Kur'an hadimleri arasında bir ıstılah olarak kullanılan inâyet tabiri, Cenâb-ı Hakk'ın hususî iltifatıyla g
ayet ehemmiyetli bir
davada istihdam edilmek; iman hizmetinde çoğu zaman hiç beklenmedik
nimet ve ihsanlara mazhar kılınmak; en zor zamanlarda ve en kötü şartlarda dahi ihtiyar ve
iktidar haricinde bir dest-i gaybî tarafından korunup kollanmak; hatta "Belki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır." (Bakara, 2/216) ayet-i kerimesi sırrınca, zâhiren çok çirkin görünen hadiselerde bile maddî manevî pek büyük semere verecek neticelere ulaştırılmak manalarının bütününü ihtivâ etmektedir.
Hakkında açılan davaları, mahkumiyet kararlarını, sürgünleri ve
hapis cezalarını dahi hep hayra yoran ve her fırsatta talebelerine "Merak etmeyiniz, biz inâyet altındayız. Zâhirî zahmetlerin ardında büyük rahmetler var." diyen Nur Müellifi, işte bu inâyet anlayışını seslendirmiştir. Hapishane hayatını bile İlahî kaderin emri, tensibi ve sevkiyle medrese-i Yusufiye kongresine iştirak etme olarak değerlendirmiştir. Kur'an hadimlerinin İlahî himayeye mazhar kılındıklarını, her zaman Cenâb-ı Hakk'ın gözetimi altında bulunduklarını, şayet musibetlere
sabır ve tevekkülle mukabele ederlerse, bir dirhem zahmetin bir batman rahmet ve sevabı netice vermesi suretinde çok kıymettar manevî faydalara nâil olacaklarını müjdelemiştir.
Aslında, kendisini i'lâ-yı kelimetullaha adayan ve bu yolla Allah'ın rızasını tahsil etmeye çalışan insanların hepsi İlahî inayete mazhardır; Peygamberler başta olmak üzere dava-yı nübüvvetin her temsilcisi istisnasız Cenâb-ı Hakk'ın görüp gözetmesi altındadır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de değişik vesilelerle bu hakikate işaret edilmektedir. Ezcümle; Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'e "Rabb'inin hükmüne sabret. Muhakkak ki, Sen bizim gözetimimiz altındasın. Rabbini hamd ile tesbih et." (Tûr, 52/48) denilmektedir.
Mevlâ-yı Müteâl'in Hazreti Nuh'a, "Artık halkından, daha önce inanmış olanlar dışında, hiç kimse iman etmeyecek. Öyleyse o kâfirlerin yaptıklarından dolayı kederlenme de, Bizim gözetimimiz altında ve vahyimiz doğrultusunda, gemiyi yap ve o zalimler lehinde Ben'den hiçbir ricada bulunma. Çünkü onlar suda boğulacaklardır." (Hud, 11/36-37) şeklindeki hitabında da İlahî inayetin nazara verilmesi söz konusudur.
Hazreti Nuh, gemisini inâyet-i
ilahiye ile yapmış, onun üzerinde maiyyet-i sübhaniye sayesinde yol almış ve nihayet Cenâb-ı Hakk'ın riâyetinde hedefine varmıştır. Dümeninde İlahî inâyetin sevk ettiği bir el bulunan o gemi dev dalgalara rağmen batmamıştır.
Başka bir münasebetle, Sadi Şirazi, "Ne gam o gemidekilere ki, dümende oturan sensin ya
Muhammed!.." der. Evet, kaptanlığını İnsanlığın İftihar Tablosu'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı bir gemi de asla batmayacaktır; zira, Habib-i Ekrem ve onun tayfası her zaman Cenâb-ı Hakk'ın koruyup kollamasına mazhardır.
İnâyeti Celbeden Vesileler
Bu itibarla, i'lâ-yı kelimetullah yolunda ve Allah'ın rızası peşinde koşturan insanlar umumi manada Cenâb-ı Hakk'ın inâyeti altındadırlar. Bununla beraber, bir kısım sıfatlar vardır ki, bilhassa onlar inâyeti celbeder ve Mevlâ'yı Müteâl'in hususî lütuflarına zemin hazırlarlar. Bu sıfatların başında özellikle Enbiyâ-yı izâm efendilerimize ait evsâf-ı âliye gelir; hususiyle sıdk,
emniyet, tebliğ, fetanet ve ismet vasıfları en mühim inâyet vesileleridir.
Ömrünü doğruluk ve sadâkat çarkı üzerinde döndürüp durarak, Cenâb-ı Hakk'a, Resûlullah'a, iman davasına, dinî hayata ve inananlara sâdık kalan; güvenilirliği şahsiyetiyle bütünleştirerek, elinden dilinden kimseye zarar gelmeyeceğini her tavrıyla ortaya koyup herkese emniyet telkin eden; hem tebliğ hem de temsil ile Din-i mübînin ulvî hakikatlerini anlatmayı ve her fırsatı "emr-i bi'l-mârûf, nehy-i ani'l-münker" istikametinde değerlendirmeyi hayatının gayesi bilen; irşat vazifesinde,
akıl, mantık, kalb, gönül, his ve sair duygulardan hiçbirini
ihmal etmeyerek, bedevîsinden en medenîsine kadar herkesi vahyin aydınlatıcı tayflarından nasiplendiren; bütün bunları yaparken de günahlara girmemek, laubali davranmamak ve ciddiyetsizliğe düşmemek için azamî gayret göstermek suretiyle tam bir iffet âbidesi olarak yaşayan her insan İlahî inayetin celbi ve temâdîsi adına çok önemli vesilelere tutunmuş demektir.
Diğer taraftan, sıfat açısından olduğu gibi amel bakımından da inâyetin bir kısım vesileleri vardır:
Bu amellerin başında Allah'a teveccüh gelir. Güne
bakan çiçeklerin güneşe yöneldikçe adeta gülümsemeleri ve daha bir serpilip gelişmeleri misillü, insanlar da ancak yüzlerini Cenâb-ı Hakk'ın dergahına çevirirlerse hem şahsî hayatları hem de iman hizmetine müteallik işleri zaviyesinden inkişaflara erişebilirler. İnsan, hiçbir zaman gözünü O'nun kapısından ayırmamalıdır ki seviyesine göre nazar ve teveccüh esintilerinden istifade edebilsin. Yoksa, O'na teveccühte kusur eden, nazar-ı merhamet ve şefkatten mahrum kalır; ubûdiyetle O'na yaklaşma azminde olmayan da hizlâna uğrar.
İman hizmeti adına yapılan işler ve elde edilen başarılar ölçüsünde mahviyet ve tevazuun artması da inâyet-i ilahiyenin temâdîsi için çok önemli bir davetiyedir. Hâlis bir mü'min, her muvaffakiyetin Cenâb-ı Hakk'ın lütfu, bereketi ve ihsanıyla olduğuna yürekten inanmalı; böylece hem şirkten kurtulmalı, hem nefis ve şeytanın bencillik adına pompalayacağı vehimlerden uzak kalmalı, hem de acz ü fakr duyguları içinde her zaman Mevlâ-yı Müteâl'e gönül bağlamalıdır. Evet, haddini bilmek ve acz ü fakr hisleriyle O'na yönelmek, İlâhi rahmet ve inâyetin imdada yetişmesi için en makbul bir niyazdır.
ÖZETLE:
1- Kendisini i'lâ-yı kelimetullaha adayan ve bu yolla Allah'ın rızasını tahsil etmeye çalışan insanların hepsi İlahî inayete mazhardır.
2- Bir kısım özellikler ve ameller vardır ki, bilhassa onlar inâyeti celbeder ve Mevlâ'yı Müteâl'in hususî lütuflarına zemin hazırlarlar.
3- Sadakat, Allah'a teveccüh, tevazu, sebeplere riayet, vifak ve
ittifak ve bu yolda gayretlerin hiç kesilmemesi gibi özellikler inayeti celbeden başlıca hususlardır.