Bedir
Savaşı'nda yaşadıkları hezimet
Mekke müşriklerinin gayz ve kinlerini iyice körüklemişti. Bu gayz ve kin sadece kaybedilen bir savaştan kaynaklanmıyordu.
Daha dün işkence edip yurtlarında yaşama fırsatı vermedikleri ve parya muamelesi yaptıkları insanlar her geçen gün daha da güçleniyor ve kendi varlıklarına tehdit oluşturacak bir noktaya geliyorlardı. Bu endişelere o zamanın Mekke'sindeki yaygaracı grupların çığırtkanlıkları da eklenince hava iyiden iyiye Müslümanların aleyhine dönüyordu. Bilhassa Bedir'de yakınları ölenler bunların başını çekiyor ve intikam naraları atıyorlardı. Ebu Süfyan da Mekke'nin en büyüğü olarak işaret fişeğini yakınca hemen savaş hazırlıkları başladı. Sadece Mekke'den değil, Müslümanların varlığından rahatsızlık duyan bütün çevrelerden hatta
Medine'den bile katılımlarla üç bin kişilik bir ordu bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra Medine üzerine yürüdü.
Her konuda arkadaşlarının fikrini alan ve onlarla istişare eden Nebiler Sultanı, ashabını toplayıp yapılacakları kararlaştırdı. Medine dışına çıkılacak ve düşmanla orada karşılaşılacaktı. Savaş daha sonra adı hiç unutulmayacak olan Uhud Dağı'nın eteklerinde cereyan edecekti. Bu savaş mü'minin münafıktan ayrıldığı, vefalının vefasızdan, yiğidin korkak ve kalleşten ayırt edildiği bir er meydanıydı. Uhud, Nebi'ye gerçekten bağlı olanlarla yarı yolda bırakıp dönenlerin ayrıştığı, Nesibe'lerin bir
tayfun gibi düşman saflarını yardığı anın adıdır. Bağrında Hz.
Hamza, Mus'ab, İbn-i Cahş ve Enes b. Nadr gibi yetmişten fazla yiğidi barındıran Uhud için
Efendimiz, "Uhud bir dağdır; biz onu severiz, o da bizi." diyecektir.
Allah Resûlü, o gün çift
zırh giymişti. Bu, savaşın ne kadar çetin geçeceğinin de bir işaretiydi. O, savaş meydanına doğru yürürken, gözlerini semaya dikti. Mevla'sından meded diledi. O esnada göklerin kapıları açıldı ve Cebrail (as) nurlarla kuşanmış bir vaziyette yanına geldi. Efendimiz'e: Allah sana
selam söylüyor ve buyuruyor ki; bu zırhı çıkar da bu duayı oku. Bunu okuduğun ve yanında taşıdığın zaman bilesin ki bu dua zırhtan daha tesirli ve faydalıdır, dedi. Allah Resuûlü: 'Kardeşim Cibril! Bu sadece bana mı yoksa hem bana hem de ümmetime midir?' diye sordu. Cibril dedi ki: Ya Resulallah! Bu dua, Yüce Allah'tan sana ve ümmetine bir hediyedir.
Cenab-ı Allah, şu anda elimizde bulunan "
Cevşen" isimli bu duayı göndererek o çetin ve dehşetli günde ve ona benzer bütün günlerde sebeplere riayet etmek kadar Sebeplerin Sahibi'ne yönelmenin de lüzumunu bize göstermişti. En büyük cihadın nefisle yapılan cihad olduğu düşünüldüğünde dua ve zikrin ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır.
Cevşen, manası itibarıyla Efendimiz'e vahiy veya ilham yoluyla gelmiştir. Daha sonra
Ehl-i Beyt kanalıyla günümüze kadar ulaşmıştır. Cevşen'i başta
İmam Gazali, İmam Gümüşhanevî ve
Bediüzzaman gibi devasa kametler sürekli okumuşlar ve etraflarına da
tavsiye etmişlerdir. Cevşen'in değerine ve Allah katındaki kıymetine başka hiçbir
delil olmasa, isimlerini verdiğimiz mana büyüklerinin bu kabullenişleri ve milyonlarca insanın Cevşen'e gönülden bağlanıp değer vermeleri delil olarak yeter.
Bugün Türkiye'de de hemen her kesimden insanın Cevşen okuduğunu veya üzerlerinde taşıdıklarını biliyoruz. Cevşen çok feyizli, nurlu, sevaplı ve faziletli bir duadır. Onu taşımak elbette çok önemlidir. Ancak asıl olan, onu okumak ve manasındaki feyizden yararlanma yoluna gitmektir. Maddî-manevî musîbetlerin ve belaların def edilmesi, ihtiyaçlarımızın ve sıkıntılarımızın giderilmesi, hastalıklardan
şifa bulup sıhhat ve afiyete kavuşmamız için bu müstesna duaya dört elle sarılmalıyız. Ancak o takdirde Cevşen, başta nefsimiz olmak üzere her türlü düşmanımıza karşı bir zırh ve
kale, yaralarımız için de bir reçete olur.
Cevşen, halisâne yapılmış bir duadır. Onun hangi kelimesi alınırsa alınsın damla damla ihlâs ve samimiyet görülür. Onu okumakta en birinci maksadımız Rabb-i Rahiîmimiz'e kulluğumuzu arz etmek, O'nu tanıyıp rızasını ve yakınlığını talep etmek olmalıdır. Çünkü Cevşen'de Yüce Allah kendisini bize binbir ismi ve sıfatıyla tanıtmakta ve bu isim ve sıfatların her birini kendisine ulaşacağımız yollar olarak önümüze koymaktadır. Rabb'ini tanıyıp sevmek isteyen, kalbine marifet ve muhabbet nurlarının dolmasını arzu eden, Cevşen'i elinden bırakmamalıdır.
SÜLEYMAN SARGIN-ZAMAN