Var mıdır dersiniz? Yani, “
heykeli dikilecek koca...”; ondan bahsediyorum.
Galiba üç ay kadar önceydi. Zaman’ın iç sayfalarında haberi görünce gözlerime inanamamıştım. Başlık aynen şöyleydi: “Bahçesine, 9 yıl önce ölen kocasının heykelini diktirdi”
Üstünde kocaman bir resim; pek kocaman sayılmaz aslında; 6x10 cm ebadında
Anadolu Ajansı mensupları tarafından çekilmiş bir fotoğraf. Bağlık bahçelik bir yerde ağaçlar arasında, yerden yarım metre yüksekliğindeki beyaz bir kaide üzerinde omzuna attığı küreğiyle işten gelir gibi yürüyen, kasketli bir adam. Heykel tahminime göre birebir ölçeğinde yapılmış. Önünde kocasının heykelini diktirdiği anlaşılan, başını -aynen ninelerimizin bağladığı yemeni tarzında; yani laikliğe dahletmez tarzda, folklorik bir mahiyette!- beyaz bir tülbentle bağlamış bir Anadolu hanımı. Elinde bir bez, heykelin tozunu alıyor. Kaidenin üstünde “Babamız
Veli Başpınar anısına” yazılmış.
*
En iyisi haber metnini okuyalım, zaten kısacık bir şey:
“
Yozgat’ın Darıca köyünde yaşayan 61 yaşındaki Nadide Başpınar, bahçesine geçen yıl diktirdiği ve 9 yıl önce hayatını kaybeden kocasının heykelini her gün ziyaret edip hasret gideriyor. ‘Yarim sana bir şey desem iden mi / Alıp beni yaylalara giden mi?’ diyerek mâniler yakıp, kocasının heykelinin tozunu torunlarıyla birlikte silen Nadide Başpınar, 9 yıl önce kaybettiği kocası Veli Başpınar’ı ilk günkü gibi sevdiğini söyledi. ‘Veli’yi çok özlüyorum’ diyerek söze başlayan Nadide Başpınar, kocasının çok sigara içtiğini ve bunun sonucunda yakalandığı
kanser hastalığı sebebiyle öldüğünü ifade etti. Başpınar, ‘
Ankara’da bulunan oğlum heykel yapıyor. Babasını da çok severdi, heykelini yapıp geçen yıl getirip bahçeye dikti. Ben de buna çok sevindim.’ dedi.”
Haberin altında “Yozgat, AA” imzası var.
*
Haberin kupürünü kesip çalışma masamın arkasındaki mantarlı panoya iğneledim. Ziyaretçilerimden kimse, “Nedir, niçin astın?” diye sormadı. Bir süre sonra ben de unutmuşum. Lüzumlu notları panoya iğnelemeyi adet edindiğim için zamanla üstü kapanmış. Geçenlerde lüzumsuzları ayıklarken kupürle karşılaştım.
- Vay be, dedim kendi kendime, “Ne erkekler varmış
arkadaş!”
Şüphesiz hâlâ vardır öyle heykeli dikilecek erkekler; isterim ki şu satırları okurken (tabii erkek okuyuculardan bahsediyorum) şu kıssadan minnacık bir hisse çıkarıp,
- Acaba ben de heykeli dikilecek bir eş miyim, diye düşünüp kendinizle bir nefis muhasebesine girişesiniz.
*
Meselenin “heykel” boyutu bir başka dikkat
çekici husus; mâlum, bizim ahali heykel nâmına bugüne kadar genellikle
Atatürk büstlerini ve heykellerini görmüştür. Böyle tamamen
sivil maksatlı ve özel teşebbüsle heykel veya büst yaptırıp bağa bostana, bahçeye diktirmek pek mûtadımız değildir.
Nadide Hanım böyle tereddüdlere pabuç bırakan cinsten olmamalı ki heykeli bahçeye rekz ettirivermiş, yaptığı eylemin ne kadar şuurunda olduğunun altını çize çize söylemekten de çekinmiyor;
- Veli’yi hâlâ ilk günkü gibi seviyor, çok özlüyorum!
*
Bir dakika, lütfen bir dakika!
Anadolu’da bir şeyler mi oluyor da biz farkında değiliz?
Bizim bildiğimiz annelerimiz ninelerimiz öyle ayan âşikâre aşk meşk lâfları etmeyi hafifmeşreplik saymasalar da pek de tasvib etmezler. Torunlarının bazen, “Nine, söylesene dedemi çok sever miydin?” yollu takılmalarına, yüzleri kızara bozara, “De get şurdan eşşek sıpası, biz öyle şey bilmek.” deyip, mahcubiyetleri fark edilmesin diye yüzlerini başörtüsü ile örtmezler miydi?
Aynen öyle yaparlardı!
Nadide Teyzemiz öyle demekle kalmıyor, kocasına duyduğu muhabbeti -haydi adını koyalım “aşkı”- tamamen Batılı bir sanat formuna dönüştürerek heykelin önünde sevdâ mânileri yakıyor:
“Yarim sana bir şey desem iden mi;
Alıp beni yaylalara giden mi?”
...
Anadolu, yerinde misin?
*
Sizi bilmem, ben nâm-ı hesabıma “Helâl be Nadide Teyze” diyenlerle beraberim; muhabbet dediğiniz sözle veya bir başka fiille izhar edilmese de olur ama açığa vurulduğunda da dünya batmıyor işte; iyi oluyor.
Nadide Teyze’ye ulaşabilseydim, “Rahmetli Veli Amca’ya sağlığında da yüzüne karşı böyle şeyler söyledin mi?” diye sorardım.
Söylememiştir, hâlâ pek âdet değildir böyle aleni sevgi gösterileri bizde. Saklanır, fâş edilirse epriyeceğinden korkulur, hatta nazardan bile çekinilir.
*
Köylerde çeşme başında delikanlıların viyolonsel çalarak eşekleri suvardığını,
bulgur dövmekten dönen köy kadınlarının muhtarın evindeki piyanonun başına geçerek minik prelüdler seslendirdiğini hayâl edip duran Çetin Altan üstadımız şu haberi atlamış olsa gerektir; görseydi mutlak şâd ü handân olur, “Ulan yoksa Türk aydınlanması dediğimiz şey Yozgat’ın Darıca’sında başladı mı?” diye gevrek gevrek tebessüm ederdi.
*
Tekrar o mühim ve yakıcı soruya dönüyoruz: “Kadınlar indinde heykeli dikilecek koca var mıdır?”
Feministlerin cevabını biliyoruz; başka?
Ve sualin ikinci kanadını açıyoruz; ille de heykelini diktirmeniz gerekmez fakat hayat arkadaşınızı en azından, “Yarim sana bir şey desem iden mi...” diye mâniler yakacak derecede sevmeniz için, -şimdiye kadar yaptıklarına ilâveten- adamın daha ne yapması gerekmektedir
Allah aşkına?
AHMET TURAN ALKAN - Zaman Pazar