Gülen hareketinin sosyolojik portresi

Ali Bulaç, Din-Kent ve Cemaat adlı yeni kitabında Gülen hareketine "içeriden" bakmaya çalıştığını söylüyor.

Gülen hareketinin sosyolojik portresi

Sosyal bilimcilerin toplumsal konulara dışarıdan baktığı ülkemizde Bulaç'ın çalışması sıra dışı bir örnek. Ufuk Kitapları'nın Gülen Hareketi Araştırmaları Dizisi'ne bir kitap daha eklendi. Ali Bulaç'ın Din-Kent ve Cemaat adlı çalışması, hareketi sosyolojik açıdan inceliyor. Eser, aslında üçleme olarak planlanan bir çalışmanın üçüncü kitabı; ancak İslamcıların Üç Nesli ve Göçün ve Kentin Siyaseti adlı öteki kitaplardan önce yayımlandı. Türkiye'de Gülen hareketi gerçeğini görmezden gelerek sosyoloji yapılamayacağını söyleyen Bulaç, hareketi "sivil bir oluşum" olarak niteliyor. Kitapta Fethullah Gülen, ulema geleneğinin bir "ıslahatçısı" olarak tanımlanıyor. Bulaç, Gülen hareketini bir anlamda "içeriden" bir bakışla analiz etmeye çalışıyor. Eserdeki entelektüel yoğunluk, belki de daha hacimli çalışmaların habercisi. Ali Bulaç ile uzun uzun tartışılmayı hak eden pek çok tespitin yer aldığı kitabını konuştuk. Kitabın başında İslamî/toplumsal hareketlere "içeriden" bakmaya çalışan biri olduğunuzu söylüyorsunuz. Din-Kent ve Cemaat de hem dinî ilimlere hem de sosyolojiye vukufiyetiniz dolayısıyla ayrı bir önem taşıyor. Peki, bir toplumsal harekete içeriden bakmanın olumsuzlukları yok mu? Teorik olarak toplumsal bir harekete "içeriden" bakmanın dezavantajları olabilir kuşkusuz. Ancak bugüne kadar henüz bunu test edebilmiş değiliz. Çünkü genellikle değil, neredeyse tümüyle sosyal bilimcilerimiz sosyal sorunlara "dışarıdan" bakarlar. Şerif Mardin'in Bediüzzaman çalışması da buna dahildir. "Dışarıdan" bakmanın ayırt edici özelliği, bugünkü sosyal bilimleri mümkün kılan "sosyal çevre faktörleri"nin özneyi motive ettiği, öznenin ancak tarihsel ve toplumsal şartlar çerçevesinde harekete geçtiği yolundaki temel yaklaşımdır. Mardin, Bediüzzaman'ın Doğu'da tutunup kabul görmesini anlayabiliyor ve açıklayabiliyor, ama Isparta Barla'da tutunup kabul görmesini anlamakta güçlük çekiyor; çünkü onun varsayımına göre, Türkiye'nin doğusu ile batısı arasında Bediüzzaman'ı ortaya çıkaran tarihsel-toplumsal şartlar arasında benzerlik yok. Ben kitapta tabii sınırlarını aşmayacak ölçülerde sosyolojinin imkânlarını kullandım, ama Fethullah Gülen'in ortaya çıkışında bir özne olarak kendisi ile cemaatinin seçme özgürlüğünün altını çizdim. Gülen hareketini yalnızca sosyolojinin argümanlarıyla, dinî ilimleri bilmeden doğru analiz etmek mümkün mü? Gülen hareketini veya bir başka toplumsal olayı sadece sosyolojinin imkânlarıyla anlamak mümkün değildir. Sosyoloji basit olarak sosyal olayları, sosyal değişmeyi ve sosyal değişmede rol oynayan faktörleri araştırır. Her ne kadar "olan"ı araştırdığını iddia etse de, bu hiçbir zaman mümkün olmadığından, zımnen "olması gereken"e atıfta bulunur. Bu, sosyolojinin değer bağımlı, politik veçhesidir, ancak bu açıkta gözükmez. Benim iddiam basitçe şudur: Müslüman dünyada hareket halindeki toplum ve toplumun üyesi durumundaki özneler, hiç kuşkusuz maddi, iktisadi ve sosyal şartlardan derin bir şekilde etkilenmektedirler. İslam soyut insan projesidir, tarih ve toplumsal durumlar somut insanı şekillendirir. Ancak bütün bunların payı söz konusu faktörlerin sadece "etkileyici" özelliklerine işaret eder. Asıl "belirleyici faktör" insanın özgür iradesi ve serbest tercihleridir. Her insanın belirleyici olduğu söylenemez, ama genel anlamında insan eğer insan olmaklığının bilincinde ise belirleyicidir. Batı'yla mukayese edildiğinde sadece Müslümanlık hâlâ kendi müntesiplerini özgür iradeleri doğrultusunda motive edebilmektedir. Aydınlanma'nın bireyi artık determine edilecek kadar belirleniyor, Müslüman dünyanın insanı ise bilincinde olsun olmasın, hâlâ İslam'ın motive edici faktörleri doğrultusunda davranıyor. O halde Müslüman dünyada olup biteni anlamak, Müslüman öznenin hangi saiklerle eylem yaptığını açıklamak için İslam dinini, İslami ilimleri bilmek gerekir. Sosyal bilimcilerimizin en büyük eksiği, İslami ilimlere vukufiyetsizlikleridir. İslami ilimlere vukufiyeti olan ilahiyatçılar ise bu temel zaafı gizleyen yöntemi fazlasıyla önemsediklerinden aynı hataya düşüyorlar, onlar da Müslüman özneyi anlamakta güçlük çekiyorlar. Aydın-ulema profilini incelediğiniz bölümde resmî İslam/sivil İslam ayrımına işaret ederken Bediüzzaman'a değiniyorsunuz. Sizin tanımınız çerçevesindeki "sivil İslam" Fethullah Gülen'in Bediüzzaman'dan tevarüs ettiği bir şey mi? Nuh'un Gemisi'ne Binmek adlı kitabımda bu konuyu uzun uzadıya ele almıştım. Sivil İslam / resmi İslam ayrımı Muhammed Abduh-Cemaleddin Afgani'ye kadar iner. Said Nursi'nin hayatında iki dönem var: Biri eski Said, ki bu resmi İslam dönemiydi, ikincisi yeni Said, bu da sivil İslam dönemi. Sivil döneminde Bediüzzaman'ın hareket noktası şu cümlesidir: "Biz devletten din istemiyoruz, özgürlük talep ediyoruz." Elbette Hocaefendi, yeni Said'in devamcısıdır. Gülen hareketinden "sivil bir oluşum" ya da "cemaat" olarak söz ediliyor kitapta. STK'ların Müslüman toplumlara özgü cemaatlerle ilgili olduğunu söyleseniz de Gülen hareketini STK olarak nitelemekte çekimsersiniz. Bu konuyu biraz açsak?.. Batı'da sivil toplumu çıkaran, mutlakiyetçi idarelere karşı gelişen burjuvazi ve onun seküler özerk alan arayışıdır. Bugün ise sivil toplum, hükümet dışı, özerk ve gönüllü kuruluşlara dönüşmüş bulunuyor. Bizde ise Osmanlı'da örfi hukukun dışında şeriatın düzenlediği geniş alan olarak teşekkül etmiştir, yani doğrudan dinle ilişkilidir. Vakıflar, sosyal organizasyonlar bugün modern devletin uhdesinde tuttuğu birçok alanda faaliyet göstermişlerdir. Gülen cemaati sivil karakterdedir, devletin uzantısı değildir; ama devlete karşı da değildir. Ahi teşkilatları, fütüvvetler, loncalar ve vakıflar tarihte böyleydi. Gülen cemaatinin örgütlenme modeli en çok Ahilik, fütüvvet ve alperenlikten ilham almaktadır; ama tarikat değildir, Türkiye sosyolojisine özgü sivil cemaattir. Fethullah Gülen'in hayatını üç dönemde değerlendiriyorsunuz: Gülen'in Amerika'ya gittiği 21 Mart 1999 tarihi, üçüncü dönemin, yani "Küresel dönem"in başlangıcı. Postmodern zamanlarda da cemaatlerin en büyük fenomen olduğu tespitinizi unutmadan, bu küresel dönemin geleceğine ya da sonrasına ilişkin öngörünüz var mı? Küreselleşme ulus devleti sarsıntıya uğratıyor, toplumu çözüyor. Tönnies, cemaatlerden cemiyete, sonra da cemiyetten cemaatlere doğru bir gidiş olduğunu söylüyordu. Bugünün dünyasında tam da gerçekleşen budur. Ama Batı'nın sivil toplumu ile Doğu'nun sivil cemaatleri farklı mahiyetlerde gelişiyorlar. Küresel dil kullanan, sivil alanı güçlendiren, sahici çoğulculuğa vurgu yapan ve bireyi özgürlüğünü elinden almadan modern ulus devlete karşı koruyan cemaatler gelişecek, geçmişte olduğu gibi toplumsal birçok fonksiyonu üstleneceklerdir. Türkiye'de genelde cemaat yapılarında bu güçlü eğilim var, söz konusu eğilimi en belirgin biçimde temsil eden, Gülen cemaatidir. RÖPORTAJ - CAN BAHADIR YÜCE
<< Önceki Haber Gülen hareketinin sosyolojik portresi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER