O dönemde konuşulanları kaydetmek için birçok kişi caminin en ön safında
erkenden yerini alırdı.
Hocaefendi'nin
Bornova Merkez Camii dönemi ise
kasetlerin en çok çoğaltıldığı dönem olarak tarihe geçti.
Hocaefendi 1966 yılında İzmir'e geldiğinden itibaren Tuzcu Cahit Ağabey olarak bilinen Cahit Erdoğan, bütün sohbet ve vaazları
kayıt altına almaya başladı. Fakat ilk yıllarda alınan kayıtlar genelde eş-dost arasında dinleniyor, dışarıya pek çıkmıyordu.
Sohbetlerin ve vaazların profesyonel bir şekilde çoğaltılıp, dağıtılması sonraki yıllarda mümkün olabildi. Ebedi aleme göçen Tuzcu Cahit Ağabey'in yanında çalışan 71 yaşındaki
İhsan Doğan, o dönemi anlatırken adeta tekrar yaşıyor: "Tuzcu Cahit Ağabey, Hocaefendi'nin vaazlarını kayda alıyordu. Ben de vaaz başladıktan sonra kürsüye
mikrofonların konulmasını engelliyordum. Çünkü Hocaefendi, bu konuda çok hassastı. Sonradan konulan mikrofonlar dikkatini dağıtıyordu. Vaaz başladıktan sonra gelen mikrofonları, 'Arkadaşlar şu anda olmaz.' diye geri çeviriyordum." Doğan için o dönemin kayıt yapan teyplerinin ayrı bir önemi var. "Bunlar bir döneme tanıklık yaptı. Gelecek nesillere bu dönemi aktardı." diyor.
Elimizde koca teyple takip ediyorduk
İhsan Doğan, özellikle 1976 sonrası Bornova dönemindeki konuşmaların kayıtlara alınmasını şöyle anlatıyor: "Teyp kasetlerine önce Hocaefendi'nin kayıtları alınıyordu. Sonra da bunlar Bornova'da bulunan Safa-
Zemzem Kitabevi'nin altında çoğaltılıyordu. Cahit Ağabey'in Suudi Arabistan'dan getirmiş olduğu dört kasetli teybi vardı. Teybin bir kasetine orijinal kaset konuluyor. Diğer üç kısımda ise çoğaltılıyordu."
Burada çoğaltılan kasetler daha sonra İzmir'in çeşitli ilçeleri ile Ege Bölgesi'nden gelen kişilere istemeleri halinde veriliyordu. İhsan Doğan, "Eskiden şimdiki gibi imkanlar olmadığı için kasetler birkaç yerde bulunuyordu. Bu şekilde çoğaltılan kasetler geniş kitleler tarafından dinlenmesine vesile oldu." diyor.
Tuzcu Cahit Ağabey profesyonel anlamda kaset çoğaltırken, bazı kişiler de kendi teypleriyle vaazları kayıt altına alıyordu. Daha sonra evlerinde yakınlarıyla dinliyordu. Bu kişilerden biri
terzi Alaattin Kırgan. "Her cuma elimizde koca bir teyple Hocaefendi hangi camide vaaz veriyorsa oraya gidiyorduk. Önemli olan camiye erken gidip ön sıraya oturmak. Çünkü diğer türlü kürsüye mikrofon uzatmak çok zor oluyordu." ifadelerini kullanıyor.
Kendisinin amatör; fakat Tuzcu Cahit Ağabey'in tam bir profesyonel olduğunu anlatan Kırgan, başından geçen bir hikayeyi de şöyle aktarıyor: "Bornova'da bir vaaz öncesi ben Tuzcu Cahit Ağabey'den önce yerimi aldım. Tam Hocaefendi konuşmaya başlamıştı. O sırada Cahit Ağabey içeriye hızlı bir şekilde girip, benim fişimi çekip kendi fişini taktı. O gün bu duruma içerlemiştim. Fakat olaydan 15 yıl sonra, bir vesileyle Bozyaka'da Hocaefendi'yi ziyarete gitmiştim. O zaman yayına yeni başlayan STV'nin iyi çekmemesine üzülen Hocaefendi, benim de bulunduğum bir ortamda şöyle dedi: "
Allah rahmet eylesin Tuzcu Cahit Ağabey'den, eğer bugün olsaydı ne yapar yapar, senin fişini çeker, kendi fişini takardı... Öyle değil mi Alaattin Bey?.. Ekranı pırıl pırıl yapardı." Benim önümde de Alaattin Pekmezci vardı. Ben de radyoyla ilgili ona söylüyor sanıyordum. Hocaefendi ikinci defa, "Öyle değil mi Alaattin Bey?" deyince, ben uyandım. "Evet Hocam." dedim. O zaman hakikaten bir daha hayran oldum kendisine. Aradan 15 yıl geçmesine rağmen bu olayı unutmamıştı."
Her soruya cevap verilir
O dönemin yakın şahitlerinden biri, Hocaefendi ile Edirne'de tanışan
emekli üniversite hocası Ömer Nuray. Edirne'de Hocaefendi ve Prof. Dr.
Suat Yıldırım'ın kaldığı evde bir hafta
misafir olan Nuray şu bilgileri veriyor: "Hocaefendi beni bir hafta yatağında yatırmış. Zaten başka
yatak da yokmuş." 1976 yılında Hocaefendi Bornova merkez vaizliğine
tayin edildiğinde Ömer Nuray, her cuma Buca'dan bir diş teknisyeni arkadaşının arabasıyla çıkıp Bozyaka'ya gelir. Daha sonra Hocaefendi ile bu araca binip birlikte Bornova'ya giderlerdi. Bu yıllarda Bornova Merkez Camii her cuma büyük kalabalığı misafir etmektedir. Hem İzmir'in ilçelerinden hem de Ege'nin çeşitli il ve ilçelerinden birçok insan Hocaefendi'yi dinlemek için günün erken saatlerinde buraya gelir. Akşam ise Hocaefendi'nin Bornova'da başlattığı ve Ömer Nuray Hoca'nın, "Ben bunu Zenbilli Ali Efendi'nin metoduna benzettim." dediği sorulu-cevaplı sohbete geçilirdi. Akşam ve yatsı arasına tahsis edilen bu sohbet, özellikle üniversiteli gençlerin ve akıllarına takılan sorularla
imtihan olan insanların
buluşma yeri olurdu. Nuray, "Sorular isim yazılmadan kağıtlara geçirilir daha sonra Mehmet Ali Hoca soruları toplardı. Bu belki de tarihte ender rastlanan olaylardan biriydi. Sorular kürsüye gidiyor ve Hocaefendi sorulan soruları o an cevaplıyordu." Sorulara verilen cevapların insanları doyurduğunu söyleyen Nuray Hoca, "Bir neslin kafasındaki çelişkiler burada berraklaşıyordu." diyor. Hocaefendi'nin, namazdan, oruçtan, hacdan ve zekattan derinlemesine bahsettiğini anlatan Ömer Nuray, bu sohbetlerin hepsinin kayıt altına alındığını aktardı.
Cemaat, safımı kaybederim diye sabah saat 10'da camiyi dolduruyordu
78 yaşındaki Alaaddin Kıdak, "
Yaşar Tunagür Hocamız Ankara'ya gittiğinde İzmir'e Hocaefendi geldi. Kendisi Kestanepazarı'na geldiğinde dışarıdan ev tutulmasına razı olmadı. Oradaki
küçük kulübede kaldı." diyor. Hocaefendi'nin Bornova'ya gittikten sonra bantların burada çoğaltılmasının hızlandığını aktaran Kıdak, "Her cuma Bornova'daki cami sabah 10'da dolardı. İğne atacak yer olmazdı. Cemaatin 'safımı kaybedeceğim' diye ödü kopuyordu. Burada yapılan vaazlar Tuzcu Cahit tarafından kayda alınıyordu. Akşamları ise Bornova'da bu sefer sorulu cevaplı sohbetler oluyordu. Akşam camiye gittiğimizde hep kolları sıvanmış
abdest alan üniversite öğrencisi gençleri görüyorduk. Tıptan, anatomiden, astronomiden gelen sorulara, Hocaefendi cevap veriyordu." diyor.