Yarın 29
Ekim. “
Tarih sayacı”nda bir
Cumhuriyet Bayramı daha dönüşünü tamamlayacak. Yıl dönümlerinin toplu bilgi sunumuna imkân sağlayan özelliğinden hareketle
Cumhuriyet'in kimi ilklerini derledik. Bu derlemenin; “kitabî ve çok bildik” olmamasına ise özen göstermeye çalıştık.
İlk
radyo özeldi
1990'ların başında “ilk” özel radyolar açılmış, ancak anayasal boşluk olduğu için 31
Mart 1993'de kapatılmıştı. Özel radyoların çok konuşan ama az okuyan DC'leri bu kapatılma döneminde kullanamadılar ama ellerinde aslında çok sağlam bir argüman vardı. Çünkü 8
Eylül 1926'da kurulan
Türkiye'nin ilk radyosu özel
sermayeliydi. Üstelik kurulmasını
teşvik eden de
Atatürk'tü. Nuri İleri, Falih Rıfkı Atay,
Cemal Hüsnü ile
İş Bankası ve
Anadolu Ajansı radyonun ortaklarıydı.
İstanbul Osmaniye'den ilk yayınını yapan radyonun asıl stüdyosu ise
Sirkeci Büyük Postane'nin üst katına kurulmuştu. Bu radyo, devletleştirme rüzgarının ardından 1936'da PTT'nin kontrolüne verilmişti.
İlk
sınır ötesi
Kıbrıs çıkarması ayrı tutulduğunda Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk sınır ötesi operasyonunu yine Irak'a yapmıştı. Türkiye,
Ankara ile
Bağdat arasında
imzalanan
Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması uyarınca
kazandığı sıcak takip hakkını ilk kez 25
Mayıs 1983'te kullandı. Bu ilk operasyonda 7 bine yakın
Türk askeri sınırı 5 km kadar geçerek
PKK militanlarıyla sıcak temas kurmuştu. İlk sınır ötesi operasyonun ardından bugüne kadar 23 sınır ötesi harekat daha yapılmıştı.
Yolların Koç'u
Cumhuriyet tarihinde ilk şehirler arası ulaşımı başlatan
Kamil Koç'tu. İlk seferini 1926 yılında
Bursa - İstanbul arasına koyan Kamil Koç, bir süre sonra İstanbul - Ankara seferlerini başlatan ilk
firma da olmuştu. Kamil Koç, 1965'de otobüslerde,
hostes uygulamasını, 1967'de de amblem ve
logo uygulamasını başlatan yine ilk firmaydı.
“
İngilizce arabesk”
1982'de
Nikah Masası ile büyük çıkış yapan Ümit Besen, 3 yıl sonra Emre Plak'ın sahibi Hüseyin Emre'nin zorlamasıyla hiç istemediği bir projeye imza atacaktı:
İngilizce arabesk! “I love you I love you / Do you love me? / Yes I do. / If you love me tell me tell me. / If you want me kiss me kiss me.” Müzik dünyasının ilk -muhtemelen son da o idi- İngilizce arabesk denemesi, Ümit Besen'in
müzik kariyerinde her zaman isteksizce andığı bir dönemeç olsa da, Emre Plak “sarsıcı etiketi” nedeniyle oldukça iyi bir satışa ulaşmıştı.
İlk dış borcu sermaye yaptık
Cumhuriyet döneminde net döviz girişi sağlayan ilk dış borç 1930'da alınmıştı.
Borç anlaşması,
Merkez Bankası'nın kuruluşu sırasında altına konvertibil dolar olarak gerekli sermayeyi temin edebilmek için yapılmıştı. Özel bir
Amerikan şirketinden alınan 10 milyon dolarlık borca karşılık şirkete 25 yıl süreyle kibrit
inhisarı (tekeli) imtiyazı verilmişti.
O “bordo-
krem banliyöler”
Kemal Sunal filmlerinde fonda “
Cankurtaran”
istasyon tabelası görünür, “
Şaban” yine kimbilir hangi belayı başına sarmış, bir telaş koştururken istasyon alt geçidine doğru, o tiz-bas karışımı düdüğü, bordo - kremli görüntüsüyle “banliyö” de arkadan geçerdi. Merhum Adnan Menderes'in iktidara gelmesiyle ilk elektrikli banliyö
tren seferi 4
Aralık 1955 yılında Sirkeci-
Halkalı hattında başlamıştı. Tren, buharlı trenle 1,5 saatte alınan Sirkeci-Halkalı arasındaki mesafeyi 45 dakikada almıştı. İlk gün meraktan yolcu sayısı 50 bine yaklaşmıştı. Haydar
paşa -
Pendik hattı ise 1963 yılında hizmete girmişti. Geldiği yıldan itibaren adeta İstanbul'un simgelerinden birisi olan bordo - krem renkli banliyö trenleri, 1990 başlarında alınan bir kararla
mavi-beyaza boyandı.
Bir garip
uçak kazası
17
Şubat 1993'de
jandarma Genel Komutanı Eşref
Bitlis'i Diyarbakır'a götürecek olan B-200 askeri tip uçak, Ankara üzerindeyken motorlarının birinin alev alması sonucu Yenimahalle PTT binasının bahçesine düşmüş, Bitlis'le beraber dört kişilik
mürettebat da hayatını kaybetmişti. PKK'ya karşı 'farklı' bir çözüm anlayışına sahip olan,
bölge halkının kazanılması görüşünü savunan Bitlis'in yaşadığı
uçak kazasıyla ilgili
sabotaj iddiaları yıllarca gündemden düşmemişti. Kendisi de
pilot olan
ANAP'lı
Ekrem Pakdemirli , “Ben de kullandım, bu uçaklarda buz kırıcı vardır” diyerek kazayla ilgili şüphelerini dile getirmiş ancak Genelkurmay'ın hazırladığı raporda sabotaj ihtimali bulunmadığı görüşü savunulmuştu. Sonuçta;
Orgeneral Eşref Bitlis olayı, bir kuvvet komutanının görevdeyken hayatını kaybetmesine yol açan ilk kaza olarak tarihteki yerini aldı.
Türkçe Kur'an, Türkçe
Ezan
Ziya Gökalp'in
Vatan adlı şiirinde, “Bir
ülke ki, camiinde Türkçe Ezan okunur / Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur'an okur” mısralarıyla dile getirdiği arzusu 23 Ocak 1932'de gerçek olmuştu. Devrin “layiklik”e
tavan yaptıran aurası gereği girişilen bu denemenin figürü, Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti Şefi
Binbaşı Hafız Yaşar Bey (
Okur),
Ramazan'ın 15'inci gecesi Yasin Suresi'ni önce
Arapça, sonra da Türkçe okumuştu. Binbaşı Yaşar, kıraatına “Müşfik ve Rahim olan Allah'ın ismiyle” diyerek “Besmele”yle başlamıştı. Onu Hafız Burhan takip edecekti.
İstanbul Müftülüğü, uygulamaya her türlü desteği veriyor, hafızlara “Türkçe Kur'an Okuma Mezuniyet Vesikası” dağıtıyordu. “Türkçe Nahiv” tartışmaları da hemen başlayacak, bazı hafızlar, Kur'an'ın tıpkı Arapça okunduğu gibi okunması gerektiğini savunarak, “virgüllerde kısa tevakkuf (duruş), noktalı virgüllerde daha uzun, noktalarda ise en uzun duruşlar yapılmalı” diyorlardı. Aynı Ramazan içinde ikinci gösterişli deneme ise
Ayasofya Camii'nde Yatsı Namazı'nı müteakiben gerçekleşecekti.
Kadir Gecesi yapılan gösteri öylesine ilgi çekmişti ki, cami civarına 50 bine yakın insan toplanmıştı. Yüzlerce Rum,
Ermeni ve
Yahudi de Ayasofya'ya girmek istemiş fakat itirazla karşılaşmışlardı. Gayrimüslimler ancak Evkaf İdaresi'nden aldıkları özel izinle kıraatı dinleyebilmişlerdi. İlk
Türkçe ezan ise yine 1932'nin Ocak ayının 30'unda İkindi Ezanı olarak İstanbul'luların kulaklarıyla buluşmuştu. İlk Türkçe Ezan'ı okuyan isim ise Hafız
Rifat Bey'di.
Aygaaazz…
Vehbi Koç'un kurduğu Koç Topluluğu, sanayide pek çok ilke imza atmıştı. 1955'de ilk
çamaşır makinesini üreten grup, 1962 yılında da Aygaz ve Gazal şirketleriyle bütan gaz depolaması, dağıtımı ve tüp yapımında öncü olmuştu. Türk halkı bütan gazını ilk defa Aygaz ile tanımıştı. Koç ailesi, 1963 yılında ise Cumhuriyet'in ilk holdingini kurmuşlardı.
Naylon çorap
Kadın çorabında uzun yıllar hakimiyetini koruyan ipek, 2. Dünya
Savaşı'nın zor şartları altında daha da pahalılaşınca dünyayla birlikte Türkiye'de de “çorap sorunu” baş göstermişti. Bazı
Avrupalı bayanlar bacaklarını boyatırken, Türkiye'de de ipek çorap onarma atölyeleri açılmaya başlamıştı. 1938'de ABD'de bulunan ancak savaş nedeniyle fazla yaygınlaşamayan
naylon çorap, hemen hemen Avrupa ile aynı zamanda bize de ilk kez 1946'da geliyor ve hanımların bu “azim sorun”u çözülüyordu.
Yumruklanan ilk
Başbakan
Süleyman
Demirel, Cumhuriyet tarihinin
yumruklanan ilk Başbakanı olmuştu.
Vural Önsel isimli şahıs, 1975 yılının 13 Mayıs'ında
Başbakanlık binası içinde Demirel'e iki kez yumruk atarak burnunu kırmıştı. Korumalarca etkisiz hale getirilen Vural Önsel'in cebinden
CHP üye kartı çıkmış; Önsel'in annesi ise “Oğlum iki yıl
Bakırköy Akıl Hastanesi'nde yattı” açıklamasında bulunmuştu. Adalet Partililer, saldırının dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in teşvikiyle yapıldığını ileri sürmüşlerdi. “Bu kategori”ye ilerleyen yıllarda -eski Başbakan sıfatıyla da olsa- bir kez daha giriş olacaktı. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a da 24
Kasım 1996'da Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de bir otelin lobisinde Veysel Özerdem yumruk atmıştı. “Ülkücü” olduğunu söyleyen Özerdem, “Yılmaz'ı
Susurluk kazasında ölen
Abdullah Çatlı aleyhinde konuştuğu için yumrukladığını” söylemişti.
Beyazperdede ilk Türk kadınları
Cumhuriyet döneminde sinemaya giren ilk Türk
oyuncular Bedia Muvahhit ile Neyyire Ertuğrul'du.
Muhsin Ertuğrul'un yönettiği Halide Edip Adıvar'ın aynı adlı romanından 1923 yılında sinemaya uyarlanan Ateşten Gömlek isimli filmde bu iki oyuncu rol almışlardı. Cumhuriyet döneminin ilk sinema salonları ise 1924 yılında İstanbul'da açılan
Opera, Melek ve İpek'ti.
Devrim komplo kurbanı mıydı?
27 Mayıs darbesinin lideri
Cemal Gürsel, Türk yapımı bir otomobil arayışındaydı. Bu amaçla
teknik heyetlerle görüşüyor, projenin olabilirliğini anlamaya çalışıyordu. Görüştüğü isimlerden birisi de Necmettin
Erbakan'dı. Erbakan, bir Türk otomobili yapılabileceğini anlatmış, ikna olan Gürsel de
ekip oluşturulmasını istemişti. Aralarında Erbakan'ın da bulunduğu kadro Eskişehir'de otomobili üretti. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in 28 Ekim 1961'de Eskişehir'e gelerek bir
test sürüşü yapması kararlaştırıldı. Gürsel otomobile bindi, çalıştırdı, ilerledi ancak
araç kısa bir süre sonra durdu.
29 Ekim 1961 tarihli gazeteler sanki aksilikten haz alırcasına “İlk Türk otomobili Devrim, yola çıktı ve yirmi adım sonra durdu” başlıklı haberleri birinci sayfalarından vermişlerdi. Bu fiyasko üzerine Devrim'in
üretim çalışmaları durduruldu. Ancak ilk Türk otomobili ile ilgili spekülasyonlar günümüze kadar devam edecekti. Aracın kasıtlı olarak benzinsiz bır
akıldığı iddia ediliyordu. Bu iddiaya göre; Türkiye'nin otomotiv sektöründe varlık göstermesini istemeyen çevreler, ilk denemede büyük bir moral çöküşe yol açacak böyle bir komplo kurmuşlardı.
İlk opera
Cumhuriyet döneminde Türk yazar ve bestecinin eseri olan ilk “opera”, 19 Haziran 1934 tarihinde Ankara'da sergilenmişti. Türkiye'yi ziyaret edecek olan
İran Şahı'nın Atatürk
Orman Çiftliği ile Merinos Fabrikası'na götürülmesi yönündeki
gezi program taslaklarını beğenmeyen Atatürk'ün, “Bunlar İran'da da var. Pehlevi'ye İran'da olmayan bir şey sunmalı. Mesela bir opera. Ona bir opera hazırlayın” şeklindeki talimatı üzerine bir ay içerisinde
Münir Hayri Egeli -bazı bölümlerini Atatürk bizzat dikte ettirmişti- metni yazmış, Adnan
Saygun da besteyi hazırlamıştı. Türk-İran dostluğunu konu alan Özsoy, böylece Cumhuriyet döneminin ilk operası sayılmıştı.
İlk ligler
1904 yılında bir İngiliz tarafından Türkiye'ye getirilen
futbol oyunu öncelikle İstanbul'da yaygınlaşmıştı.
Galatasaray,
Beşiktaş ve
Fenerbahçe bu süreçte kurulmuşlardı. Cumhuriyet döneminde ise İstanbul, Ankara,
İzmir ve Trabzon'da ligler oluşturulmuştu. Cumhuriyet'in ilk şampiyonları İstanbul'da Fenerbahçe, Ankara'da
Gençlerbirliği, İzmir'de
Altay, Trabzon'da ise İdman Ocağı olmuştu. Fenerbahçe, 1923 şampiyonluğunu 12 maçta 11 galibiyet ve 1 beraberlikle 58 gol atıp hiç gol yemeden tamamlayarak “Cumhuriyet'in ilkleri”ne bir de böyle katkıda bulunmuştu. Fenerbahçe'yi bu alanda yalnız bırakmayan bir diğer
takım da İzmir Ligi'nden
Karşıyaka takımı olacaktı. Bu ekip, 1926'daki şampiyonluğuna hiç gol yemeden ulaşmıştı.
İlk “gökdelen”
“Türkiye'nin ilk gökdeleni” olarak anılan Ankara Kızılay'daki Emekli Sandığı'nın malı Emek İşhanı,
Demokrat Parti iktidarı döneminde yapılmıştı. 1959-1965 yılları arasında tamamen Türk mühendis ve işçileri tarafından inşa edilen 24 katlı, 76 metre yükseklikteki işhanı 50 milyon liraya mal olmuştu. Buradaki işyerleri 4 Kasım 1965'te 350 lira ile bin lira arasında değişen fiyatlarla satışa çıkarılmıştı. İş Bankası'nın İstanbul'da yapıp 2001 yılında hizmete soktuğu üç bloklu İş Kuleleri ise Türkiye'nin bugün itibariyle en yüksek gökdeleni unvanını taşıyor. Kompleksin Kule 1'i 52 kattan oluşan 181 metrelik bir uzunluğa sahip.
İlk
heykel
Cumhuriyet döneminde ilk heykel, daha doğrusu
Atatürk heykeli çalışması 1925 yılında
Konya'da başlamıştı. Ancak İstanbul Belediyesi elini çabuk tutmuş ve 3 Ekim 1926'da Heinrich Krippel'e yaptırdığı Sarayburnu Atatürk Heykeli'ni törenle açmıştı. Konya Belediyesi ise heykeli ancak 29 Ekim'e yetiştirebilmişti. Devrin ünlü yazarı Ahmet
Haşim, Gurabahane-i Laklahan isimli kitabında, Sarayburnu Heykeli ile ilgili olarak heykeltıraş Krippel'e, Atatürk'ü “İsveç'li jimnastikçi Müller'e benzettiği ve genel havasında da bir gayri tabiilik yansıttığı” şeklinde eleştiriler yöneltmişti.
Nobel Pamuk'un
Dünyanın en prestijli ödüllerinden birisi olan Nobel
Edebiyat Ödülü ilk kez 2006 yılında Türkiye'ye geldi. “Yaşadığı kentin melankolik ruhunu arayışında, kültürlerin çatışması ve birleşmesinde yeni semboller bulduğu” gerekçesiyle Nobel Êdebiyat Ödülü'nü alan
Orhan Pamuk, aynı zamanda 2 milyon YTL'lik para ödülünün de sahibi olmuştu.
İlk internet bağlantısı
Türkiye internete ilk olarak
Nisan 1993'te ODTÜ'den bağlanmıştı. 64 kbit/san hızında olan bu hat, uzun bir süre, tüm ülkenin tek çıkışı olmuştu. İkinci bağlantı ise Ege Üniversitesi'nden yine 64 kbit/san hızı ile gerçekleşmişti.
Cins-i latif'ler ilk balodan beri sorun
Türk halkı vals yapmayı cumhuriyet balolarında emirle öğrendi. Şimdi sayısı azaldı ama vaktiyle smokin kuşanmış memurların, tayyörlü, fırfırlı eşleriyle süzüldüğü, pistte askılı kısa pantolon giymiş kepçe kulaklı oğlan çocuklarının koşuşturduğu balolar düzenlenirdi sık sık. Başta Ankara ve İstanbul'da düzenlenen cumhuriyet baloları sonra bütün taşra vilayetlerinde zorunlu olarak düzenlenmeye başlandı. Çünkü rejime göre balo bir çağdaşlaşma göstergesiydi.
Cumhuriyetin ilk balosu 1925 yılında İzmir'de yapılmıştı. Ancak bu baloya hiç bir kadın iştirak etmemişti. Kadınlı erkekli eğlencelere pek sıcak bakmayan askeri ve mülki erkan, “gavur icadı bir eğlenceye” eşini getirmeyi uygun görmemişti anlaşılan. Nitekim ilk baloyu anlatan Şevket
Süreyya Aydemir kadınsız balonun hiç de eğlenceli olmadığından şikayet ederek, “Balo değil sanki bir mevlitti” diye yazmıştı.
Ankara'da kadınların da katıldığı ilk balo Atatürk tarafından Orman Çiftliği'nde düzenlendi. Bu sefer iş sıkı tutulmuş, baloya katılacak devlet ricaline eşlerini getirmeleri şart koşulmuştu. Ancak tüm uyarılara rağmen sadece üç konuk eşleriyle gelmişti. Yakup Kadri, Ralih Rıfkı ve Ruşen Eşref.
Gazi Paşa kapıda davetlileri karşılarken Yakup Kadri'nin eşi Leman Hanım baloda kendilerinden başka bayan olmamasından yakındı: "Paşam, bu inkılâbın kurbanları yalnız biz miyiz?
Hani yaver beylerin, mebus beylerin,
vekil beylerin hanımları.” Bu yakınma üzerine organizatörlerin aklına parlak bir fikir geldi. Salonda 'cins-i latif' görünsün diye, Ankara'nın Fresko barından birkaç “artist” kadın getirilerek salona alındı.
Ancak getirilen kadınların mesleği diğer bürokrat eşlerini rahatsız edince işin skandala dönüşeceği anlaşıldı ve
misafir hanımlar derhal balodan uzaklaştırıldı.
Bu bela savıldıktan sonra sıra vals yapmaya gelmişti. Ancak uğursuzluklar devlet ricalinin peşini bırakmıyordu. İlk dans Gazi Paşa'yla Falih Rıfkı'nın eşi Şefika Hanım'ındı. Çift, sabunla cilalanmış pistte dönerken, birden bire yere yığıldılar. Ertesi gün yayınlanan gazetelerde ise çiftlikte verilen muhteşem baloda kadınlı erkekli bir grubun neşe içinde eğlendiği yazıldı.
Akademik araştırmalara bile konu olan ve sonraki yıllarda da çeşitlenerek süren bu aksiklikler, devlet büyüklerini yıldırmamış ertesi yıldan itibarın cumhuriyet balolarının nasıl düzenleneceği bir talimatnameyle tüm yurda duyurulmuştu. Bugün fraklı papyonlu beylerin ellerinde
küçük Türk bayraklarını salladığı cumhuriyet balolarına gelinceye kadar balo Anadolu eşrafı için bir işkenceye dönüşmüştü. Kadın erkekli köylüler ilçelerinden alındığı gibi doğruca vilayette düzenlenen balolara taşındı. Yazılanlara bakılırsa bu balolardaki
manzara görülmeye değerdi. Frakla gittiği baloda mesini gömleğinin içine sokup gizleyen taşra esnafları, heyecandan kaskatı kesilmiş eşleriyle birkaç kez pistte döndükten sonra rugan ayakkabılarını kimselere göstermeden çıkarıp meslerini giyen
kaymakamlar, her baloda mutlaka hastalanan ve baloya katılamayan vali ve kaymakam eşleri bu batılı eğlenceye alışmak zorunda kaldı.