Bahtımız Hz. Muhammed'le gülmüştür
Muhammedî ruh, içten samimi bir dostluk, kardeşlik, ülfet tavrı ve ünsiyet muamelesi şeklinde tezahür eden İbrahimî ve Mesihî üslûbu özünde birleştirmiş insan tabiatıdır. Artık beşeriyetin bu karakter ve tabiattaki insanlara muhtaç olduğunu bilen Cenâb-ı Hak, evvelki iki elçisinin hususiyetlerini
Allah Resûlü'nde (aleyhi ekmelüttehaya) toplamış ve
rehber-i ekmel olarak O'nu göndermiştir.
Zira Muhammedî ruhla hayatiyet kazanan insanlar, başkalarını
şefkatle kucaklayacak ve onları kaçıracak davranışlardan fersah fersah uzak duracaklardır. Onlar, muhataplarını celbetme, yumuşatma ve düşündürme metodunu deneyecek; her meseleyi empatiyle değerlendirip karşıdakileri anlamaya çalışacak, böylece gönüllere girmeyi başaracak, en azından herkesi bir insaf zeminine çekecek ve sonra söylemek istediklerini dile getireceklerdir. Bu suretle, hem diğer insanların ufuklarını açmış hem de onları kendilerine karşı insaflı davranmaya sevk etmiş olacaklardır.
Muhammedî ruh, şefkat ve merhametle yoğrulmuş karakter demektir. Öyle bir karaktere sahip olan insanın, başkalarının dünya ve ahirette mutsuz olmalarını istemesi mevzubahis olamaz. Hatta muhatapları nasıl davranırsa davransın, onun misliyle mukabelede bulunması, kahriyeler okuması ve lanetler yağdırması mümkün değildir. Zira beşere bu ruhu kazandıran Şefkat Peygamberi, şahsına reva görülen işkenceler, eziyetler ve zulümler karşısında dahi insanların hid
ayetlerini dilemiştir. Hele kendi ümmeti söz konusu olunca, onların ebedî kurtuluşu hesabına gece gündüz dualar etmiş ve
gözyaşı dökmüştür.
Ezcümle; Müşfik Nebî, bir gece hangi işarete ve endişeye binaen, kim bilir nasıl sarsılmıştı ki, sabaha kadar, Hazreti İbrahim'in duası olan, "Ya Rabbî! Doğrusu onlar (putlar) insanların çoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tâbi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, o da Senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafûr'sun, Rahîm'sin." (İbrahim, 14/36) mealindeki ayet ile; Hazreti İsa'nın duası olan, "Ya Rabbî! Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Senin kullarındır. Onları affedersen, Aziz ü Hakîm (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sensin!" (Mâide, 5/118) mealindeki ayeti tekrar tekrar okumuş, ellerini kaldırıp "Allah'ım! Ümmetimi (mağfiret et), ümmetimi (mağfiret et!)" diye yalvarmış ve ağlamıştı. Bunun üzerine Allah Teâlâ, "Ey Cebrail! Muhammed'e git ve O'na de ki: Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz ve asla kederlendirmeyeceğiz." buyurmuştu.
İşte, bizim mesleğimizin esasını da bu duygu oluşturmaktadır; bizim gözlerimizi diktiğimiz ufuk Muhammedî ruhtur. Her mü'min, karakteri itibarıyla olabildiğine ince, fevkalâde narin, bir anne gibi şefkatli; hep mütevazı, mahviyet içinde, yüzü yerde ve herkesi sevgiyle kucaklamaya hazır bir insan olmalıdır. O kendi asrında Muhammedî Ruh'un (aleyhi ekmelüttehâyâ) izdüşümü bir varlık olmaya çalışmalıdır. Evet o, en uzaktakilere bile yakın durmalı ve meclisini, Peygamber meclisi gibi herkese açık tutmalıdır ki, can alıcı hasım ruhlar dahi ellerinde olmayarak kendilerini birden onun şefkat iklimine salıversinler.
MUHAMMEDÎ RUHUN TEMSİLCİLERİ MÜTEVAZI OLMALIDIR
Muhammedî ruhun mümessili, ötelerle sağlam irtibat içinde bulunduğu halde, insanlara karşı muamelesinde bu farklılığını hissettirmeyecek kadar muhlis ve mütevazı olmalı; insanlar içinde insanlardan bir insan olarak yaşamalı; onlarla oturup kalkmalı, onlarla yiyip içmelidir. Bütün bunların yanı sıra her zaman gönüllere nüfuz etme yolları araştırmalı; "sohbet-i Cânân" deyip sürekli nazarları O'na çevirmeli ve iklimine uğrayan herkese hakiki insan olma ufkunu göstermelidir. O, Cenâb-ı Hakk'ın teveccühünü vifak ve ittifakta görmeli, iftirakı İlahî inayetten mahrum kalmanın sebebi bilmeli ve bu duyguyla hemen herkesle uzlaşmanın, vifak ve ittifakı temin etmenin ve hayatı başkalarıyla paylaşmanın vesilelerini kollamalıdır.
Tabii ki, diğer
peygamberlerin hususiyetleri ve yolları da saygıdeğerdir; bütün güzel hasletler enbiya ve mürselînin hepsinde belli ölçüde mevcuttur. Fakat Muhammedî ruh, farklı bir ufuktur. Onda evrensel bir dinin cihanşümul prensipleri ve topyekûn insanları kucaklayıcılığı vardır. Dahası, bu kuşatıcılık sadece Nebiler Serveri Efendimiz'e ve O'nun mesajına mahsustur. Bu açıdan, durumumuzu ve konumumuzu çok iyi değerlendirerek, nerede ve kimin arkasında bulunduğumuzu tam kavramamız ve ona göre davranmamız gerekmektedir. Bu idrak sayesinde, "Bütün insanlığın gönlüne nasıl gireriz, bağrımızı herkese nasıl açarız, sesimizi-soluğumuzu cihana nasıl duyururuz, Muhammedî ruhun varidâtını ve mevhibelerini başkalarının sinelerine nasıl boşaltırız ve nasıl onları da bu yüce hakikatten haberdâr kılarız?" dememiz, bu soruların cevaplarını arayarak, bu istikamette gayret göstermemiz icap etmektedir.
Hâsılı, Muhammedî ruh, elden geldiğince affetmeyi, kine, nefrete yenik düşmemeyi ve öç alma duygusuna kapılmamayı salıklar ki, zaten sürekli Allah'a doğru yürüyor olma şuurunda bulunanların başka türlü olmaları da düşünülemez. Onlar, işe gönüllerinden başlayarak, her bucakta iyilik, güzellik fidelerinin boy atıp gelişmesine ortam hazırlar ve kimi zaman
zehir olsa da, herkesi ve her şeyi
şeker-
şerbet gibi kabul ederler. Karakterlerinin ana çizgileri haline gelen hilm, silm, merhamet ve mülâyemet sayesinde, üzerlerine kinle ve nefretle gelenleri bile tebessümlerle ağırlar ve en mütecaviz orduları sevgi ve şefkatin yenilmeyen gücüyle püskürtürler. Şu kadar var ki, başkalarına saygılı oldukları kadar onurlarına da düşkündürler; müsamaha, şefkat, mülâyemet ve inceliklerinin bir zaaf şeklinde yorumlanmasına asla müsaade etmezler; zira onlar, gerekirse, bir an bile tereddüt yaşamadan, hayatı istihkâr edebilecek bir ruh yüceliğine sahiptirler.
Özetle:
1 - Muhammedî ruh, şefkat ve merhametle yoğrulmuş karakter demektir. Öyle bir karaktere sahip olan insanın, başkalarının dünya ve ahirette mutsuz olmalarını istemesi mevzubahis olamaz.
2 - Muhammedî ruhun mümessili, ötelerle sağlam irtibat içinde bulunduğu halde, insanlara karşı muamelesinde bu farklılığını hissettirmeyecek kadar muhlis ve mütevazı olmalıdır.
3 - Bizim bahtımız Efendimiz'le gülmüştür. Bu açıdan konumumuzu çok iyi değerlendirerek, kimin arkasında bulunduğumuzu tam kavramamız ve ona göre davranmamız gerekmektedir.