Erdem’in ilk filminde sabah, ikinci filminde ikindi ezanı vardı. Bu filminde ise beş
vakit ezan okunuyor. Üç çocuğun başrolünü paylaştığı filmde Erdem, bir zaman sorgulaması yapıyor. Şehirde dayatılan zaman algısının dışına çıkıp beş vakte göre ayarlanmış bir zaman algısını göstermeye çalışıyor beyazperdede.
Filmlerinde ezan motifine düşkünlüğünü, ‘İster uyanın ister uyanmayın, ister
cevap verin, ister vermeyin, çok hoşgörülü, sarıcı, sarmalayıcı ve
ilahi bir yanı var.’ sözleriyle açıklıyor. Erdem ile, ‘Beş Vakit’i ve bu vakitleri duyuran ezanı konuştuk
Ezan, gündelik akışa bir virgül koymaktır
Yönetmen Reha Erdem, iki yıl aradan sonra dördüncü filmi ‘Beş
Vakit’ ile tekrar sinemaseverlerin karşısında. Geçtiğimiz cuma vizyona
giren film, köyde yaşayan üç çocuğun hikâyesini anlatıyor. Ergenlik döneminde çocukların çektiği
büyüme sancısı ve ezanlarla duyurulan ‘beş vakit’ olarak akan zaman... Bu iki tema etrafında ilerleyen filmi ve filme isim ve konu olan ‘Beş Vakit’i, bu vakitleri duyuran ezanları konuştuk filmin yönetmeniyle...
Filmde, ergenlikte çocukların büyüme sancısı var. Beş vakit, hikâyenin fonu mu? Eğer öyleyse fon, temanın önüne mi geçti?
Hayır beş vakit, filmin fonu değil, yapısı aynı zamanda. Beş vakit,
ezanla ortaya çıkan bir şey. Film, bir zaman filmi aslında. Evrensel güneş zamanının içinde, insanların kendi zamanlarını sorgulayan bir zaman filmi… Gün içinde ezan vakitleri güneşe göre değişiyor. Sabit, günün bir vaktine yapıştırılmış, guguklu saat gibi değil; mevsimlere
kulak asan bir zaman içinde oluşuyor beş vakit. Ve zamanın İlahi olanla ilişkisine bakıyor film.
Yeşilçam sinemasında, kötü yola düşmüş kadının arınmak için
camiye gitmesinde ya da cenaze merasimlerinde duyulurdu ezan sesi. Burada ise felsefi bir zaman sorgulamasında duyuluyor ezan sesleri… O filmlerden, bu filme ne değişti?
Türk sineması adına konuşamam. Kendi filmlerimden söyleyeyim, A Ay’da, başından sonuna bir sabah, Kaç Para Kaç’ta bir ikindi ezanı vardı. Evet, ezanlara bir düşkünlüğüm var. Ama burada beş ezanın beşi de var. Hayatımızda bir yeri var ezanın, kültürel olarak çocukluğumuzdan beri içimizde olan bir şey. Ezanlarla duyurulan beş vakit, bize dayatılan şehir zamanının dışına çıktığımızda anlamı büyüyor. Beş vakte göre yapılıyor her şey,ezanlarla belirtilen beş vaktin içinde insan varlığını hissediyor.
Ezana olan düşkünlüğünüzün sebebi ne?
Bu filmde olduğu gibi, köyde okunan ezanı bir düşünün, okunduğunda
duruyor insanlar, yaptıkları işe ara veriyorlar. Şehirde dayatılan zamanın içinde ezan okunurken kimse durmaz, kimse durduramaz kimseyi. Ezanla o gündelik akışa bir virgül konuyor aslında. Bu bana çok anlamlı geliyor. Estetik,ritmik, müzikal yanı olan bir çağrıdır ezan aynı zamanda. İster uyanın ister uyanmayın, ister cevap verin, ister vermeyin, hoşgörülü, sarıcı, sarmalayıcı ve ilahi bir yanı var. Bu yanı, bu anlamı seviyorum. Ezan motifine hep bu anlamıyla yaklaşıyorum. Doğduğumuzdan beri kulağımızda, uzak kalmak mümkün mü?
Peki, Türk sinemasının bugüne kadar bu halleriyle neden dikkatini çekmedi ezan?
Sözünü ettiğiniz sinema kodları olan bir sinema. Ona göre ezan ölümü hatırlatır. O kodlarla film çekiyorsanız, siz de gidip ezanı yine bu kodlarla anlamlandırırsınız. Oysa ezan, ölümde değil, doğumda okunur. Şunu da söylemek isterim; filmde bu konu ile ilgili olarak
İslam, bir kültür olarak, İlahi bir
örtü olarak var. Zaten daha fazlası da böyle bir filmde olamaz. O zaman misyon kimlikli bir film olur.
Sinemanın son yıllarda dinî konuları, temaları anlama çabasını nasıl buluyorsunuz?
Takva’yı gördünüz mü? Durduğu, baktığı yer çok güzel. Çok
insani bir yerden bakıyor, hiçbir şeye kötü demeden, özenle, saygıyla
bakarak ve inanılmaz bir bilgiyle vermişler konuyu. Bu, bu konulara daha incelikli bakışın gelişmesi ile ilgili. Sinemanın yanlı, ilerici-gerici bağlamındaki bakışı hâlâ var. Mesela cami imamına biçilen rol hâlâ devam ediyor. Ama öte yandan ‘The
İmam’ örneği ile tersinden aynı yanlış yapılıyor.
Amerikan usulü, İslam kültüründen hiç nasibini almamış, üstelik söylemi de öyle olan bir film The İmam. Neyi, nasıl ve niye dediğiniz önemli. Bunu yaparken insani ve hakiki bir duruş sergileyebiliyorsanız konunun anlamına ulaşabiliyorsunuz.
Hangi vaktin ezanını daha çok seviyorsunuz? Ezanların çağrışımları ne sizde?
Sabah ezanını seviyorum en çok. Çok umutlu buluyorum onu. Akşam ezanını seviyorum ritminden dolayı, bir koşuşturmaca içindedir. Yatsı huzurludur, ikindi genişletir sanki vakti. Öğle ezanı, günün tam ortasında, sert gelir biraz.
Bir temayı, çocuğun hikâyesinden vermenin avantajları, dezavantajları neler?
Çocukların zamanı algılayışları yetişkinlerden farklı olarak özgürdür. Dayatılan zamanı değil, kendi zamanlarını yaşarlar. Filmde çocuklukların çocukluklarını bitirip büyüklüğe geçişleri, yani başka bir zamana geçişleri anlatılıyor. Başkalarının zamanını kabul etme trajedisini en iyi çocuklar üzerinden onların hikâyelerinden anlatmak mümkündü.
Türk sinemasının, edebiyatının ‘orada bir köy var uzakta’ söylemiyle baktığı köye siz, Nuri Bilge Ceylan ve köyde sinema üreterek Ahmet Uluçay, farklı bakıyorsunuz…
Benim için köy farklı bir zaman tasavvurunu koruyarak direnmesiyle büyük bir anlam taşıyor. Şehirde zamanın kıymetli olduğu empoze ediliyor. Ancak bu kıymet paraya çevrildiği sürece bir anlam taşıyor şehirde. Gün boyunca çalışılıyor, para kazanılıyor ‘kıymetli’ olduğu için. Fakat
akşam, televizyonun karşısında saatlerce atıl bir vaziyette geçiyor. Yalan bir hız var şehirde, zamana yönelik sahte ve tutarsız bir kıymet anlayışı. Oysa köyde ezan günde beş kez okunarak vakti bölmüyor, oluşturuyor. Şehirdeki hızın yalan oluşunu, akşamdan sabaha, sabahtan akşama zamanda bir devamlılık olduğunu görmek için köydeki zamanı yaşamak gerekiyor. Film bunu anlatıyor.
Burhan EREN / Turkuaz - ZAMAN