Hayatının bir kısmını
Anadolu'da geçirmiş Da Vinci, 1482
Erzincan depremini görmüş olabilir mi? Memlükler için mühendis olarak çalıştığı iddiası ne kadar doğru?
Hepimizi aldatmış!’ diye bağırıyordu Langdon. "Bizi, hepimizi ve bizim üzerimizden bütün dünyayı aldatmış!"
Sophie Neveu* başını Codex Atlanticus'a gömmüş Langdon'u seyrediyordu. "Kim?" diyebildi.
"Dan Brown! Başka kim olabilir? Benim, senin, bizim seçilmemiz tesadüf değildi. Bir simgebilim
profesörü ve bir kriptolog! Tabii ki anlattığı her şeye inanacaktık. Dinlerinden memnun olmayan, 'hakikat bir yerlerde gizleniyor olmalı' diyen milyonlar da bizi takip edecekti."
"Neler söylüyorsun sen?" diye direndi Sophie. "Ne demek aldatmış? Kutsal Kâse yalan mıydı diyorsun? Son Akşam Yemeği tablosundaki işaretler, Mona Lisa'nın anlattığı sırlar,
Sion Tarikatı… Yalan mıydı bunlar?"
Robert Langdon "Nasıl oldu da bu oyuna geldik" dercesine başını salladı. "Leonardo solaktı Sophie… Solaktı ve Orta
doğulu bir
kölenin çocuğuydu. Bu her şeyi açıklıyor. Geri kalan her şey Dan Brown'ın sivri
zekasının ürünüydü."
"Ama ya Sofia! Eskinin hikmeti! Kripteksteki şifreler? Her şey o kadar güzel oturmuştu ki üst üste. Hem Leonardo'nun solaklığı neyi açıklar? Sion Tarikatı'nın lideri değildi, solaktı… Ne demek bu?"
"Her şeyi açıklayacağım Sophie. Leonardo eskinin hikmetine hiç de
prim vermediğini yazmış not
defterine. Onun aradığı hikmetle inancın buluşmasıydı. Sofia değil, Hagia Sofia; kutsal hikmet yani. Leonardo Avrupa'nın felsefesi ile Doğu'nun dinini buluşturmaya çalışıyordu. Sembolik olarak bunu yapacak bir
köprü de planlamıştı;
İstanbul'da… Asya'yla Avrupa'yı birleştirecek ilk Boğaz Köprüsü'nü. Codex'te Memlüklerin
Suriye Devâdâr'ına gönderdiği
mektuplar da var. Codex'i yayınlayan Profesör Richter Leonardo'nun Anadolu'da
Müslüman olduğunu bile iddia ediyor. Anlıyor musun? Dan Brown muhteşem bir hikaye uydurmuş. Bizi de, Leonardo'yu da kullanmış."
"Ama neden?" diye direndi Sophie. "Sadece daha çok satan bir kitap için mi?"
"
Hayır" dedi Langdon. "Umberto Eco'yu tanıyor musun?"
"
Kitaplarını okudum. Şu Gülün Adı ve… Ve Foucoult Sarkacı."
"Dan Brown bu iki kitabın intikamını alıyordu. Farkındaysan azılı bir kafir olan Eco o iki kitapta Mabed Şövalyelerini ve onlarla irtibatlı olan bütün bir Masonik kültürü yerin dibine geçiriyordu. Dan Brown'ın Da Vinci Şifresi'ni Masonların siparişiyle yazdığını da duymuşsundur. Gül Kardeşliği kendisini temize çıkarmak için bizi, Leonardo'yu, Mecdelli Meryem'i, Hazreti İsa'yı, kısacası herkesi kullanmış. Eco'nun sunduğu resme ne kadar da uyuyor bu tavır."
"Bir dakika," dedi Sophie. "Baştan alalım. Ta şu
Ortadoğulu anne faslından…"
---------------
Leonardo da Vinci 1452 yılında Ser Piero adında bir Floransa vatandaşının oğlu olarak dünyaya geldi. Doğuştan talihsiz bir çocuktu Leonardo.
Annesi babasıyla evli değildi. Doğumunun üzerinden kısa bir süre geçtiğinde evlendiler, fakat birbirleriyle değil, farklı insanlarla. Beş yaşına geldiğinde Leonardo, anne Katerina'nın evinden biyolojik babasının yanına taşındı. Bir okula kaydolabilmesi için şarttı bu.
ANNESİ KÖYLÜ DEĞİL KÖLEYDİ
Dünya tarihinin ilk psikoanalitik biyografisini Leonardo da Vinci hakkında yazan Sigmund Freud bu
erken çocukluk tecrübesinin hem yıkıcı hem de dâhi kılıcı etkisine değinir. Freud'un bildiği kadarıyla Leonardo'nun öz annesi Floransalı bir köy kızıydı. Annesinden ayrılmak ve babasının daha sonra yapacağı iki evlilikten
doğan onbir kardeşin dışlayıcı bakışları
altında
yaşamak Leonardo'yu yalnızlığa itmişti. Gayr-i meşru olduğu için çocukluğunu doyasıya yaşayamamış ve Peter Pan Kompleksi geliştirmişti. Yani ömrü boyunca hep çocuk kalmıştı. Muhteşem bir zeka, beş yaşlarında kalmış bir his dünyasıyla birleştiğinde ortaya savaş makinelerini
oyuncak olarak kurgulayan, hayal gücü alabildiğine engin, fakat hiçbir işi bitiremeyen bir kişilik çıkmıştı. Tabii Freud'un analizinden bekleneceği üzere bu, Oedipus Kompleksli, eserlerinde çizdiği kadınlara ilgi duyan, ama aynı zamanda homoseksüel bir kişilikti…
Da Vinci dehasının ortaya çıkışında çocukluk günlerinin etkisi üzerine yapılan bütün çalışmalar anne Katerina'yı görmezden gelir. Biraz da bir
köylü kızı olmasındandı bu. Oysa gerçek adının ne olduğu bilinmeyen Katerina, Floransalı bir köylü değildi. 2002 yılında İtalya'daki Museo Ideale eski ustanın annesinin Ortadoğu'dan getirilmiş bir köle olduğunu kanıtlayan
belgelere ulaştığını açıkladı.
Müze yöneticisi A. Vezzosi'nin anlattığına göre Leonardo'nun doğduğu dönemde Floransa'da köleler cariye olarak da kullanılabiliyordu. Ser Piero birlikte olduğu kölesi bir çocuk sahibi olduğunda onu yanında çalışan işçilerden birisiyle evlendirmişti.
Bu Ortadoğulu annenin Leonardo'nun kişiliği üzerinde ne kadar etkisi olduğu bilinmiyor. Syracusa Üniversitesi'nden din psikolojisi uzmanı Dr. Hasan
Kaplan, Leonardo'nun hayatı boyunca devam ettirdiği sağdan sola yazma huyunu annesinden edinmiş olabileceğini düşünüyor. Kaplan'a göre
gençlik döneminde yaşadığı üzücü olaylar üzerine Floransa'dan kaçmaya karar veren Leonardo gideceği yeri seçerken annesinden dinlemiş olduğu çocukluk hikâyelerini de hatırlamış olabilir. Nitekim annesini hayatının son yıllarında yanına alan Leonardo'nun Ortadoğu'ya olan ilgisinin yeniden kabardığı biliniyor.
Mona Lisa tablosu üzerine bir kitap yazan Profesör Donald Sassoon, Museo Ideale'nin bulduğu belgelerin Leonardo'nun kişiliği hakkında pek çok ipucu verdiğini kabul ediyor. Ancak Sassoon'a göre Leonardo'nun Ortadoğu ile ilgilenmesi için ille de 'Köle Katerina'nın oğlu olması gerekmiyor. Katerina'nın hangi Ortadoğu ülkesinden geldiği bilinmemekle birlikte uzmanlar bu ismin özellikle Hıristiyanlaştırılmış
Yahudi kölelerine verildiğini kaydediyor.
Psikoanalizin
gençlik dönemi vurgulu Eric Erickson ekolünden yetişmiş olan Dr. Hasan Kaplan, sadece çocukluk hatıralarına yoğunlaşmanın yanıltıcı olacağı kanaatinde. Leonardo'yu çocukluğa hapseden gelişmenin 1476 yılında maruz kaldığı homoseksüellik
iftirası olduğunu düşünüyor. Leonardo sonunda aklanıyor. Ama bu tecrübe hayatının seyrini değiştiriyor.
HAYATI DEĞİŞTİREN İFTİRA
"Bu tecrübe Leonardo'da iki etki yapmış olmalı" diyor Dr. Kaplan; "Bir taraftan esaslı bir kişilik krizi, diğer taraftan kaçış arayışı…" Kaplan, sözü Da Vinci'nin hayatının iki yılını Anadolu'da geçirdiği yönündeki iddialara getiriyor. Bu iddiaların sağlam mesnede dayanmadığını o da kabul ediyor, ama iftiranın sebep olduğu kaçış arayışı, Ortadoğu asıllı bir anne, Floransa'da babası dahil kimsenin kendisine sahip çıkmaması, ve tabii bu krizin insan kimliğinin oturmasında çok kritik olan bir yaşta gerçekleşmiş olması resmi tamamlıyor.
Dr. Kaplan bu iftiranın Leonardo'nun hayatını altüst ettiğine dair yeterince
delil bulunduğu kanaatinde. Prof. Jean Paul Richter'in derlediği Da Vinci'nin Not Defteri'nde Leonardo'nun amcasına ve arkadaşlarına mektuplar yazdığını ve bu utançtan kurtulmak için danıştığı biliniyor. Bu mektuplara ne
cevap aldığını tahmin etmek güç değil: 'Git buralardan!'
Kaplan'a göre Leonardo iftiraya konu olan yerden de, sanattan da uzaklaşmaya çalışmış olmalı. O dönemde Floransa dışında bir iş bulabilmek için kendisini savaş mühendisi, heykeltıraş ve
mucit olarak tanımlayan iş başvuruları yapıyor. Bu başvurularda onu asıl meşhur eden
ressamlığına ise sadece bir kelimeyle değiniyor. Kaplan bu tavrın, iftiranın stüdyo ortamıyla ilişkili olmasından kaynaklandığını düşünüyor. Nitekim Da Vinci 1478 ve 80 yıllarında aldığı çok önemli iki işi bitirmeden ortadan kayboluyor.
Da Vinci'nin biyografi yazarları onun 1482 ile 1486 yılları arasında nerede olduğu hakkında net bir delilin olmadığında
ittifak ediyorlar. Leonardo'nun
Milanolu Dük Ludovico il Moro'nun
hizmetine girdiği ve bunun için daha 1482 yılında yazışmalar yaptığı biliniyor. Ancak 1486'ya kadar Milano'ya yerleştiğini gösteren bir belge yok.
KİMLİK DAĞILMASI
Leonardo'nun söz konusu iftira üzerine yaşadığı sürece Eric Erickson 'kimlik dağılması' adını veriyor. Dr. Kaplan, bu sürecin 'her işle uğraşan ama hiçbir işi tamamlayamayan ve yer değiştiren bir kişilik' ortaya çıkaracağını söylüyor. Kaplan'ın
modern dönemden yaptığı örnekleme şarkıcı
Michael Jackson.
"O da bir dâhi ve onun da Peter Pan Kompleksi var. Yani büyüyememiş. Ve iftiraya uğruyor. Mahkeme kendisini temize çıkarsa da Jackson gibiler, Leonardo gibiler duramazlar orada. Mesela Jackson Dubai'ye kaçıyor." şeklinde konuşan Kaplan, bu tür coğrafî hareketlilikleri fikrî ve ideolojik kaymaların da takip edeceğini söylüyor. Yani Leonardo'nun Floransa'yla birlikte Hıristiyanlıktan da kaçmış olması muhtemel. Dr. Kaplan, Richter'in Leonardo'nun Müslüman olduğu yönündeki tezine pek yakın durmuyor. Ama Hıristiyanlık dışı bir çizgiye kaymış olma ihtimalini yüksek görüyor: "Belki Nusayrilerle karşılaştı Anadolu'da. Belki Yahudilerle. Belki birden fazla dinî gelenekten aldığı fikirlerle bir anti-Hıristiyan çizgi oluşturdu."
Dr. Kaplan bu sorulara verilecek çoğu cevabın spekülasyon olacağını kabul ediyor. Ancak en azından Dan Brown'dan daha avantajlı durumda olduğumuzu düşünüyor: "Ortada açık bir kimlik dağılması var. Floransalı dâhi ressam hiçbir zaman inşa edilmeyen mabed planları çiziyor, hiç su doldurulmayan havuzlar, hiç bronza veya mermere dökülmeyen heykeller planlıyor. Dünyanın en meşhur ressamlarından biri ama sadece 12 tane tablosu var. Bunların da bir kısmı bitmemiş, bir kısmını da başkaları bitirmiş. Bu adamın kaçmamış olması mümkün değil. Tek sorun nereye kaçmış olduğunu belirlemek. Bunu da Richter'in derlemesindeki mektuplardan öğreniyoruz. 'Suriye Devâdârına' diye başlayan mektuplardan…"
Da Vinci'nin hayatının en çok
vakit alan ve neredeyse hiç terk etmediği tek uğraşısı not defteri tutmasıydı. Büyük çoğunluğu sağdan sola yazıldığı için yeniden basılma ihtiyacı duyulan not defterlerinin üçte iki kaybolmuş. Yine de bugün 7 bin sayfayı aşkın bir 'codex' var. Bunların içinden ilk esaslı derlemeyi yapan Richter, Da Vinci'nin Suriye Devâdâr'ına yazdığı mektuplar üzerine yüz yıldan uzun sürecek bir
tartışma başlatmış.
Bu mektuplarda Leonardo da Vinci Suriye'de önemli bir mevki işgal eden Devâdârlık makamına kendisine verilen işin neden yolunda gitmediğini, Memlüklerin kuzey sınırlarında giriştiği çalışmalar için Kalindra
kasabasının uygun olduğunu, ancak sınırların en kuzeyinde yaşanan bir felaketin söz konusu işi geciktirdiğini, bu felaketin de etraflı bir
raporunu hazırlamak istediğini anlatmaktadır. Hayli bozuk bir İtalyanca kullanan Da Vinci bir de askerî sebeplerin dayattığı gizliliği esas alınca mektupların anlaşılması bir hayli zorlaşmış. Dahası müsveddelerde o dönemin Anadolu'su ile alakalı yanlış bazı gözlemler ve hatalı mekân isimleri de bulunuyor.
MEKTUPLARDAKİ İPUÇLARI
Bu sebeple Richter ve birkaç
Ermeni araştırmacı dışında Da Vinci uzmanları bu mektupları bir 'fantastik çizgi
roman' projesinin parçaları olarak görmüş. Fakat mektuplar üzerinde yapılan derinlemesine bir çalışma Da Vinci'nin
İslam toprakları ve kültürüne olan ilgisinin oldukça erken bir yaşta başladığını gösteriyor. Ayrıca açıklanması zor bazı ifadeler içerseler de bu mektupları tümden hayal ürünü olarak görmek Da Vinci'nin karanlık yıllarının nerede geçtiğini anlamamıza yaramıyor.
Paul Richter öncelikle mektupların 'kurgu roman' tarzında olmadığının altını çiziyor. Da Vinci bu mektuplarda en uygun kelimeyi bulabilmek için sürekli düzeltmeler yapmış. Richter, Da Vinci'nin Giuliano de Medici gibi devlet adamlarına yazarken de aynı şeyi yaptığına dikkat çekiyor. Dahası Da Vinci sıklıkla yaptığı üzere metnin yanına söz konusu edilen olayların geçtiği bölgenin resimlerini yapmış. Richter bu resimlerin bahsedilen mekânlarla örtüşmesini de Da Vinci'nin Anadolu'ya gelerek iki yılını burada geçirdiğinin delili olarak gösteriyor.
Da Vinci'nin mektupların yazıldığı 'devâdârlık' makamını tanıması da ilginç. Bu makam sadece Memlüklerde bu isimle anılıyor. Selçukluların Davetdâr (Sultanın divitini tutan görevli) adını verdikleri makam zamanla önem kazanmış. Memlüklerin son dönemlerinde devâdârlar
sultanın vekilliği görevini dahi üstlenmişler. Mektubunda Suriye Devâdârını 'Yüce Babil Sultanının naibi' ifadesi ile selamlaması Leonardo'nun bu çağdaş bilgiye de sahip olduğunu gösteriyor. İlginç olan devâdârların elçilerin karşılanması ve
yabancı devlet erkânı ile ilişkileri takipten de sorumlu olmaları. Dolayısıyla Da Vinci Memlük sultanının hizmetine girecekse bunu gerçekten de bir devâdârın takip etmesi gerekiyor.
Tarihler Da Vinci'nin söz konusu mektupları yazdığı yıllarda Suriye Devâdârlığını aslen Memlük ordularının başkomutanı olan Emir Özbek'in yürüttüğünü kaydediyor. Bu sıralarda Memlük tahtında da meşhur Sultan Kaitbey oturuyor. Kaitbey döneminde Memlüklerle İtalyan kolonilerinin ilişkilerinin çok iyi olduğu ve pek çok Floransalının Suriye'nin sahil kentlerine yerleştikleri biliniyor. Memlük sultanının askerî amaçlı mühendislik faaliyetlerinde Avrupalı mühendislerden istifade ettiği de tarihin kayıtları arasında.
Leonardo mektuplarında bulunduğu mekânlardan İrminiyye (
Ermenistan) diye bahsettiği için bu belgeler öncelikli olarak Ermeni akademisyenlerin ilgisini çekmiş. 1968'de Viken Khechoomian, yayınladığı 'Leonardo da Vinci Ermenistan'da' başlıklı ma
kalesinde Da Vinci'nin bir müddet Anadolu'da bulunduğu tezini
destekliyor. Khechoomian, Floransalı mühendisin Memlük topraklarına ilgi duymasını hem Da Vinci açısından, hem de Memlük askerî yetkilileri açısından makul görüyor.
Khechoomian, Leonardo da Vinci'nin Memlüklerin hizmetine Floransa'dan kaçarak değil, bizzat Milano dükü tarafından görevlendirilerek veya Suriye Devâdârı tarafından
çağrılarak geldiğini düşünüyor. Çünkü
Osmanlı 1480'de Otranto şehrini ele geçirmiş ve fakat bu kuşatmanın başarısız olması üzerine
Fatih Sultan Mehmet doğuya yönelme kararı almıştı. 1475 yılı itibarıyla Osmanlılar Karaman'ı ele geçirmişti zaten. Kilikya'nın limanlarına kadar inmişler, fakat Otranto seferi sırasında geri çekilmişlerdi. Fatih Sultan Mehmet'in 1481'de Memlükler üzerine harekete geçtiği bir sefer sırasında ölmesi Kaitbey'e biraz nefes aldırmıştı. Ancak
Kahire Sultan Bayezid'e karşı Cem Sultan'a destek vererek Osmanlı'nın müsamahasını tüketmişti. Temmuz 1482'de Cem Sultan Rodos'a kaçtığında Memlükler Osmanlı’yla baş başa kalmışlardı. Memlükler Osmanlı'nın geri geleceğini biliyordu. Gedik Ahmet Paşa'nın bir önceki gelişinde Torosları ne kadar kolay geçtiğini de görmüşlerdi. Bu defa geçişi zorlaştırmak gerekiyordu.
Kaitbey 1477 yılında üst düzey askerleriyle birlikte bir Doğu Anadolu gezisi yapmış, bu çerçevede Antakya'dan Erzincan'a kadar varan hat üzerinde Torosların güney yamaçlarını gözden geçirerek muhtemel Osmanlı sızmalarına karşı alınması gereken tedbirleri belirlemişti. Leonardo da Vinci muhtemelen başka bazı Avrupalı mühendislerle birlikte işte bu atmosferde Anadolu'ya çağrılmıştı. Bu çağrı İtalyanlar için de önemli bir fırsattı. Osmanlı'nın İtalya'ya yeniden saldırmasını önlemenin yolu Anadolu'da meşgul edilmesiydi. Bu sebeple İtalyanlar Akkoyunlular ve Memlüklerle işbirliğine girişmişler, bu ülkelere
silah yardımında dahi bulunmuşlardı. MEKTUPLARDA BAHSİ GEÇEN YERLER
Da Vinci'nin mektuplarından ve siyasi konjonktürden anlaşılacağı üzere temel vazifesi Toros sıradağlarının Osmanlı ordularınca aşılmasını zorlaştıracak kaleler ve
savunma sistemleri kurmaktı. Bu bölgede eskiden Kilikya Krallığı bulunuyordu. Bu bölgeye Memlükler İrminiyye diyorlardı. Da Vinci de mektubunda Kilikya ve İrminiyye ifadelerini kullanmıştı.
Da Vinci'nin Anadolu'da bulunduğu dönemde görev alanının güneyde Ak
deniz sahillerinden kuzeyde Erzincan'a kadar ulaştığı anlaşılıyor. Öncelikli olarak meşhur Kilikya Kapısı'nı koruma altına almak zorunda olan Da Vinci'nin Konya'yı Bulgar Dağları'nı aşarak Tarsus'a bağlayan bölgede gezindiği görülmektedir.
Da Vinci'nin Torosların güney yamaçlarında gezerken Kalindra adında bir kasabayı görevi için uygun bulduğundan bahsetmesi ilginçtir. Richter ve sonraki çoğu araştırmacı Kalindra'nın
Anamur yakınlarındaki
Gülnar kasabası olduğunu kaydetmişti. Da Vinci bu kasabanın zenginliğinden bahseder. Kasaba halkı 1260'larda Orta Asya'dan göçerek buraya yerleşmiş
Türkmenlerdir. Gülnar 1461 tarihinde Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmışsa da Osmanlı'nın Torosların güneyini boşaltmasından sonra yeniden Memlüklerin nüfuz alanına dönüşmüştür.
Da Vinci'nin güney sahillerinde Antalya'ya kadar gezdiği ve Sultan Dağı'nı uzaktan seyrettiği anlaşılıyor. 'Kalindra'dan
batıya doğru devam ettikçe görülen ve ihtişamını ortaya koyan dağ' diye bahsettiği Sultan Dağı olsa gerektir.
Da Vinci'nin mektuplarında Orta Toros sıradağlarına
Kafkas Dağı denildiğini duyunca kafasının karıştığı anlaşılmaktadır. 19. yüzyılın sonlarında Anadolu'yu gezen
İngiliz harita bilimci Charles Wilson, Da Vinci'nin Anadolu'ya geldiği iddiasını kabullenmemekle birlikte Orta Toroslara 'Kavkas' denilmiş olabileceğini kaydeder. Wilson'a göre Orta Torosların yamaçlarındaki
Göksun platosunun adı antik dillerde Kavkas'dır. Da Vinci'nin çizdiği haritada Orta Torosların hemen yanındaki Erciyes'i de işaretlemesi Göksun yakınlarından geçtiğini gösteriyor.
ERZİNCAN DEPREMİNİ GÖRDÜ MÜ?
Da Vinci'nin Devâdâr'a yazdığı mektup müsveddelerinden en ilginci '
Kuzey sınırlarında gerçekleşen büyük bir deprem'le alakalı olanıdır. Bu depremden sadece bahsedilmemiş, Da Vinci depremin sebepleri ve sonuçları üzerine etraflı bir rapor hazırlamaya girişmiştir. Viken Khechoomian, Leonardo'nun depremle alakalı anlattıklarından ve kullandığı 'Doğu Ermenistan'ın alçak kısımlarındaki sel…' ifadesinden Erzincan'da bulunmuş olacağını tahmin ediyor.
Kandilli Rasathanesi kayıtlarına göre 21
Aralık 1482'de Erzincan ve
Erzurum yöresinde 9 şiddetinde bir deprem gerçekleşmiştir. Doğu Anadolu'da takip eden onlarca yıl boyunca büyük ölçekli bir depremin olmaması Da Vinci'nin bu tarihte Erzincan'da olması ihtimalini güçlendiriyor. Da Vinci'nin kar, yağmur ve
fırtına ile birlikte depremden bahsetmesini bu durum daha anlamlı kılıyor. Kandilli kaynaklarında ölü sayısı hakkında bir bilgi olmamakla birlikte Ermeni tarihçisi Hovhannes Daraanghetzi bu depremde 30 bin insanın öldüğünü kaydediyor.
Erzincan depremi Da Vinci'nin not defteri içinde özel bir yere sahip. Da Vinci Suriye Devâdârına yazdığı mektuplar ve Anadolu'daki görevi hakkında kimseye bilgi vermemekle birlikte bir arkadaşına gönderdiği mektupta 'kuzeyde yaşanan bir deprem ve bir sel felaketine' şahit olduğunu kaydeder. Da Vinci'nin mektupta kullandığı 'o güne kadar düşmanımız olan komşularımız bize erzak tedarik ettiler' ifadesi de manidardır. Bu 'düşman komşular'ın civardaki Türkmen, Tatar veya
Kürt aşiretleri olma ihtimali yüksektir.
Da Vinci'nin bu deprem felaketinden oldukça etkilendiği açıktır.
Felaket sahnesi zihnine kazınmış, daha sonra çizdiği pek çok tabloda Da Vinci bu tabloyu zemin olarak kullanmıştır. Mona Lisa'nın
mesaj yüklü olduğu iddia edilen arka fonu muhtemelen Erzincan'da gördüğü deprem, çığ, suların yükselmesi ve insanların kaçışması sahnesidir. Leonardo'nun bu tecrübesini bilmeyen veya kabullenmeyen sanat eleştirmenleri uzun yıllar Mona Lisa'nın arka planı hakkında teoriler geliştirmeye çalışmış, bunu yaparken psikoanalizden Floransa doğasına karşı düşmanca bir bakışın gerçeği büktüğüne kadar zorlama açıklamalara başvurmuşlardır.
Da Vinci'nin kafası ve sanat gözü deprem sahnesinden etkilenmekle birlikte kalbi de nasipsiz kalmamıştır. Devâdâr'a göndermek üzere hazırlayacağı raporun bir taslağı şeklinde yazdığı başlıklar Da Vinci'nin imanını sorguladığını ve 'yeni bir
peygamber'den bahsettiğini göstermektedir. Jean Paul Richter, Da Vinci'nin bahsettiği yeni peygamberin Hazreti
Muhammed Aleyhisselam olduğunu, dolayısıyla Leonardo'nun bir şekilde İslam inancını benimsemiş olabileceğini iddia eder.
MÜSLÜMAN MI, YAHUDİ Mİ, YOKSA AMADEAN MI?
Paul Richter, Da Vinci'nin 'deprem raporu'nun bölümlerine 'hamdele ve imanın tasdiki' bölümüyle başlamasını ve daha sonra bu yıkımdan haber veren bir peygamberden bahseden bir bölüm öngörmesini onun Müslüman olmayı seçtiğinin emaresi olarak zikrediyor. Richter daha ileriye gidip bu peygamberin depremle alakalı verdiği haberlerden kastın Kur'an'daki Zilzal Suresi olduğunu da iddia ediyor. Çoğu araştırmacı Richter'in bu açıklamasını Da Vinci'nin kendisinin ifadeleriyle karıştırıp Floransalı ressamın Kur'an'a atıfta bulunduğunu kaydetse de bu yanlıştır. Da Vinci sadece 'yeni bir peygamberin çıkışını ve bu felaketten bahsedişini' zikreder ki muhtemelen civar halktan duyduğu
kıyamet alameti hadisler bu durumu daha iyi açıklar.
Fırat'ın suyunun kesilmesi ve doğudan çıkacak bir ateş hakkındaki hadisler Da Vinci'nin anlattığı deprem ve felaket manzaralarını daha bir andırır.
Dr. Hasan Kaplan, Da Vinci'nin Müslüman olması ihtimalini zayıf görmekle birlikte Floransa'dan kaçmış, Hıristiyanlığın kendisine dayattığı hayat tarzından nefret eden bir gencin sadece mekânda değil, imanda da alternatifler aramış olabileceğini söylüyor. "Bu anlamda ben Toroslarda tanımış olabileceği Nusayrilerden etkilenmesinin daha kuvvetli bir ihtimal olduğunu düşünüyorum." diyen Kaplan'ı, Charles Wilson'un 19. yüzyıl sonlarına kadar Toros ve Fırat havzasında Nusayri kolonilerinin bulunduğu yönündeki raporu doğruluyor. Batınî bir mezhep olan ve İslam, Musevilik, Hıristiyanlık ve Sabiilikten etkilenmiş olan Nusayriler kurucuları İbn Nusayr'ı yeni bir peygamber olarak görüyorlar. Fırat Nehri üzerine pek çok kehanetleri olan İbn Nusayr ilginç bir şekilde Hazreti Yahya'nın Hazreti İsa için yaptığını İmamiyye'nin onbirinci imamı Hasan el-Askeri için yaptığını ve onun 'müjdecisi' olduğunu ilan etmiştir. Bu anlamda Hıristiyanlığın peygamberlik algılayışında Hazreti Yahya'nın doldurduğu yeri İbn Nusayr doldurur.
Dr. Kaplan, Da Vinci'nin tablolarında görülen ve Hazreti Yahya'nın sembolü olduğu iddia edilen, göğü gösteren şehadet parmağının da Müslümanlardan veya Nusayrilerden öğrenilmiş olabileceğini düşünüyor. Nusayrilerin şarap ve
üzüm asmalarını yüceltmeleri ile insan ve insan vücuduna verdikleri önemle Da Vinci'nin şarap, üzüm ve insan uzuvları üzerine yaptığı çizimler de üst üste oturuyor. Kaplan'ın söyledikleri insanın aklında 'Acaba hiç haç işareti taşımayan Yahya, Nasranilerin (Hıristiyan) değil de Nusayrilerin Yahya'sı mıydı sorusunu getiriyor.
BELKİ DE YAHUDİYDİ, HEM DE KABALACI
Buna karşılık Da Vinci'nin Yahya vurgusunun aslında bir Yahudilik vurgusu olduğunu iddia edenler de az değil. İtalyan din adamı Don
Franco Botempi'ye göre Da Vinci'nin annesi olan köle kadın Ortadoğulu değil Rus asıllı bir Yahudi idi. Bu sebeple daha erken yaşlarda Hıristiyan dogmasına karşı bir mesafe koymuştu. Onun Hıristiyanlığı da Eski Ahit merkezli bir Hıristiyanlıktı. Don Franco'ya göre Da Vinci bu
inanç kaymasını ancak sanatının arka planlarında ifade edebiliyordu. Zira engizisyon hâlâ hayatın yadsınamaz bir gerçeğiydi. Don Franco daha en erken resimlerinde geleneksel Hıristiyan sanatının haç, çarmıha gerilme, kan gibi figürlerinden uzaklaşan Da Vinci'nin Yahudilikle ilişkisinin sadece annesinden kaynaklanmadığını da biliyor. Don Franco'ya göre, Floransalı ressam mühendisimizin Sultan Bayezid'e gönderdiği mektup da Yahudilerle olan irtibatını ispatlıyordu. Çünkü bir Avrupalının İslam ülkelerinde bağlantılar edinebilmesinin tek yolu Yahudilerdi.
Dan Franco'ya göre Da Vinci Hıristiyanlıktan tümden kopmamış, bunun yerine Aryan mezhebinin 15. yüzyılda İtalya'da ortaya çıkan bir koluna intisap etmişti. Bu 'neo-aryan mezhep 1476'da Yeni Apocalips adlı eseri kaleme alan Amadeo Mendez tarafından kurulmuştu. Yahudilikten Hıristiyanlığa dönmüş bir ailenin çocuğu olan Amadeo Fransiskenlerin içinde Amadeanlar adıyla bilinen bir tarikat kurmuştu. Zamanla Papa'nın yardımcılığına kadar yükselmiş olan Mendez Apocalypse Nova'da kendisine vahyedildiğini iddia etmişti. Bu da onu bir tür 'yeni peygamber' yapıyordu.
Amadeo Mendez asla Hıristiyanlıktan çıkmamıştı. Ancak yoğun bir Vaftizci Yahya Peygamber vurgusu vardı. Kitabının ikinci bölümü tamamen Hazreti Yahya'nın sözlerine dayanmıştı. Böylelikle Hazreti Yahya İsa Mesih'i müjdeleyen sıradan bir 'haberci peygamber' olmaktan çıkıyor ve Hazreti İsa'ya denk bir peygamber rolü üstleniyordu. Mendez çarmıha gerilmeyi de tamamen reddediyordu. Don Franco, Da Vinci'nin 1482'den itibaren sürekli artan bir Yahya vurgusu gösterdiğini kaydeder. 1482 de Da Vinci'nin Amadeo Mendez ile tanışmış olması muhtemeldir. Kendisiyle görüşmemiş dahi olsa Da Vinci'nin Apocalypse Nova'yı 1482'den önce okumuş olduğuna kesin gözüyle bakılmaktadır.
Dan Franco, Da Vinci'nin Floransa'da Kabalistlerle de tanışmış olduğuna kesin gözüyle bakar. İtalya'nın Ortaçağ Kabalacılığının önemli merkezlerinden biri olduğu ve 15. yüzyılda Kıyametin kopmak üzere olduğu yönündeki Kabala propagandalarının zirve noktalara ulaştığı düşünülürse bu tanışıklığın anlamı daha iyi kavranır. Don Franco Mona Lisa'nın arka planındaki sahnenin tam anlamıyla Kabalistik bir 'doğru yol - yanlış yol' ikilemini resmettiğini iddia etmiştir.
HAYATI VE SANATI DEĞİŞTİ
Da Vinci'nin kaderinin 1482 yılında döndüğü yönünde hemen hemen ittifak vardır. 1998'de, Leonardo da Vinci: Bir Dahinin Kökenleri adlı kitabı yazan David Alan Brown 1482 öncesinde başarısız ve aklı havada bir ressam çırağı olarak gördüğü Da Vinci'nin bu yıldan sonra yepyeni bir insan olarak ortaya çıktığını söylüyor. Bu dönüşümü Mendez'in kitabı mı sağlamıştı? Yoksa Anadolu'da geçirdiği iki yıl ve Erzincan'da gördüğü asrın depremi mi?
Bunları hiçbir zaman net olarak bilemeyeceğiz. Ancak bu tarihten sonra Da Vinci'nin hayatında görülen değişimin sadece Yahyacı bir çizgiye kaymak olmadığının altını çizmek gerek. Gördüğü doğa olaylarını açıklamaya çalışma huyu olan Da Vinci, Prof. Eugen Oberhummer'ın kaydettiğine göre Milano yılları ve takip eden 'göçebelik' yıllarında
erozyon, deprem, sel ve suların yükselip alçalması üzerine bir dizi teori geliştirmiş.
Depremlerin suyun yerin iç kısımlarına çekilmesi ile birlikte artan sıcaklıkla buharlaşması ve yerkürenin içinde bu buharın oluşturduğu basınç sonucunda ortaya çıktığını iddia etmiş mesela.
Sadece bu gözlem bile Leonardo'nun Erzincan depremini yaşamış olma ihtimalini dikkate almayı gerektiriyor. Ancak Floransalı ressamın Anadolu'da iki yılını geçirdiğine inanmak çözdüğünden daha fazla problem oluşturuyor. Böylesi bir maceradan neden sadece bu birkaç mektupta bahsettiğinin açıklaması Richter'in veya 1892'de Leonardo da Vinci:
Sanatçı ve Bilimadamı adlı bir kitap yazan Sorborne profesörü Gabriel Seailles Leonardo'nun iddia ettiği gibi başarısız bir girişimin unutulması arzusu olabilir. Fakat bu durumda da Da Vinci'nin Anadolu'da verdiği yer isimlerinin incelenmesi, hatta 1482-86 yıllarında Memlüklerin kuzey sınırlarında yapılan kale ve diğer savunma sistemlerinde Da Vinci izinin bulunup bulunmadığının araştırılması gerekiyor. Tabii bir gün Memlük arşivlerinde Suriye Devâdâr'ına gönderilmiş mektupların asılları ve tam bir rapor metni bulunabilirse bu Da Vinci uzmanlığının çehresini değiştiren bir gelişme olurdu.
Bütün bu zorluklardan kaçmak da çözüm değil. Da Vinci'nin hayali bir 'macera
çizgi romanı' yazma girişiminden bahseden karşıt görüşünden Leonardo realizmi ile böylesi bir romantizmi birleştirmeyi başarabilmeleri gerekiyor. Ve tabii Leonardo'nun karanlık yıllarını nerede geçirdiğini de açıklayabilmeleri.
Dr. Hasan Kaplan bu kadar büyük iddiaların kendisini aşacağını düşünüyor. Ama özellikle Leonardo'nun kişilik kriziyle Anadolu macerasını birleştiren bir kitabın hazırlıklarını tamamlama aşamasında olduğunun da müjdesini veriyor.
DA VINCI’NİN SURİYE DEVÂDÂRINA YAZDIĞI MEKTUPLAR
1- Yüce Babil Sultanı'nın Vekili Suriye Devâdârına,
Sadece sizi değil bütün bir dünyayı dehşete düşüreceğine emin olduğum kuzey bölgelerimizdeki bu yeni felaket, önce etkisini sonra da sebeplerini sunacak şekilde gerektiği üzere anlatılacaktır.
2- Kendimi, beni buraya gönderme sebebin olan görevi gerektiği üzere sevgi ve dikkatle yapmak üzere İrminiyye'nin bu bölgesinde bulduğumda, bana amacımız için en uygun bir yer görünen ve sınırlarımıza yakın bulunan Kalindrafy kentine girdim. Bu şehir Toros sıradağlarının Fırat'tan ayrıldığınızda Büyük Toros Dağı'nı batınızda göreceğiniz bölgede dağların eteğinde bulunur. Bu tepeler öylesine yüksektir ki adeta göğe dokunurlar ve dünyanın hiçbir yerinde bunun zirvesinden daha yüksek bir yer yoktur. Öyle ki gündoğumundan dört saat önce güneşin ışık huzmeleri bu dağın doğu yamacına düşer ve bembeyaz taştan olan bu dağın tepesi öylesine görkemli bir şekilde parlar ki buralı Ermeniler için gece karanlığının ortasında parlak bir ay ışığının yapacağı işi görür. O muazzam yüksekliği sayesinde bu zirve noktası bulutların seviyesini dikine bir uzaklıkla dört mil aşar. Bu zirve noktası Batıya doğru pek çok yerde güneşin batımından sonra gecenin son üçte birinde aydınlanmış görülür. İşte bu seninle bir sakin gecede şeklini değiştiren, bazen ikiye veya üçe ayrılmış, bazen uzun ve bazen kısa gördüğümüz ve bir kuyrukluyıldız sandığımız şeydir. Böyle görülmesinin sebebi güneşle dağ arasında kalan ve güneş ışığı huzmelerinin bir kısmının dağlara ulaşmasına engel olan bulutların farklı aralıklarla yayılmış olmasıdır. Bu sebeple parıltının şekli değişir durur.
3-KİTABIN BÖLÜMLERİ
Hamdele ve imanın tasdiki
Sona doğru gelen ani su
baskını
Şehrin harab oluşu
İnsanların ölümü ve me'yusiyetleri
Vaizin aranması, feragati ve hayırseverliği
Dağın çöküşünün sebebinin tasviri
Sebep olduğu ziyan
Çığ düşümü
Peygamberin çıkışı
Onun verdiği haber
Doğu İrminiyye'nin aşağı kısımlarının sel atlında kalışı, ve Toros Dağları üzerindeki açıklığın suyun çekilmesi üzerindeki etkisi
Yeni Peygamber bu yıkımı haber verdiği gibi nasıl gerçekleşeceğini de gösterdi
Toros Dağlarının ve Fırat Nehri'nin tasviri
Dağın tepesinin parlama ve güneşin batışından sonra gecenin yarısıyla son üçte biri arasında Batıdaki halklara ve gün ağarmadan önce Doğudaki halklara neden bir kuyrukluyıldız gibi göründüğü
Bu kuyrukluyıldızın neden kah yuvarlak, kah uzun, kah ikiye veya üçe bölünmüş ve kah tek parça olarak farklı şekillerde göründüğü ve bir daha ne zaman görüneceği
4-TOROSLARIN ŞEKLİ HAKKINDA
Ey Devâdâr, azarlamalarının ima ettiği gibi bir atıllıkla suçlanmamalıydım. Bana tevcih ettiğiniz menfaatlerin de kaynaklığını yapan şahsıma karşı aşkın sevginiz aynı zamanda beni böylesine muazzam ve dehşetengiz bir etkisi olan olayın sebeplerini araştırırken her türlü özen ve dikkati göstermeye zorluyor. Tabii bu da zaman gerektiren bir iş. İmdi, böylesine büyük bir etkinin sebeplerini her yönüyle anlatıp sizi mutmain edebilmek için öncelikle bölgenin yapısını anlatmalı, daha sonra yaptığı etkiye geçmeliyim ki bunun sizi tamamen tatmin edeceğine inanıyorum.
5-Ey Devâdâr, lütfen acil taleplerinize zamanında cevap verememiş olmamdan dolayı gazaplanmayın. Çünkü benden talep ettiğiniz şeyler biraz zaman geçmeden doğruca ifade edilemeyecek doğadaki şeylerdir. Özellikle de böylesine büyük bir etkinin açıklanabilmesi için bölgenin doğasını ihtimamla anlatmam gerekiyor ki bu sayede sizin bahsi geçen talebinize mutmain bir cevap verebileyim.
Anadolu'nun yapısı veya sınırlarını oluşturan denizlerin ve karaların ve boyutlarının tasvirini atlayacağım. Çünkü senin ihtimam ve dikkatinle bu türlü meseleleri kendi çalışmalarında
ihmal etmemiş olduğunu biliyorum. Ben doğrudan Toros Dağlarının bu muazzam ve yıkıcı mucizenin temel sebebi olan ve bizim hedefimize ulaşmamıza hizmet edecek olan yapısına geçeceğim.
6-Öncelikle şedit ve azgın rüzgarların saldırısına maruz kaldık. Sonra buna bütün bir vadiyi doldurarak şehrin büyük bir kısmını yok eden dağ gibi çığların düşüşü takip etti. Bu da yetmedi, bora ani bir sel getirdi üzerimize ve şehrin aşağı kısımları sular altında kaldı. Sonra birden yağmur yağmaya başladı ve kum, çamur, taşlar ve onlara bulanmış
ağaç köklerini önüne katan bir sele dönüştü. Her şey havalanmış ve üzerimize düşüyordu. Sonunda büyük bir
yangın başladı. Bu öyle rüzgarın taşıdığı bir yangın değildi, sanki onbinlerce
şeytan getirmişti onu ve mahallelerimizden geri kalan ne varsa yakıp yok etti… Şimdi bütün işlerimizi