Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız

Bugünlere gelinceye dek insanlık pek çok güzel şeyler ortaya koydu ve pek çok harika buluşlara imza attı.

Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız

Bir mânâda onun bu gayretleri sayesindedir ki günümüzün insanı, hiçbir dönemde olmadığı kadar geniş imkânlar, maddî refah ve konfor içinde yüzmekte.. en azından potansiyel olarak bu böyle. Daha şimdiden yarınlar adına bir şeyler söylemek doğru olmasa da tahminlerini seslendirenlere göre dünya; cismaniyet ve beden insanlarınca bir bakıma Cenneti unutturacak kadar cazip hâle gelecek.. insanlar, peşin zevk ve lezzetlerini öne çıkaran bir his ve tutku ile “Geçmiş, gelecek masal hep / Eğlenmene bak, ömrünü berbat etme” (Ömer Hayyam) deyip hayatı, yeme, içme ve yan gelip yatmadan ibaret görecek ve tercihlerini sürekli dünyevî refah ve konfor istikametinde kullanacaklardır. Aslında, daha şimdiden pek çok gelişmiş ülkede bunları görmek mümkün.. ve onlara imrenen koskoca bir dünya da onların peşinde.. bugün hemen herkes “maddî refah ve konfor” diyor ve bunların dışındaki değerleri de asla görmüyor ve görmek istemiyor. Ne var ki, ilimlerin o baş döndürücü gelişmelerine, teknolojinin her gün insanoğluna yeni yeni imkânlar sunmasına ve refah, saadet vaadeden onca esbaba rağmen günümüzün insanı çok da mutlu görünmemekte; mutlu görünmek bir yana o her zamankinden daha fazla bir huzursuzluk ve bunalımlar içinde.. zaten başka türlü olması da düşünülmezdi; zira, iman, irfan ve Allah münasebetiyle desteklenmeyen, derinleştirilmeyen, anlamlandırılmayan mücerred dünyevî imkânların ifade edeceği çok fazla bir şey de yoktu. Bu itibarla da, günümüz insanının şuna-buna değil, ne yapıp yapıp yeniden “ahsen-i takvîm” deseninin ifade ettiği çizgiye yönelerek kendini son bir kez daha okuması gerekmektedir. Buna, onun kalbî ve ruhî hayatı açısından farklılığını kavrayarak Yaratıcısıyla münasebetini gözden geçirmesi ve yaratılış gayesine uygun kendi yörüngesine oturması da diyebiliriz. Görünen o ki, kendini doğru okuyacağı âna kadar da insanlığın derlenip toparlanması ve beklediği mutluluğu elde etmesi mümkün olmayacaktır. Hele bir de o, gerçek problemlerini bilemediğinden mânevî açlıklarını lüksle, konforla ve cismanî hazlarını tatminle gidermeye çalışıyorsa!.. Ülkeden ülkeye ve toplumdan topluma problemlerin vehamet derinliği değişse de, bugün hemen bütün insanlık çok ciddî açmazlarla karşı karşıya bulunmaktadır.. evet, hemen her yerde ve her millette iman ve mârifet adına boşluk yaşayan kitleler, bilerek bilmeyerek bohemce bir hayat içine itilmekte, sürekli hayvanî hisleri tetiklenmekte ve “çakırkeyf” hâle getirilmektedir. Böylesine serâzâd, kuralsız ve ölçüsüz yığınlarda ise, sâlim ruh, sâlim düşünce ve sâlim muhakemenin olamayacağı açıktır. Bu tür yığınlarda olsa olsa şehevânî duygularla tatmin hissi, alkol ve uyuşturucuyla avunma duygusu olur. Böyle bir toplum ise mânen ölmüş ve ölmeden mezara girmiş sayılır. Bir ölçüde insan olma hissini yitirmiş bu tür derbeder ruhlarda, bir kısım sapık alışkanlıkların, sinir rahatsızlıklarının, streslerin ve depresyonların bulunması ahvâl-i âdiyedendir.. ve maalesef bugün topyekûn bir dünya ile beraber İslam coğrafyası da bu illetlerle malûl ve çaresizlik içinde en tali’siz günlerini yaşamaktadır. Bu dünyada fertler hasta ve sarsık, yuva perişan ve dağınık, yığınlar hezeyan içinde ve saldırgan, kaba kuvvet temsilcileri de zalim ve insafsız; kimse bilmiyor işin nereye gittiğini ve insanlığı nasıl bir akıbetin beklediğini… Evet, bu iç içe belirsizliklerden ve bunalımlardan ötürü bilmiyor çokları ne yaptığını, neye hizmet ettiğini ve nasıl bir çözülüşe doğru gittiğini.. yok çoklarının haberi bu korkunç problemlerin arka planından, millet çapındaki dejenerasyonun gerçek sebeplerinden ve yığınlardaki ruhî deformasyondan. İllet/illetler tam bilinmiyor, dolayısıyla tedavi yöntemleri de büyük ölçüde yanlış.. derdi teşhis edebilmiş kaç insan var, bu her zaman münakaşaya açık bir konu.. onların da kaçına konuşma hak ve imkânı veriliyor Allah bilir... Bütün bunlardan dolayıdır ki onca refah imkânına rağmen insanlık mutsuz, bezgin, yorgun, hafakanlar içinde ve vicdan darlığıyla kıvrım kıvrım. Ürperten bir boşluk içinde fertler, yığınlar: Fıtrata ters düşme boşluğu.. Sahibini bilememeden kaynaklanan gurbet boşluğu.. iman ve irfandan haberdar olmama boşluğu.. ve nefsânîlik gayyâlarına sürüklenme boşluğu. Bu itibarla da o, her zaman Cehennem koridorlarında yolculuk yapıyor gibi bir endişe içinde ve fevkalâde tedirgin. Ne ömrünü lüks binalarda geçirmesi ne de giyim kuşam, kılık-kıyafetindeki fantezileri onun bu boşluklarına karşı hiçbir şey ifade etmiyor. Yer yer sarhoşluk hezeyanına sığınılıyor, zaman zaman cismânî ve bedenî arzular arkasında tatmin aranıyor ama nafile, bunların hiçbiri onun içindeki boşluğu doldurmaya yetmiyor; yetmiyor ve günümüzün mânevî dayanaktan mahrum nesilleri hezeyandan hezeyana sürüklenip duruyor. Geçmişinden kopmuş, geleceğiyle irtibatsız, suça açık bu başıboş ve âdeta cürüm makinesi hâline gelmiş çılgın yığınlar yüzünden hemen her yerde mal-can emniyeti tehdit altında, ırz ve namus kaygısı taşıyanlar endişe içinde, güvenlik sorumluları da her gün karşılarına çıkan çeşit çeşit şekavet şebekeleriyle baş edememenin mahcubiyetiyle iki büklüm. Allah’ın günü bütün bunları televizyon ekranlarında veya gazete sayfalarında gören kimseler, “Acaba insanlığın sonu mu?” endişesine kapılmakta ve semavî bir tokat yiyecekleri korkusuyla tir tir titremekte. Böyleleri haksız da sayılmazlar; zira bir dönemde Sodom ve Gomore böyle bir ruhî çözülüş ve dibe vurmanın öşrüyle yerin dibine geçirilmişti.. Nuh Nebi’nin kavmi bugün yaşanan temerrüd ve hayâsızlığın çeyreğiyle sulara gark edilmişti.. Âd, Semûd ve Eyke halkı bugün yaşananlara şahit olsalardı ihtimal hicaplarından yerin dibine girerlerdi; girerlerdi, zira Âkif’in ifadesiyle: “Hayâ sıyrılmış gitmiş öyle yüzsüzlük ki her yerde... Ne çirkin yüzler örtermiş meğer o incecik perde! Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emanet lafz-ı bîmedlûl; Yalan râic, hıyanet mültezem her yerde, hak meçhûl. Mefâhir kaynasın gitsin de, kesilsin vicdanlar lâl... Bu izmihlâl-i ahlâkî yürürken, kalmaz istiklâl!” Bu tür realiteler muvacehesinde mevcut bâdirelerden sıyrılmanın ve dalâlet seylaplarına kapılıp helâk olmadan kurtulmanın biricik çaresi de Allah’a iman, haşr u neşr inancı, hesap akîdesi ve kendimiz olma istikametinde milletçe yeni bir “ba’sü ba’de’l-mevt” çağrısı olsa gerek. Aksine, dünden bugüne başvurduğumuz muâlecelerin hiçbir işe yaramadığı açıktır.. evet, “Muzdarip bütün toplum, ilacı bunun iman, İmana aç ruhlara başka bir derman azap...” Bekleyip göreceğiz; belki bir gün Cenâb-ı Hak bizim de gözlerimizi açar. Fethullah Gülen Sızıntı Ekim Sayısı Başyazısı
<< Önceki Haber Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER