İnsanın kendi kendini tanıması en zor meselelerdendir. Sokrates'in mektebinin kapısında "Kendini bil" ifadesinin yazılı olduğu söylenir. Bütün tasavvuf mekteplerinde "Nefsini bilen Rabb'ini bilir" çok meşhur bir söz haline gelmiştir. Bu sebeple biz, ferden
ferda mükellef olduğumuz meselelerde
Efendimiz'in ışık tutması altında bize düşen vazifeleri bilmeye çalışmalıyız.
Bizler, emri bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münkerle mükellefizdir. Herkes derecesine, kendi seviyesi ölçüsüne göre irşad ve tebliğ yapabilir, ilmi ve kültürü seviyesinde hak ve hakikatleri anlatabilir. Herkes belli bir muhitte müessir olabilir ve seviyesine göre bir hâle meydana getirebilir. Böyle olmaması mümkün değildir. Çünkü Cenab-ı Hak ferden ferda bizi bu esaslarla mükellef kılmışsa, demek ki bu iş
teklif dâhilinde olan bir husustur. Binaenaleyh bu, teklif-i mâlâ yutâk (götürülemeyecek bir yük) değildir.
Cenab-ı Hak, "Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önlemeye çalışan bir topluluk bulunsun." (Âl-i İmran, 3/104) buyurmaktadır. Demek ki biz, her birerlerimiz böyle bir cemaatin ferdi olma durumundayız. Aksi takdirde
Allah'ın emri, teklif-i mâlâ yutâk olurdu. Öyle ise şimdi biz 'Bu vazifeyi nasıl yapabiliriz?' sorusunun cevabını aramalıyız. Evvela, Fahr-i Kâinat Efendimiz,
Mekke ve
Medine devrinde nasıl yapmışsa biz de öyle yapmalıyız.
Fahr-i Kâinat Efendimiz her meselede bizim için yol gösterici bir rehberdir. Âlem hürriyete kavuşunca sevinir, biz ise Resûl-i Ekrem'e ümmet olduğumuz için mesut ve bahtiyarız. Binaenaleyh Efendimiz'den rahmet yeli ile gelen yağmurlar gibi bize de şakır şakır ferman gelmektedir ki; pekâlâ bu fermanlarla kendimize çekidüzen verebiliriz. Onun için kafamız yetmese bile akl-ı kül olan hakikat-ı Ahmediye'nin (aleyhisselatü vesselam) ziya-ı sermedîsi altında meselelerimize çözüm getirebiliriz.
Bu meselenin diğer yönüne gelince, Allah, asrımıza dahi irşad ve tebliği esas alan bir kısım mürşidler lütfetmiştir. Bu mürşidler her tarafta harıl harıl kurslar ve mektepler açarak, halkın dinine ve mukaddeslerine bağlı bulunan heyecan abidelerinden istifade etmek suretiyle milletin maneviyatına ve irfanına hizmet etmektedirler. Öyle ise aklı her şeye yetmeyen kimseler de bunları dinlemeli ve mutlaka bir vazife almalıdırlar. Bu dirayetli kimseler de, insanların kabiliyet ve istidatlarına göre onları orada istihdam etmelidirler. Bu, o büyüklere mahsus bir husustur. Gerisi Cenab-ı Hakk'ın sevk ve istihdamına kalmış bir husustur.
Kur'an'ın Cemaatindenim!
Bana göre bugün meseleyi dağıtmaya hiç lüzum yoktur. Nerede bulunursak bulunalım ferden ferda günümüzde en mühim iş irşad ve tebliğdir. Hayatımızın gayesi, fıtratımızın neticesi bu olmalıdır. Vazifemiz, ağustos böceği gibi şu dünya ağacı üzerinde kaldığımız müddetçe çatlayıncaya kadar Rabb'imizin adına bülbül olmak ve hep O'nu terennüm etmek olmalıdır. Bu işi bu şekilde yapmak, sonra da gerisine karışmamak bir kulluk işidir. Mesela herhangi bir insanı Rabb'iyle buluşturma azmi içine girmiş bir kimse şöyle-böyle yolunu yöntemini
tayin etmişlerle meşgul olmamalı, mütereddit, mütehayyir ve bir manada çamuru misk u amber diye yüzüne gözüne süren insanların elinden tutarak onlara ışık göstermelidir. Ayrıca, siyasi-gayri siyasi herhangi bir kliğe mensubiyet içinde hareket etmemeli, hakikat-i Ahmediye'nin (aleyhisselatü vesselam) kudsi dairesi içinde bulunan bir fert olarak sadece "Hak" demelidir. Kendisine "Sen nesin?" diye sorulduğunda da şöyle
cevap vermelidir: "Ben ümmet-i Muhammed'im. Hz. Halilurrahman'ın milletindenim. Allah'ın kullarındanım. Kur'an'ın cemaatindenim. Mahiyetim itibarıyla hiçbir kıymetim, rengim ve şeklim yoktur. Ben sadece bir reşhayım ki O'ndan gelen şualarla ancak bir mahiyet iktisap ederim. Sonra da buharlaşırım, insaniyet semasına yükselir ve oradan da katreler halinde aşağıya doğru akmaya çalışırım. İşte ben buyum ve bu halimle hizmet etmeye çalışıyorum."
Hâsılı, her insan kendi yerini bihakkın bilemeyebilir. Bu sebeple de o, bu işi iyi bilen rehberleri dinlemeli, çeşitli girizgâhlarda ve kavşaklarda durup "hizmet budur" diyenlere
kulak vermeli ve denen şeyler sahabenin hizmet stiline uyuyorsa o yola girerek kendisine verilen vazifeyi yapmaya çalışmalıdır. Çok uzun boylu vazife aramaya lüzum yoktur. Elverir ki herkes kendisine düşen vazifeyi ifa etsin. Bunları yaparken bir kısım ard fikirlerle sürtüşmeye girilmeyecektir ve girilmemelidir de. Çünkü bizim ne ard fikrimiz, ne de gizlimiz-saklımız var. Biz, halkı kuşkulandıracak düşünce, niyet ve tavırlardan müberra ve münezzehiz. Bir kere Rabb-i Kerîm'imize gönül verdik ve O'nun rızasını tahsilden başka hiçbir şey düşünmüyoruz. O bizim için bir oyun sahnesi ve sahası hazırlayıp ışığı, dekoru ve kostümü ayarladı. Sonra kulları olan bizleri sahneye sürüp, "şu oyunu oynayın" dedi. Ne zaman geriye alacağını bilemiyoruz. Biz, verilen rolümüzü iyi oynamaya bakacak ve perde kapanınca da kaybolup gideceğiz. Bütün kalbimizle O'nu bekliyoruz. Şahsen ben, üzerimdeki ağır yükün ne zaman alınacağını ve
terhis edileceğimi bir askerden daha iştiyaklı bekliyorum. Çünkü burada oynadığımız oyunları beceremeyip mahcup bir şekilde sahneden aşağıya
inme de vardır. Biz bir kul oyuncuyuz. İpler ve her şeyin dizgini O'nun elinde, her şeyin anahtarı O'nun yanındadır. Arz ve semanın hazineleri O'nun nezd-i ulûhiyetinde ve O, her şeye sahip mâlikü'l-mülktür. Bizler ise gassalın elindeki meyyit gibi hep O'na tâbiyiz. Rabb'im bu duygu ve düşünce ile bizi mamur ve payidar eylesin.
İnsanın kendi kendini tanıması en zor meselelerdendir. Sokrates'in mektebinin kapısında "Kendini bil" ifadesinin yazılı olduğu söylenir. Bütün tasavvuf mekteplerinde "Nefsini bilen Rabb'ini bilir" çok meşhur bir söz haline gelmiştir. Bu sebeple biz, ferden ferda mükellef olduğumuz meselelerde Efendimiz'in ışık tutması altında bize düşen vazifeleri bilmeye çalışmalıyız.
ÖZETLE:
1- İnsanlığa hizmet etmek ve bu çerçevede yapılan irşad ve tebliğ, her seviyedeki Müslüman'ın üzerine düşen bir vecibedir.
2- Her insan, istenen seviyede hizmet edemeyebilir; bu sebeple "hizmet budur" diyenlere kulak verip verilen görevleri yerine getirmeye çalışmalıdır.
3- Hizmet eden insanlar, bu hizmetlerini herhangi bir ard düşünce beslemeden sırf Allah rızası için yapmalı ve herhangi bir beklentiye girmemelidir.