile Ay'a çıktıklarını yıllar sonra
itiraf eden bir zihniyetin (g)izlerini araladığımızda, Olimpos-Prometheus şablonunun sürdüğünü de görürüz. Anormal olan bu etkileşim değil, bu etkilenmenin gizlenmesidir. Şu bir gerçektir ki
batı uygarlığı İslam Medeniyetinin temelleri üzerinde yükselirken, İslam uygarlığı da
Yunan bilimlerine, Yunan bilimi ise seviyesini
Mısır ve Babil bilimlerine borçludur. Bu gerçeği en güzel şekilde dile getiren ve kaynaklarını saklamayan İslam bilimcileri olmuştur.' diyor.
Dünyanın en iyi bilim tarihçileri arasında, hatta o piramidin zirvesinde yer alan Prof. Dr. Fuat Sezgin, ihkak-ı hak konusunda en haklı değerlendirmeleri yaparken, aynı zamanda elli yıllık hummalı bir çalışmanın ürünü olarak ortaya koyduğu on beş ciltlik dev eseriyle tarihi bir adım attığına dikkat çekiyor Bayhan ve” bu adımla hem bilim tarihi hak ettiği noktaya taşınmış, hem de İslam'da Bilim ve Teknik adlı beş ciltlik muhteşem kataloguyla Müslümanların bilim ve tekniğe yaptıkları katkılar bariz bir şekilde gözler önüne serilmiştir. Bu eşsiz gayret ve hakşinaslık her türlü takdirin üstündedir.”diyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı
Gazeteci Yazar Nevzat Bayhan, yazısının devamında “Bu gerçekler ışığında medeniyetler kavşağında yol bulduğumuz bu yıllarda tarihi bir fırsat daha bahşedilmiş görülmektedir. Böylesi bir süreçte birey,
toplum, kurum ve yöneticilerin hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan, elini çabuk tutup bilim ve teknolojideki açığın kapatılması konusunda yapılması gereken ne varsa yapılmalıdır. Öncelikle üniversitelerimizin yanı sıra gençlerin milli kültür ve bilimsel bilgi ile donatılması bir mecburiyettir. Bu donanım, insana ait ne varsa geçmişten günümüze yansımalarını mecrasından saptıracak herhangi bir yoruma tabi tutmadan objektif ve bir bütünlük içersinde ortaya konması, oluşturulacak bilimler tarihinin her
disiplin için bağımsız olarak ele alınması, hiçbir masraftan kaçınmadan, hiçbir kesim
ihmal edilmeden, bilim tarihi kültürünün geliştirilerek hazmettirilmesi gerekmektedir.”diyor.
Yazının sonunda Bayhan şöyle söylüyor: “Prometheus metaforundan yola çıktık. Bir başka metafor ile bizden bir nükte ile bitirelim. Her gün sabah 7.30'da başlayıp on yedi saat çalışan Fuat Sezgin Hoca,
Riyad ziyaretinde gazetecilerin
tavsiye istemesi üzerine şunları söyler: "
Allah korkusunu ve çalışmayı tavsiye ederim."
Sanırım iki metafor arasındaki kadim fark bu cevapta gizli!..
Yok, gizli de değil, aşikar!.. “