Mahmut Toptaş vefat eden Hacı Arif Çağan Ağabey ile ilgili hatıralarını köşesinde yazdı. Edremit'te kaldığı sürece hiçbir vaazını kaçırmadığını söyleyen Toptaş'ın yazısının tamamı şöyle;
25.07.2003 tarihli Milli Gazete’de “ÇIPLAK GELDİM ÇIPLAK GİDECEĞİM” başlığı altında size tanıttığım Arif Çağan beyefendi 17 Kasım günü Hakk’ın “İrcii/geri dön” emrine uydu.
1922 Edremit doğumlu. Dedesi, Müderris Nasuh Efendi, Fatih Medresesi’nden icazetli müderris. Babası Ali Efendi, Bulgaristan ile Romanya arasındaki Usturumca’dan 93 Harbi’nde Edremit’e hicret etmiş. On bir yıl önce merhumu, şöyle tanıtmıştım:
“Otuz yıldır, şehirde dört sayfalık gazete çıkaran kendi ifadesiyle solcu olduğunu söyleyen adamla dost olduk. Onu (gazeteciyi) 1983 yılında bir Cuma günü aldım, beraber camiye gittik. Ben vaaz verdim. Namazdan sonra gazete idarehanesine geldik, “Hoca, bundan sonra her Cuma geleceğim. Benim buraya gelip giden solcuların hepsini camide gördüm. Bana hiç namazdan bahsetmezlerdi” dedi. (Not: bu kırk yıllık gazeteci Hayati Çelik’in 19.07.2003 tarihinde 69 yaşında öldüğünü dün üzülerek öğrendim. Allah rahmet eylesin)
Bir gün yine yanına vardığımda yanında iki tane tanımadığım insan vardı. Gazetenin sahibi beni onlara şehrin vaizi diye tanıttı, onları da bana istihbarattan diye tanıttı.
Onlardan biri, “Hoca efendi, biz Hacı (Arif Çağan) hakkında araştırma yapıyoruz. Vakıf için topladığı paraları zimmetine geçiriyor mu geçirmiyor mu? Senin bu konuda kanaatin veya bilgin nedir?”
Ben, “Siz bu gazetenin sahibine inanırsınız. Ben buna bir soru soracağım ve siz onun cevabını benim cevabım olarak alın” dedim ve gazetenin sahibine döndüm, “Sen söyle, bu hacı, bu tür hizmetlere girmeden önce mi daha zengindi, yoksa şimdi mi daha zengin?”
Gazeteci, “Hacı bu şehrin en zengini idi. Bu tür hayır hizmetlerine girince her işleri bıraktığı gibi elindekileri de satıp bu hayır işine verdiğini duyuyoruz. Hacının şimdi zenginliği yok. Her şeyi dağıttı” dedi.
Ben, “Aldınız mı cevabı, tamam mı” dedim. “Çok net ve delilli bir şekilde temizliğini bize anlattınız teşekkür ederiz” dediler.
1922 doğumlu olan hacı, on dört yaşından itibaren pazarlarda limon satmaya başlar. 1942 yılında askere gidince Cumhurbaşkanlığı muhafız alayında askerliğini tamamlar.
Kur’an okutmanın yasak olduğu o yıllarda o, İsmet İnönü’nün pencerelerinin baktığı muhafız alayında bir askerden dini bilgilerini alır.
Asker dönüşü, 1945 yılında küçük bir dükkân açar. O günlerde Dursunbeyli Sarı hocayla tanışır. Sarı hoca yasak filan dinlemez yer değiştirerek derslerine devam eder.
O fakirlik yıllarında Sarı hoca buna, “Oğlum, her gün kazandığın paranın üçte birini şehrin fakirlerine dağıt, eve öyle git” der. O da bu nasihati tutar. Her geçen gün işleri büyür. Şehrin orta zenginleri arasına girer.
Bir gün Sarı hoca gelir ve “Yirmi boş teneke alalım, senin Jeep’le on tane köye koyalım ve köylü kadınları birer kepçe zeytinyağı versinler, bunlarla öğrencilerin ihtiyacını karşılayalım” der.
Hacı, “Hocam, yirmi teneke zeytinyağını ben kursa kadar getireceğim” der ama Sarı hoca kabul etmez ve “Bana bak, bu on köyden üç yüz kadar kadın, bu tenekelere birer kepçe zeytinyağı koyarak Kur’an’a hizmetin sevabını alacak, aynı zamanda yardım ettiği yere sahip çıkacak. Sen onların sevabına nasıl engel olursun?” der.
“Tamam, hocam nasıl isterseniz” diye cevap verir.
O yine kazancın üçte birini dağıtmaya devam eder.
Askerliğini o şehirde yapan bir tarih öğretmeni anlatmıştı, “Asker mektuplarını okudum. Askerlerimden birinin arkadaşı, benim askerime hanımının maddi durumunun çok kötü olduğunu, ekmeğe muhtaç olduklarını yazıyordu. Ben mektubu askerime vermedim ve bu hacıya (Arif Çağan) gittim bu acıklı mektubu verdim okudu, kasayı açtı “Sen, dilediğin kadar al” dedi. Ben de aldım, askere bir haftalık izin ayarladım, parayı eline verdim ve memleketine gönderdim” demişti.
Kazancın üçte birini vermekle kazanç, her geçen gün artıyor. Sarraf bir dostu arada bir, bir kiloluk altın getirip hacıya satıyor. Bankaya para yatırmak yerine yağlı yağ tenekesinin içine altını atıveriyor.
1971 yılında Sarı hocayla beraber değerli bir hoca efendinin (Fethullah Gülen) va’zını dinlerler. Vaaz veren hocayı çok sever ama 27 yıldır nasihatini dinlediği hocasının fikrini alır.
Sarı hoca “Bu hoca efendinin ki, Hak vergisi. Bu, Allah’ın hoparlörü. Bundan ayrılma” der.
İşte o günden itibaren kazandıklarının üçte birini değil, tamamını hayır hizmetlerine dağıtır.
Şehre gelen hizmet ehli kişiler, hangi meşrepten hangi mektepten olursa olsun, onlara yardımcı olmaya devam ederken o hoca efendinin hizmetlerine daha fazla yardım eder.
Dört kız çocuğunun her birine birer daire, birer araba verir. Geri kalan on sekiz daire, on dükkân ve zeytinyağı tenekesinin içindekileri hayır hizmetlerine dağıtır.
Oturmakta olduğu evi de ölünceye kadar oturmak kaydıyla vakfa devreder.
“O kadar malım olsaydı ben de verirdim” diyenler, bu gün inşaatta çalışırken kazandığınız günlük paranın üçte birini bir verin bakalım. Veya maaşın üçte birini bir verin.
“Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim” diyen bu zat, Hz. Ebubekir’lerin yok olmadığının en canlı örneklerinden biridir.”
Edremit’te kaldığım bir buçuk yıl içinde hiç vaazımı kaçırmamıştır.
Vaazdan sonra Havran’dan vaaz dinlemeye gelen Nureddin hafızla üçümüz beraber bazı dostlarla bir çay içip dağılırdık.
Dünyaya çıplak gelip kefenle Rabbine dönen Arif Çağan beyefendiye, Allahtan rahmet, yakınlarına sabır dilerim.
Kaynak: Milli Gazete