"Hâneperest", sıcak yuva ve cıvıl cıvıl çocuklar sebebiyle evine aşırı bağlı olan, hanesindeki huzurun ve rahatın devam etmesi için gerekirse her şeyden vazgeçmeyi göze alan; bazen de rahata düşkünlüğünden dolayı dışarıya hiç adım atmayan, halkın arasına hiç karışmayan ve insanlardan gelebilecek eziyetlerden kaçmak için kendisini adeta dört
duvar arasına hapseden insan demektir.
Dünden bugüne bazı insanlar, nefislerini tezkiye ve kalblerini
tasfiye etmek için halvethanelere çekilip inziva yapmışlardır. Halvetîlik de bu anlayıştan doğup yayılmıştır. Ne var ki, içinde yaşadığımız asırda, sürekli insanların arasında bulunmak, onlardan gelecek sıkıntılara katlanmak ve bir manada celvetî olmak, inzivada Allah'a ulaşmak için cehd ü gayret göstermekten daha sevaplı görülmüştür. İnsanların dertlerine ortak olmak, aynı zamanda sevinçlerini paylaşmak ve hep yanlarında bulunarak onları irşat etmek, bilhassa bu zaman diliminde çok daha önemli sayılmıştır.
Bu açıdan, hâneperestlik, evine kapanma ve herkesten alâkayı kesme şeklindeki bir tecerrüd halinin adıdır; dolayısıyla hem erkekler hem de bayanlarla alâkalıdır. Evet, hâneperestlik marazı, bayanlar için de çok tehlikeli bir hastalıktır.
Anne-babaya karşı sıla-yı rahim vazifesinden arkadaşlık bağlarını korumaya kadar çok önemli olan insanî irtibatlara değer vermeme, insanlarla görüşmeme, eş-dostla bir araya gelmeme, evinin kapılarını hiç kimseye açmama ve kendi dar dairesinde ikame ettiği mutluluk vesileleriyle yetinip bütün bütün şahsî bir hayat sürme şeklinde kendini gösteren hâneperestlik en az erkekler kadar kadınları da mahveden bir illettir.
Tabii ki, bir kadın, evine çok değer vermeli ve çoluk çocuğuna iyi bakmalıdır; fakat,
ailesini
ihmal etmemenin yanı başında, onun da
toplum hayatı açısından bazı vazifeleri vardır. O da, sohbet-i Cânân meclislerine katılmalı, dinî ve ilmî müzakerelerde yer almalı, arkadaşlarıyla beraber dersler yapmalı; bu arada içtimaî hayatın ortak problemlerine çareler aramalı, bu gayeye matuf olarak akdedilen meşveretlerde fikir cehdinde bulunmalı ve dine
hizmet edebilmek için her vesileyi değerlendirmelidir.
İster kadın ister erkek, her mü'min, kendi üzerinde Allah'ın, nefsinin ve aile fertlerinin hakları olduğunu bilip onların gereklerini yerine getirmeye çalıştığı gibi, içinde yaşadığı topluma karşı da bir kısım sorumluluklarının bulunduğunu düşünerek onları da mutlaka gözetmelidir ve Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in buyurduğu üzere, her hak sahibine hakkını vermeye çalışmalıdır. Şayet, eşler, kendi aralarında vazife taksimini iyi yapar, mesailerini güzelce tanzim eder ve her hususta birbirlerine
yardım eli uzatırlarsa, her ikisi de hem birbirlerinin hem diğer aile fertlerinin hukukuna bitamâmiha riayet etme, hem de Cenâb-ı Allah'ın, Resûl-i Ekrem'in, Kur'an-ı Kerim'in, Din-i Mübîn'in ve iman hizmetinin haklarını gözetme konusunda istikameti yakalayabilirler.
Rahata Düşkün Hânezedeler
Aslında, hâneperestliğin temelinde, her türlü zillet ve mahrumiyetin en başta gelen sebeplerinden olan tembellik ve rahata düşkünlük vardır. Hâneperest insan, evinin kapı ve pencerelerini sıkı sıkıya kapadığı gibi, gönlünü de başkalarına karşı tamamen kapar. Hem içeriye hem de içine kapanır; hayatını bütünüyle hanesinde geçirmeyi ister. Bir iş ya da ihtiyaç için dışarıda olduğu zaman bile hep gözü evdedir. Haddizatında, insanın gözünün evinde olması bir yönüyle çok güzel bir haslettir; bu, hayat arkadaşına ve çoluk çocuğuna bağlılığının ifadesidir. Fakat, bir diğer taraftan, onda rahata düşkün olma, hiçbir meşakkate yanaşmama ve dine hizmet adına da olsa zahmete katlanmayı düşünmeme ruh haletinin tesiri vardır. İşte, bu şekildeki eve düşkünlük, Hücumât-ı Sitte'de farklı bir zaviyeden anlatılan tenperverliğin (rahata düşkünlüğün) ta kendisidir ve hak erleri için en büyük afetlerden birisidir.
Evet, yuva dünyevî bir kısım ihtiyaçları gidermeye matuf ve
ahiret hayatına
hazırlık hususunda yardımcı bir unsur olmasına rağmen, onun evvelen ve bizzat maksutmuş gibi algılanması ve insanı toplumdan koparacak bir mahiyet alması çok tehlikeli bir kayma noktasıdır. "Ya evimden olursam; ya ailemi kaybedersem; ya çocuklarımdan ayrı düşersem; başkası neme lazım, benim de bir hayatım var!.." gibi mülahazalar, hususiyle adanmış ruhlar için öldürücü virüslerdir. Zira, bunlar gayesiz, hedefsiz,
dava düşüncesinden mahrum ve yaratılışın manasını kavrayamamış kimselerin düşünceleridir. Mefkûre kahramanları, insanı bir hânezede ve bir hane
özürlü haline getiren bu hislerden fersah fersah uzaktır, uzak olmalıdır.
Unutulmamalıdır ki;
Osmanlı erenlerindeki mücadele aşkı ve "serhat tutkusu" sayesinde,
küçük bir aşiretten koca bir cihan devleti doğmuştur. Bir gün gelip de, bu aşk ve arzunun yerini
harem sevdası alınca, koskoca bir millet yerle bir olmuştur. Dahası, harem tutkusu ve hâneperestlikle
nöbet yerini terk edenler, çok defa maksatlarının aksiyle tokat yemiş, sıcak yuvalarını ve cıvıl cıvıl çocuklarını da kaybetmişlerdir.
- Yuva, dünyevî bir kısım ihtiyaçları gidermeye matuf ve ahiret hayatına hazırlık hususunda yardımcı bir unsur olmak üzere var edilmiştir.
- Buna binaen yuvayı asli unsur görüp hayatındaki her şeyi yuvası etrafında örgüleyen insan bu konudaki murad-ı İlahîyi anlamamış demektir.
- Haneperestliğin temelinde tembellik ve rahata düşkünlük gibi birtakım ahlak-ı seyyie vardır. Bu sebeple şeytanın oyuncağı olmaya müsaittir.