Özelini hayatı boyunca kimseye açmayan Özkan’ın
Türkiye’de nice ilke
imza attığını çok az kişi biliyor.
Cihan Haber Ajansı’nın faaliyete geçmesi, Er Risale filminin
Türkçe seslendirmesi, ilk sahur programı bunlardan sadece birkaçı…
Ramazanda televizyonlar sadece iftarı değil sahuru da programlarla karşılıyor artık. Bu saatlerde ekranlar dinî, ahlâkî ve manevî içerikli konu ve temalarla şenleniyor. Türkiye’de sahur programları geleneğinin başlamasının altında Yusuf
Ziya Özkan’ın imzası var. 1993’ten beri bu programlarla hissediyor Türkiye ‘Gecenin Bereketi’ni. Özkan’ın
Samanyolu Televizyonu’nda (STV) bu yıl sunduğu sahur programı da büyük bir ilgiyle izlendi. Okuduğu hikâye, şiir ve dualara iç dünyasından güzellikler katan Özkan, son derece mütevazı biri. Öyle ki, TRT’de çalışırken ekranın önünden
radyo mikrofonunun gerisine alınmasına sevinecek kadar. Ona göre radyo daha rahattır: "Çünkü görünmenin bedeli var. Her yerde tanınmak, izzet-i ikram görmek, ciddî vicdan yükü getiriyor."
Aksiyon, Yusuf Ziya Özkan’ın bilinmeyenlerini kendi ağzından öğrenme niyetiyle geçtiğimiz haftalarda misafiriydi. Üst üste iki gece, sahur programı öncesini kapsayan sohbetimiz tahminimizden de zor geçti. Bugüne kadar hiç
röportaj vermeyen Özkan’ın çekincelerini, ismini duyunca gözlerinin yaşardığı bir büyüğünün adını vererek aşmaya çalıştık. Yine de, ‘Acaba söylediklerim arasında yanlış bir şey olursa vebalini nasıl taşırım? Anlattıklarımla kendimi öne mi çıkarıyorum?’ tereddüdünü tam atabildiğini söyleyemeyiz. Oysa şimdilerde dünyanın birçok yerinde varlığını hissettiren Cihan Haber Ajansı’nın faaliyete geçiş sürecinde o da vardı. Bir nesle Peygamber sevgisini aşılayan ‘Er Risale’ isimli filmin ilk Türkçe seslendirmesini o yapmıştı. STV’nin emekleme aşamalarında ve yüzlerce dinî içerikli eserin seslendirmesinde onun yadsınamaz çabaları var.
Fethullah Gülen Hocaefendi de onun seslendirme başarısındaki hakkını teslim ediyor.
OKUSAM MI OKUMASAM MI?
Yusuf Ziya Özkan 1954’te fakir bir
işçi ailesinin ilk çocuğu olarak
Çanakkale Biga’da dünyaya gelir. Babası "Bak okul karşı tepede. Okumak isteyen gider kaydını yaptırır. Bana düşen ne? Maddî
destek mi? Ondan yana sıkıntı olmaz." dediği için ilkokula bir
arkadaşının yardımıyla adımını atar. Başarılı olmasına rağmen ilkokuldan sonrasını düşünmemektedir. Gönlünde yatan kısa yoldan bir meslek sahibi olmaktır. Dayısının
otobüs, kamyon kasaları üreten karoser imalathanesi vardır. Ancak ailesi ‘Üzerimize vazife, en azından bir yıl Kur’an kursuna git, dinî bir eğitim al sonra istediğini yaparsın.’ der. Kursta kendini sevdirir; üstelik başta hocası, birçok kişi onun okuması taraftarıdır. Bu taleplere
kayıtsız değildir, yine de kararsızlığını aşmak için bir şeylere ihtiyaç duyar. Şehit düşen Bigalı bir
pilot için
Çarşı Camii’nde tertiplenen
mevlid merasimi işte bugünlere denk gelir: "Birçok hoca gelmişti
mübarek mekâna. Kur’an kursu talebesiydik, bu yüzden sohbet ve
ilahilerle bezeli merasimin sonuna kadar kaldık. O an karar verdim okula devem etmeye."
Ailesine fikrini açınca herkes şaşırır ama istek ona bırakılmıştır. Yusuf, okumaya karar vermiştir de nasıl bir eğitim alacaktır?
İmam hatip okulları devrin önemli kurumlarındandır. Buralarda öğrenim gören bir büyüğünden okul hakkında bilgi alır. Akâid, Siyer,
Arapça gibi dersler okutulduğunu öğrenince imam hatibe gitmeye karar verir. Biga’da okul yoktur ve en yakın yer de
Balıkesir’dir. Dayısının burada bulunmasını bahane eden Özkan, soluğu bu ilde alır. Kayda
babasıyla gelmiştir ama öncesinde geçmesi gereken sınav vardır. Babasının ‘Hayırlıysa kazan, hayırsızsa kazanma.’ duaları eşliğinde imtihana girer: "Hayırlıysa kazan kısmı hoştu da, şu hayırsızsa kazanmadaki ‘kazanma’ yok mu çok zoruma gidiyordu. Ama hayırsızsa ibaresine tam baksam ya, hırsım var bakamıyorum." diyor. Birkaç gün sonra kazananların listesinde Yusuf Ziya Özkan ismi de vardır. Birinci sınıfa devam ed
erken hevesini kırma adına dayısının karoser dükkânında da çalışır.
Balıkesir’de verimli bir öğrencilik geçirir. İlk gördüğünde ‘Buraya fotoğrafımı eklettireceğim.’ dediği, okulun başarılı öğrenciler listesinin tepesindeki boş kutuya
bakanlar bir müddet sonra onu görmektedir. Oysa babasına bu hedefini ilk söylediğinde aldığı tepki, ‘O kadar da değil.’ olmuştur.
Sabahları erken kalkan Özkan, namazın ardından ‘pılını pırtısını toplayıp’ okula gitmektedir. Yatılı öğrencilerin katıldığı etüdlere,
porselen bardaklarla süslü kahvaltı masalarına özenir. Eğitimine yatılı devam etmeyi kafasına koyar. Yatılı imtihanı olduğunu öğrenince girer ve kazanır. Artık
Ankara İmam Hatip Okulu’nun öğrencisidir.
ERZURUM GÜNLERİ VE TRT
Ankara’daki seneler ‘en verimli dönem’idir. Üyeleri arasında şimdinin
Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Melih Gökçek’in, eski
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna’nın,
Zaman Gazetesi yazarı
Hüseyin Gülerce’nin kardeşi İbrahim Gülerce’nin de bulunduğu ‘Mücadele Birliği’ isimli teşkilata katılır. O devreyi şöyle anlatıyor Özkan, "Hayatım boyunca bu hareketin çok bereketini gördüm. O yaşlarda milletin meseleleriyle dertlenmek, çözüm bulmaya çalışmak
ergenlik problemlerini aşmamızı sağladı. Yüksek bir hedefin peşinde koşarken çocukluğa fırsat kalmıyordu. Sonra bunu kendi çocuklarımızda anladık."
Ortaöğretim 1973’te bitince yüksek eğitime niyetlenir. 70’li yıllarda imam hatip mezunları sadece
Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne gidebilmektedir. Mücadele Birliği’nden ağabeylerinin ‘edebiyat’ okuması hususundaki telkinlerini dikkate alır ve bu fakülteye kayda gider. Puanının değil edebiyat, tıp fakültesine dahi yettiğini anlayan kayıt görevlisi, ‘Sen bu ortalamayla tıbba da girersin, burası edebiyat fakültesi, kaydolmaya kararlı mısın?’ sorusuna ‘
evet’ cevabını alınca çaresiz kalır. Böylece ömrünün Erzurum evresi başlar.
Yusuf Ziya Özkan bu
Anadolu şehrini ve insanlarının vefasını asla unutmuyor. Kendini sevdirmiş, iyi de bir çevre edinmiştir. Öyle ki yıllar sonra Erzurum’a yaptığı bir seyahatte her karşılaşılanın Özkan’a
selam verdiğini gören oğlu, "Baba memleketin Biga’da bu kadar tanıdığın yok." demekten kendini alamaz. Aslında Erzurum onun için bir sıçrama tahtasıdır. TRT’de bu dönem işe başlar. 1976’da Erzurum Radyosu’nun açtığı
spikerlik imtihanını kazandığında daha okulu bitmemiştir. "Orada çalışmaya başlamam tamamen lutf-u ilahî. Ben katılmak istemiyordum Dursun Buzkan vesile oldu. Aynı dönem
evlenmeye de karar vermiştim ve para pul yoktu."
Evlenme kararı aniden verilmiştir. Niyetlendiği kızı babasından
mektupla ister. Mektuba, ‘Teklifimi ve şeklini yadırgamayın; Hz. Ali, Hz. Fatıma’yı Peygamber
Efendimiz’den kendi istemişti, neticede ölçüye aykırı bir durum değil.’ ibaresini koymayı
ihmal etmez. ‘
Milletin Sesi’ ve ‘Dadaş’ isimli yerel gazetelerden aldığı muhabirlik ve yazı işleri müdürlüğü
ücreti, öğrenci bursu yeter diye düşünmektedir. Tevekkül dolu ‘
Allah büyüktür.’ cümlesi de dilinden düşmez. Neticede evlenme arzusunun kabul edildiğine dair cevabî mektup ve Ankara’da spikerlik elemelerine gitmesi gerektiğini belirten telgraf aynı gün eline geçer.
Önce elemelere katılması gerekmektedir. Birkaç arkadaş Erzurum’dan yola çıkarlar. Ankara’ya geldiklerinde ilk adres imtihanın yapılacağı mekândır. O günü şöyle anlatıyor Yusuf Ziya Özkan, "Bir baktım kelli felli insanlar, tiyatrocular. Arkadaşlara dedim sınava girmeyeceğim. Çünkü
komisyon odasından birileri çıkıyor, konuşuluyor. Ortamı görünce arkadaşlara, ‘Alınacaklar belli. Hısım akraba ziyareti yapayım sonra bir yerde buluşur
döneriz.’ dedim." Ancak arkadaşları en azından tecrübe etmesi konusunda ısrar eder. Ricaları kıramayınca kurul karşısına çıkar. Komisyon kendisine 1-2-3 derken hiçbir adayın okumadığı kadar yazı okutur: "Benden uzun kimse kalmamıştı. Zannettim alay ediyorlar. ‘Yeter, kafa buluyorsunuz.’ dedim, hepsi güldü. Sonra sınav salonundan çıktım ve
akşama kadar akraba ziyaretlerini tamamladım."
Akşamüzeri arkadaşlarıyla buluşacağı yere gelen Özkan kendisine
bilet alınmadığını öğrenince sinirlenir. İtirazlarına kayıtsız kalan dostları ısrarla ‘sen burada kalıyorsun.’ demektedir. Sebebi söylendiğinde inanamaz; imtihanı kazanmıştır çünkü. Sonrasında TRT bünyesinde spikerlik kursuna başlar, ardından
Aralık 1976 itibariyle Ankara Televizyonu’na
anons spikeri kadrosuyla atanır. 1982’ye kadar Ankara’da kaldıktan sonra aynı yıl İstanbul Radyosu’na
tayini çıkar. Daha sonra burada vekâleten radyo yayın
yönetim müdürlüğü de yapacaktır.
YİTİĞİMİ BULDUM!
İstanbul Radyosu’nda vardiyalı spiker statüsünde çalışmaktadır. 3-4 arkadaşıyla
giyim, çeyiz ve
kırtasiye üzerine bir dükkan açarak ticarete de atılır. Fikri
Seyhan ile tanışması bu döneme denk gelir. Seyhan kendi hâlinde, dinî değerleri sağlam biridir. Dostlukları ilerledikçe görüşmeler sıklaşır. Artık haftanın birkaç gecesi bir araya gelmektedirler. Başka arkadaşlarının katıldığı akşam sohbetleri başlar. İbrahim
Tabanca ile böyle bir ortamda tanışır. Tabanca, o günlerde kurulma aşamasındaki Sema Video adına
kaset seslendirecek birini aramaktadır. İş Yusuf Ziya Özkan’a
teklif edilir, kabul etmesiyle ortaya ‘Tabiatın İçinden’ isimli Türkçe seslendirilmiş belgesel çıkar.
Sonuçtan memnun kalınınca Sema Video adına başka teklifler gelir.
Peygamber Efendimiz’in hayatını anlatan ‘Er Risale’ isimli filmin metninin yazılması ve seslendirilmesi bunlardan biridir.
Veysel Ayhan eşliğinde çalışmalar başlar. Bir noktaya gelince faaliyeti yakından takip eden
Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ziyarete gidilir. Özkan görüşmeden etkilenmiştir: "Hocaefendi’nin kaldığı yer tamamen hasır kaplıydı. Zaten o anı anlatmamın imkânı yok. Ama şu kadarını diyebilirim ki bir yitiğimi bulmuştum adeta."
Film için hazırlanan metin takdim edilince beğenilir ve çalışmalar
teşvik edilir. Ancak metni bitirme Özkan’a nasip olmaz. TRT adına geçici görevle
Antalya’ya gidince filmi başkaları tamamlar.
Sema Video’daki günler yoğun geçmektedir. TRT’deki işi bitince Fatih’teki
büro ilk adrestir. Yusuf Ziya Özkan yine de o dönem ortaya çıkan ürünler üzerinde emeğini kabul etmiyor ve sadece arkadaşlarının yanında bulunduğunu söylüyor. Bir müddet sonra buradaki görevi sona erer.
GÜLE GÜLE TRT, MERHABA ZAMAN TV
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (
SSCB) dağılmasıyla Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanmaktadır. Buralardaki dindaş ve soydaşlara ulaşmak ana gayelerdendir. Bu amaçla her yol kullanılır.
Medya da bunlardan biridir ve
Azerbaycan’da Zaman TV kurulur. Kanalın işlerinde bir süre sonra aksama olunca çalınan ilk kapılardan biri Yusuf Ziya Özkan’ınkidir. Spikerlik yapacaktır, TRT’de çalışmasına rağmen kabul eder. İstanbul’da kaydedilen kasetler Azerbaycan’a gönderilmektedir. Dönemin TRT’den sorumlu devlet bakanının Azerbaycan ziyaretine kadar problem çıkmaz. Bakan, Azerî kanalında bir TRT çalışanını görünce şaşırır. Özkan’ın önüne iki seçenek sunulur; ya devlet kapısı ya özel
sektör. Konuyu danıştığı büyükleri TRT’yi bırakmasını
tavsiye eder.
Özkan’ın TRT’den ayrılacağı haberi herkesi şaşırtır. İlk anda akıllara yüksek bir meblağ karşılığında bir yerlere
transfer olma ihtimali gelir. "Herkes soruyor ne oluyor diye. Bilmiyorum ki. Sevk-i ilâhî. O dönem başka bir arkadaş da yüksek bir ücret karşılığında bir özel kanala geçiyordu, o da geldi, ‘Ağabey ne kadar alacaksın?’ diye sordu. ‘Bilmiyorum ne kadar alacağımı ama
mağdur etmeyecekler.’ dedim. ‘O zaman niye gidiyorsun?’ deyince ‘Arkadaş onu sen anlamazsın.’ dedim. O anda gözlerinden iki damla yaş süzüldü. ‘Ağabey seni tutarlı buldum’ dedi." Özkan’ın kararına şaşıran sadece iş arkadaşları değildir, aile ve yakın çevresi de aynı durumdadır. Hatta onu deli ilan edenler dahi çıkar.
Zaman TV’nin ardından STV’nin kurulma kararıyla yeni bir heyecan başlar. Ama o devre yokluk ve sıkıntı doludur. Birkaç
kamera ve
Saim Orhan, Abdullah Bağ gibi sınırlı insan gücüyle işe başlanır. Yayınlar da
Moskova üzerinden yapılmaktadır. İşler genişleyince Özkan’ın rahle-i tedrisinden geçen Asım
Yıldırım haber spikeri sıfatıyla Moskova’ya gönderilir. Türkiye’deki çalışmalar Çemberlitaş
Fırat Kültür Merkezi’nde devam etmektedir.
Bu aşamada ani bir kararla Mesut Erişen ve Yusuf Ziya Özkan Cihan Haber Ajansı’na tayin edilir: "Kurumun
Yenibosna’daki yerine gittik. Baktık bina
depo halinde. Aradık, taradık bir kolinin içinde ajansın kuruluş evraklarını bulduk. Sonrasında sağı solu temizledik, bir odayı Mesut Bey’e genel müdür makamı yaptık ve öylece başladık." Zamanla işler rayına girer. Özkan’ın ailesi de memnundur yeni yerden, çünkü
Küçükçekmece’deki eve yakındır.
İlhan İşbilen’in STV Genel Müdürlüğü’ne atanmasıyla yeniden bir hareketlenme başlar. İşbilen, eski çalışanını STV’ye getirme niyetindedir. Birkaç görüşme neticesinde Yusuf Ziya Özkan kanala döner. Yeni genel müdür yaklaşan ramazanla ilgili bir yayın akışı yapılmasını arzulamaktadır. İlk yıl Moskova üstünden program yürütülür.
Naci Tosun’un STV’nin başına geldiği dönemdeyse ilk canlı sahur programı yapılır.
Programda Anadolu insanının kendini bulması hedeflenir. Dekor birkaç kilim, bir sedir ve sofradan ibarettir. Azıksa
peynir,
zeytin ve çayla sınırlıdır. "Yerde oturalım, mütevazı soframız halkı temsil etsin istedik. Millet sevdi ama tepki gösterenler de oldu. Otururken
ayakkabı çıkartıyoruz ya, camiyi çağrıştırıyormuş. Hatta bir gün
Bahçelievler’de otobüsten indim, biri ‘Ne yapıyorsunuz siz öyle.’ diye çıkıştı. İyi de millet böyle yapıyor. O mütevazı sofranın ve samimiyetin tadını hâlâ unutamam."
KEŞKE, MÜ’MİNCE BİR YAKLAŞIM DEĞİL
Tüm yaşadıklarını Cenab-ı Hakk’ın iradesi şeklinde değerlendiren Yusuf Ziya Özkan bu anlamda hayatında keşkeler olmadığını söylüyor. ‘Keşke’li konuşmaları ‘kaderi tenkit, mü’mince olmayan ifade’ diye değerlendiriyor. Seslendirdiği eserlerin genel itibariyle dinî içerikli olmasını, "Allah lütfediyor ki Kelamullah’ı ve büyük insanların eserlerini okudum ve okuyorum, Bu anlamda talihliyim." diyor. Ona göre okudukları öncelikle kendi nefsine: "İnsanlar iç muhasebelerimi duyuyor desem yeridir." Kendini yaptığı işte hiçbir zaman yeterli görmeyen Özkan, her seslendirmenin ardından ‘Bu işi ben yapmamalıydım, başkalarının işiydi.’ demekten kendini alamıyor. Utandığı için hiçbir seslendirmeyi bu zamana kadar dinlemediğini söylüyor.
Onun sesini ve okuyuşunu takdir edenlerden biri de Fethullah
Gülen Hocaefendi. Yurtdışına çıktığından bu yana Hocaefendi ile görüşemeyen Özkan için onun yeri ayrı. Aralarında farklı bir bağ olup olmadığı sorumuza gözleri
yaşlı, "Bilmiyorum. Allah bilir, inşallah vardır. Ama ben çok seviyorum, inşallah vardır." cevabını veriyor.
Yaradan’dan gelen her şeye razı Özkan için hiçbir derdin, hastalığın önemi yok. Bu anlamda 7 aydır devam eden
diyaliz tedavisi de sadece şükrünü artırıyor. Aslında hastalığı 7-8 yıllık. Ancak 7 ay önce gelen koma ile fark edilir. Hastaneye kaldırılıp araştırma yapılınca böbreklerinin işlevini yitirdiği anlaşılır. Derdini seven Özkan,
böbrek nakli ile ilgili çalışmalarına ramazan sonrasında başlayacak. Bu yazının son sözü ona ait: "İnşallah ramazan sürecinde seyircileri daha çok ecir kazanabilecekleri, Cenab-ı Hakk ile aralarında daha sıkı kurbiyet sağlayabilecekleri meşguliyetlerden alıkoymamışızdır."
AKSİYON