Aslına bakılırsa
genç yönetmen, cesur bir bakış açısıyla Semum'u manevi devinim anlamında 'inanmak ve inanmamak' gibi çok ciddi bir
platform üzerine oturtmuş. İnsan ve
şeytanın görünmez -ama hep var olduğu bilinen- mücadelesinin alt okuması olarak karşımıza çıkan Semum, sahih bir "iman aksiyonu” tanımlamasını hak ediyor.
SEMUM İNSANDAN ÖNCE YARATILDI
"Andolsun ki biz, insanı pişmemiş çamurdan, kokuşmuş cıvık balçıktan yarattık. Cân'nı da (insandan) daha önce semûm ateşinden yarattık.”(Hicr, 26- 27) ayetinden esinlenerek Semum'u çekmeye karar veren
Karacadağ
cehennem alevinden yaratılmış 'Semum'u da böylelikle ilk kez sinema seyicisiyle tanıştırıyor. İlim ile uhrevi olanın çatışmasının sorgulandığı film öncelikle uzun yıllar zihinlerde yer edinen 'The Exorcist'ı (Şeytan) hatırlatıyor! Ayetten anlaşıldığı gibi Cân (Semum), insanoğlundan önce yaratılmış.
İnsanın yaratılışının, kainatın yaratılışında son halka olduğu düşünülürse, Cân (Semum)'ın sondan bir önceki halka olduğu kabul ediliyor. Ayetteki "semûm ateşi” hususunda bazı yorumlarda "Bu, ateşin alevidir” tespiti yapılsa da, "O, öldürücü derecede sıcak olan sam rüzgarıdır" şeklinde bir yaklaşım getirenler de olmuş. Fakat, bedenin gözeneklerine, yani derideki o küçücük deliklere nüfuz edip, içine işlediği için, "semûm” ismi verildiğinden de bahsediliyor. Ayrıca insanın içine işleyen rüzgara da bu yüzden "sam rüzgarı” denildiği iddia ediliyor.
SEMUM'DA İMAN VE İNANÇ SAVAŞI
Film, yaşanmış bir olaya dayanıyor. Canan-
Volkan Karaca çifti, yeni evlerine taşındıktan sonra Canan'a tuhaf şeyler olmaya başlıyor. Başta anlam verilemeyen ve
psikiyatrik
tedaviyle çözülemeyen bu şeylerin sebebinin yapılan bir büyü sonucu mussallat olan Semum olduğu anlaşılınca bir din âliminden
yardım isteniyor.
Bugüne kadar "cinci","üfürükçü" vs. kavramların üzerinden
İslam dininin sunduğu önemli ruhsal çözünüm önerilerini birer "hokkobazlık" şeklinde perdeye veya televizyona yansıtan mantalitenin dışında Karacadağ, objektif ve ayağı yere basan bir ruh haliyle kamerasının arkasında yer alıyor. Hıristiyan inancına göre cin çıkartma olayının merkez alındığı Şeytan ve Costantine'yi alkışlar içerisinde izleyen gözlerin, -bize ait bir
inanç mekanizmasını bize ait bir bakış açısıyla- "dua ile ruhsal tedavi" yöntemini dudak bükerek seyretmesi sanırız subjektifliğin
tavan noktası olacaktır. Bu yüzden gelebilecek eleştirileride dikkate alan Karacadağ, film içerisinde ortaya attığı tezlere bir açıklama yapma gereğide hissetmiş; örneğin yalnızca Mikail hoca karakterinin Semum ile mücadelesi yansımamış perdeye. Hasan Karacadağ'ın filmlerini bir üst başlık altında tanımlamak gerekirse "mistik sinema" tabirinin uygun olacağını düşünüyoruz. Çünkü Karacadağ, bugüne kadar sinema tarihimizde yapılmayanı ortaya koyma konusunda oldukça "inançlı" gözüküyor. Bize yani bu topraklara ait bir manevi şablon fotoğrafını bütün olumlu veya olumsuz bağnazlıklardan yoksun ayni olarak aktarma arzusu da denilebilir buna! Canan'ın
işadamı kocası Volkan'ın her şeye mantık çerçevesinde bir açıklama istemesi, Canan'ın psikiyatrı da tek çözümün bilimsel yöntemler olacağında ısrarlı olması, Volkan'ın arkadaşı Ali'nin manevi çözüm önerileri ve Mikail hocanın “bilim elbette önemlidir ama inançsız bilim hiçbir şeydir" meailinde doktora karşı kullandığı söz gibi.
Bir genetikçi olan Karacadağ; "Yapmak istediğim, bilimle dinin arasındaki o ayrılığın olmaması gerektiğini göstermek.
Bilim, gözle görmediğine inanmaz, denir. Peki gözünle görsen inanacak mısın; onu soruyorum. Nedense bu, Türkiye'de var. Rusya'da üniversitede metafizik bölümü var; diploma veriyor" diyor.
Elbette Semum felsefi yaklaşımının dışında
teknik anlamda da masaya yatırılması gereken bir film. Uzakdoğu korku sinemasının hemen hemen bütün unsurlarını içerisinde barındıran Semum'da Karacadağ'ın
senaryo dilindeki replik sorunları Dabbe'de de olduğu gibi- aynen devam ediyor. Ayrıca genç yönetmenin ısrarla oyunculuk performansları konusunda tatmin edici olmayan isimlerle filmlerini kotarmaya çalışmasının sıkıntıları - Dabbe'de olduğu gibi- Semum'da da kendini gösteriyor. Bazı klasik figürler ile korku sinemasının tanıdık perspektiflerini sunmaktan çekinmemesi Karacadağ'ın özgüveni olarak yorumlanabilir, ama bunun filmin genelindeki sıklık derecesi
seyircide; "daha önce izlenmişlik" duygusu yaratma riski taşıyor.
Ama kurgunun aksamaması, efektlerin Dabbe'nin aksine daha
yerli yerinde kullanılması Semum'un artıları. Ayrıca bir gerçek var ki Karacadağ'ın korku janrını kullanma becerisi, cehennem tasviri, şeytanilerle insanın bir ateş çukurundaki karşılıklı çarpıcı diyalogları oldukça derin sorgulamaların oluşturduğu bir ruh hali bırakıyor seyircide. Dua'nın önemini "cevşen" ile taçlandıran Karacadağ, bir inanç meteforunun peşinden giderken samimi bir duruş sergiliyor. Bu yüzden Semum'daki replik ve oyunculuk sorunu filmin genelindeki başarılı performansın gölgesinde kalıyor.
Karacadağ pek de Türk seyircisinin alışık olmadığı işler yapıyor. Bu yüzden Semum'u yalnızca sinematoğrafik anlamda değerlendirmek doğru değil. Filmin alt metinlerini iyi okumak ve en önemlisi izlerken bütün önyargılarınızı bir kenara bırakmanız gerekiyor. Semum, belki de sinemanın gücünü kullanarak dünyanın yaratılışından bu yana gerçekleşen
imtihan, iman ve inanç mücadelesinde bir taraf olduğunuzu -şeytanın aksine- yeniden hatırlatıyor.
Rasih YILMAZ