Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dün akşamki sohbetinden oluşan bu nağmenin bazı satır başları:
*Derince duyma, o mevzuda ısrara vabestedir. Bu mesele, Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in şu mübarek beyanıyla irtibatlandırılabilir: “Allah nezdinde amellerin en sevimlisi, ibadetin en faziletlisi az da olsa devamlı olanıdır.”
*Düşünce, inanç ve gayret hayatımız adına bir kere kazanmış olmak yetmez; kazanılana her gün yeni bir şey ilave etmek suretiyle o kazanç ancak korunabilir. “Nâmütenâhi istikâmetinde yolculuk nâmütenâhidir” deyip “Daha yok mu?” mülahazasıyla hiçbir durakta durmama, hiçbir şeyle yetinmeme ve hep hareket halinde bulunma bu işin ruhudur. Aslında, “Hel min mezid” tabiri, Kur’an’da Cehennemin sözü olarak geçmektedir. Cehennem, bağrına atılanlarla adeta hiç doymayacak ve hep “Daha yok mu?” diyecektir. Hazreti Üstad, bu tabiri, Ayetü’l-Kübra risalesinde, kâinattan Hâlıkını soran bir seyyahın hâlini anlatırken farklı bir şekilde değerlendirir. O mütefekkir yolcu, kâinattaki her sayfayı okudukça imanı kuvvetlenip mârifeti daha da ziyadeleşir ve onun gönlünde iman-ı billâh hakikati bir derece daha inkişaf eder. Semâ ve arz gibi kâinat sayfalarından pek çoğunu dinlediği hâlde yine de doymaz; mesela, denizlerin ve nehirlerin zikirlerine de kulak verir ve sürekli “Hel min mezîd – Daha yok mu?” deyip durur. İşte, o seyyah gibi “Hel min mezîd” insanı olmak çok önemlidir. Evet, Peygamber meclisine erdiği ve Cenab-ı Hakk’ın cemalini müşahede ettiği zaman bile “Daha yok mu?” diyecek kadar derin ve durağanlıktan uzak bir mü’min olmak lazımdır. HOCAEFENDİ'NİN YENİ SOHBETİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ
*Hayatı boyunca hep günahtan günaha, hatadan hataya sıçrayarak o masiyet yolunda “Hel min mezid?” yolcusu olmuş kimseleri Cehennem bir çeşit iştiyakla beklemektedir; bazıları yüzü koyun, bazıları sürüm sürüm içeriye atıldıkça, o “Daha yok mu?” diyecektir. Cennet’in de “Hel min mezid?” demesi söz konusudur. Cennet’in de hakiki müminlere karşı iştiyak, alaka ve irtibatından bahsedilebilir.
*Nasıl ki bir kötülük diğer bir kötülüğe çağrıdır; aynen öyle de bir iyilik, farklı bir iyiliğe çağrıdır. Siz hiç farkına varmazsınız, namazınızı kemal-i hassasiyetle eda ettiğinizde içinizde zekat verme duygusu belirir; “Ben bu vecibeyi de yerine getireyim.” dersiniz. Bir yerde birinin bir ihtiyacını gördüğünüz zaman hemen bir tasadduk duygusuyla coşar, heyecanlanırsınız, “Ben de bir katkıda bulunayım!” dersiniz. Çok defa bunun farkına varamazsınız ama bir güzel ibadet yaparsanız, o, başka ibadetlere kapı aralar.
*Günaha gelince; Hazreti Pir diyor ki, “Her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır.” Demek ki bir günah işleyince, o günah başka bir günaha çağrı oluyor. Cenâb-ı Hak, “Hayır hayır! Gerçek şu ki, onlar yapageldikleri o kötü işler yüzünden kalblerini is-pas sardı da (ondan dolayı inkar yaşıyorlar.)” (Mutaffifin, 83/14) buyurmuş; Allah Rasûlü de “Her günah onu işleyenin kalbinde siyah bir nokta oluşturur, bir leke yapar. Eğer kul, tevbe edip vazgeçer, mağfiret dilenirse kalbi yine parlar. Döner tekrar günah işlerse, o lekeler artar, nihayet kalbini ele geçirir. İşte Kur’ân’da yüce Allah’ın zikrettiği “râne” budur.” sözleriyle bu ilahî beyanı ve onda yer alan “râne” kelimesini şerh etmiştir.
*Evet, her günah bir başka günaha çağrıdır. Mesela; hırsızlık yapan kişi, bir günah işlemiştir; basiretiyle hareket edip Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in o mevzuda tavsiyesine uysa, kalbe konan o lekeyi silse, günaha çağrının ağzına bir fermuar vursa, onun başka bir günahı çağırmasına meydan vermese, bir yönüyle yarı yolda bile olsa geriye dönmüş, arınmış olacaktır. Fakat öyle yapmadığı takdirde, kendisine çaldı diyen insanlarının gıybetini etmek, onlara iftira etmek suretiyle onları karalayarak esas kendi kapkara durumunu örtmek isterse, o tek günah başka günahlara yol açacaktır. Halk nazarında yitirilmiş itibarını yeniden kazanma, nefis ve enaniyet abidesini ikame etme/dikme adına başka günahlara girecektir. Bu mevzuda, tevbe ve nedamet edip bazılarının yaptıkları gibi civanmertçe davransa.. nitekim bir gazeteci “Bakara-Makara” dediği zaman “Maalesef dedik, milletten özür dilerim!” dedi. O tabii bir günahtı. Milletten özür dilemekle, Kur’ân’ı tahkir etme mevzuunda küfre doğru atılan bir adım silinmez. Ancak o bile bir civanmertliktir, en azından millete karşı bir civanmertliktir. Fakat öyle değil de burada makarayı çeviriyor; bir taraftan, makara döndükçe yeni sarmalar oluyor. Bu defa insan kendisini günah sarmalları içinde buluyor. Ondan bir daha sıyrılıp çıkması çok zor oluyor. O onu çağırıyor, o da onu çağırıyor.
*İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalâtü vesselâm) şöyle buyurmuştur:
“Şu üç haslet kimde bulunursa, o imanın tadını duyar: Allah’ı ve O’nun Rasûlü’nü her şeyden ve herkesten daha fazla sevmek; sevdiğini yalnız Allah rızası için sevmek ve Allah onu küfürden kurtardıktan sonra yeniden küfre düşmeyi ateşe atılmaktan daha kerih görmek.”
*Hazreti Ömer (radıyallahu anh) bir gün, “Yâ Rasûlallah! Seni nefsimden başka her şeyden daha çok seviyorum!..” der. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hazreti Ömer’in elini tutar ve “Beni nefsinden/canından çok sevmedikçe kâmil iman etmiş olamazsın ey Ömer!” buyurur. O da hemen, “Seni canımdan da çok seviyorum yâ Rasûlallah!” der. Bunun üzerine Sâdık u Masdûk Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Şimdi oldu.” buyurur.
*İnsan dünyada marifet hesabına “Daha yok mu?” ufkunda yolculuğuna devam ederse, herhalde Cennet de ötede ona “Ben sana müştakım, gel arkadaş!..” diyecektir.
HOCAEFENDİ'NİN YENİ SOHBETİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ