"Okuyabilirseniz her insan bir kitaptır." M. Ellery Channing'in sözünden yola çıkarken,
Yaşar Tunagür Hoca'yı sizlere çok iyi anlatabileceğim iddiasından çok, onun hayatının sadece bir kitap değil çok enteresan bir kitap olduğunu vurgulamaktı amacım. Cumhuriyetle neredeyse yaşıt olan
Diyanet İşleri Eski Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür Hocanın hikayesi,
Türkiye'de dini eğitim, din ve vicdan hürriyetinin de gayri resmi tarihinin hikayesidir aslında.
Yaşar Tunagür Hoca, aslen Siirtli'dir. Siirt'in Hesras nahiyesi Zivzik Köyün'den olan dedesi Giyadini
ailesinden Reşit Efendi'dir. Tunagür Hoca'nın bugün kendisini 'safkan
İstanbullu' olarak görmesinin temelinde ise
babası Ahmet Heyyül'ün Siirt'ten İstanbul'a gelip yerleşmesi yatmaktadır. Ahmet Bey, Sultan
Abdülhamit döneminde sarayda ketebe hümayunda, yani
kalem bölümünde vazife alır. Tunagür Hoca'nın iki dayısı da, Sultan Abdülhamit'in muhafız alayında görev yaptığından, Sultan'a karşı yapılan bombalı suikast hadisesinde hayatlarını kaybederler.
II. Abdülhamit tahttan indirilip göz hapsinde bulundurulmak üzere Selanik'e gönderilince Yaşar Tunagür Hoca'nın babası da 1918 tarihine kadar İstanbul'da kalır ve bilahare Siirt'te medreselerde talebelerle meşgul olur. 1923 yılında tekrar Beşiktaş'a geri
döner. Ailenin bir daha İstanbul'a gelişi cumhuriyetin ilanıyla olacaktır: "Anlattıklarına göre annemle beraber yaya olarak ancak bir ayda İnebolu'ya geliyorlar. Oradan da artık gemi yahut takayla İstanbul'a ulaşıyorlar. Ben de 1924'te Beşiktaş'ta, Serencebey yokuşunun başında
küçük bir konakta dünyaya geldim." Burası o zamanlar
Osmanlı 'elit' tabakasının da oturduğu bir yerdir. O yıl, Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayanların sosyal hayatlarını etkileyecek bazı değişiklikler daha gerçekleşir: "1924'ten 1950'ye kadar bütün medreseler, tekkeler, zaviyeler, dergahlar, din tedrisatı veren bütün müesseseler kapalıydı?
Ortaköy Camii'nde 6 kişi ile
Cuma
Babasından henüz dört yaşında iken Kur'an-ı Kerim öğrenmeye başlayan Yaşar Tunagür, iki senede Kur'an-ı hatmeder. Altı yaşını bitirmek üzere iken de bu değerli hocasını, yani babasını ebedi âleme uğurlar: İlkokula Beşiktaş'taki Esma Sultan İlkokulu'nda başlayan Tunagür, Akaretler'deki 46. İlkokul'dan
mezun olur. Aile reisi
vefat ettikten sonra konak da satıldığından Cihangir'e taşınırlar. Saadettin Kaynak'a komşu olmaları Tunagür'ün Cihangir'den hafızasında kalan fotoğraflardan bir tanesidir. Devrin en önemli okullarından
Kabataş Lisesi'ne ise
kayıt yaptırır. İlerleyen yıllarda
Ticaret Bakanlığı da yapacak Kemal Cantürk, birkaç
sınıf üstten Naim Talu gibi daha sonraki yıllarda tanınacak bir çok sınıf
arkadaşı olur. Tunagür'ün Kabataş Lisesi'ndeki hocaları da alanlarında en meşhurlarıdır. Nihat Sami Banarlı, Faruk Nafiz Camlıbel, Hıfzı Tevfik Gönensay, daha sonra açılacak olan
İmam Hatip
Okulu'nun ilk müdürlüğünü yapacak
Cemalettin Öktem, Hatemi Senih Sarp ve rahmetli Ali Ulvi Kurucu'nun şiirde 'hocam' diyeceği Mahmut
Cevdet Sezer.
Yaşar Tunagür Hoca'nın hayatının özellikle 25 yaşlarına kadar olan dönemi Türkiye'de dinin, hayata tatbiki alanında yaşanan sorunların bir neticesinin de göstergesidir: "
Dolmabahçe Camii, zaten
deniz müzesi, kapalı idi. Kabataş Lisesi'nin 11. sınıfında iken, Ortaköy Camii'nde 5-6 kişi ile cuma namazı kıldığımız olurdu."
"Ne olduysam o mahzende oldum"
Fakat Tunagür Hoca'nın, bütün bunlara rağmen din âlimi olmak kaderinde vardır. Tunagür'ün, 1940'larda bir bayram günü ikindi namazını kılmak için yakınında bir yerlerde cami araması onun hayatını değiştirecektir. Bu şekilde tanışacağı bir kişi, onun, uzun seneler
ders alacağı, dersiamdan Hüsrev Efendi'yle tanışmasına vesile olur. Yıl 1940'dır Bu arada lise son sınıfta okuldaki derslerinden biraz da hocalarla ihtilafı yüzünden sınıfta kalır. İhtilaf büyüyünce okul değiştirir.
Ankara Atatürk Lisesi'ni dışarıdan bitirmek ise, Kabataş'taki disiplinli eğitimden sonra onun için çok kolay olur. Liseyi bitirince Ankara'daki Kadastro Heyet-i Fenniyesi'nde bir yandan öğrencilik yaparken bir yandan da aylık 90liraya yakın bir parayla çalışmaya başlar. İki yılın sonunda eğitimini bitirir bitirmez, 22. yedek
subay olarak altı ay Ankara'da bulunur. Devamında
İzmir Poligon'daki 633. Piyade Alayı'na iaşe zabitliği görevi ile askerliğine başlar: "Orada, üzerimde subay elbiseleri olduğu halde Kestane
pazarı diye bir camiye ikindi namazını kılmaya geldim." Tunagür burada
Hocaefendi Mehmet
Salih Tanrıbuyruğu ile dersler yapar: "Biz
Hacı Raif Cilasun ile ki -
Kestanepazarı'nın, hareketin banisi, en büyük hizmeti olan adamdır- görüştük. Böylece
Arapçaya başlattık talebeleri." Burada, akşamları bazı evlerde toplanıp sohbetler yapmaya da başlarlar. Fakat, Tunagür, 9 ay üzerine
terhis olunca Kestanepazarı'ndakiler onu başka yere göndermek istemez. Ancak o Ankara'ya, eski işine döner ve
tayinini İstanbul Sultanahmet'teki Kadastro Müdürlüğü'ne yaptırır, fen memuru olarak işe başlar. Eski yazıları güzel okuduğu için de kısa bir süre sonra Kadastro Komisyonu'na üye yapılır Tunagür. O tarihte Kadastro Genel Müdürü meşhur Türkçü Reha
Oğuz Türkkan'ın babası Yusuf
Ziya Türkkan'dır.
Yaşar Tunagür, bu arada Hüsrev Hoca'dan 1942 yılında başladığı tahsiline hem de çok yoğun bir şekilde devam etmektedir. Mesai dışındaki tüm vaktini Hüsrev Hoca'nın yanında geçirmektedir. Sarf, nahiv, mantık, usulü fıkıh,
tefsir, hadis, kısacası din âlimi için gerekli her tür dersi almaktadır. Ancak yaptığı iş vaktini fazlaca alıp, onun dine eğitimine engel teşkil ettiğinden o da İstanbul Müftüsü Nasuhi Bilmen'in de yardımıyla iş değiştirir, Şeri Siciller Mahzeni Tetkik ve Tasdik Memurluğu'nda işe başlar. Görevi ihtiyaç halinde, fetihten bu yana var olan tapu kayıtları üzerinde araştırma yapmaktır: "1948'den 53 yılına kadar beş sene ben o mahzende ders okudum. Ben ne olduysam orada oldum."
Bu arada Yaşar Tunagür Hoca, 1949 yılına gelindiğinde evlenir, Ispartalı bir aileden Pakize Ustaoğlu Hanım'la birleştirir hayatını. 1950'de doğan ilk çocuğu Mehmet'ten sonra bir Ürdünlü ile evli Makbule, Ömer ve son olarak Osman adında dört çocuk sahibi olan Tunagür Hoca, 1953 yılına, Hüsrev Hoca vefat edene kadar ondan ders almaya devam eder.
Ezine'de Müftü oluyor
Bu arada, 1950'de çok partili düzende yeni seçimler yapılmış, CHP'den kopan küskünler kurdukları
Demokrat Parti ile
iktidara gelmiş, Tunagür Hoca'nın 'yer altı okulları' dediği, âlimlerin küçük çocuklara verdikleri din derslerine de biraz daha serbesti sağlanmıştır. Bu dönemin bir belirtisi olarak ezan aslına dönmüş, imam hatip okulları ile 1924'te açılıp 26'da kapatılan ilahiyat okulları yeniden hizmete başlamıştır. İşte böyle bir dönemde, 1953 yılında Yaşar Tunagür Hoca da
müftülük imtihanını kazanır ve Ezine Müftülüğü'nde göreve başlar. İlk olarak
Kuran kursu açar ve talebe yetiştirmeye başlar. Gittiği ve gideceği her yerde kendisinden istenilenin fazlasını yaptığından,
halk tarafından da çok sevilir. Ezine'de bunlar olurken Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan bir yazı alır. Ankara'da seminere çağrılmaktadır. Yola çıkar,
trende Kabataş Lisesi'nde sınıf arkadaşı Kemal Cantürk'le karşılaşır. O sırada
Hazine Genel Müdür yardımcısı olan Cantürk, Irak'la imzalanan
Bağdat Paktı çerçevesinde 30 talebenin karşılıklı olarak yer değiştireceğini, dolayısıyla kendisinin de başvuruda bulunmasını
tavsiye eder Tunagür'e. Politikacı olan
Servet Sezgin, Ezineli'lerle konuşarak,
müftülük kadrosunun orada kalması şartıyla Arap dili ve edebiyatında eğitim almak üzere Tunagür Hoca'ya iki yıllığına 1956'da Bağdat'a gitme izni kopartır. Yaşar Tunagür Hoca'yı Bağdat'ta Ahmet Haşim'in Alüsi sülalesinden olan dayılarından
Muhammet Fuat el Alüsi himayesine alır, medreselerinde yatırır. Tunagür Hoca burada Abdülkerim
Kasım İhtilali'ne de
tanık olacaktır.
Kaçak vaaz hattı
İhtilal sonrası hemen Türkiye'ye dönen Yaşar Tunagür Hoca, Ezine Müftülüğü'ne devam eder. Bu arada İstanbul'dan tanıdığı Hasan Basri Çantay da memleketi
Balıkesir'de inzivaya çekilmiştir. Ve Tunagür Hoca'yı Balıkesir'de müftü olarak görmek istemektedir. Ezineli'ler onu bırakmak istemez, fakat Servet Bey yine devrededir. Böylece Tunagür Hoca için Balıkesir dönemi başlar. Vaazları her zaman ilgiyle karşılanmaya devam eder: “Dediler ki bu böyle olmaz. Camiler başta olmak üzere hastanenin mescidinden hapishaneye kadar 52 yere camiden hat çektiler. Cuma günleri vaaz ediyorum Balıkesir olduğu gibi beni dinliyor. Bir gün bazı camilerden şikayet geldi, 'Ses kesiliyor,
teşkilat güzel değil' diye. Teknisyen gelip araştırdı ve baktılar ki, camiden camiye hat verirken o arada, vaazı evinde dinlemek için kablodan kaçak elektrik gibi hat çekmiş ahali. Neyse aradan bir seneye yakın zaman geçti, gür bir ses radyoda,
Alparslan Türkeş'in sesi, memlekette ihtilal olmuş." Günlerden cumadır.
Cuma namazı kılınacaktır ancak sokağa çıkmak
yasaktır. Cuma namazına birkaç saat kala Tunagür Hoca, hergünkinden çok daha güzel giyinerek sokağa çıkar: “Görevliler düşünüyor ki, 'Sokağa çıkmak yasak ama bu kadar iyi giyimli birisidir. Yoksa deli değil ya." Müezzini de müftülüğe çağırtıp ezanı okuyunca, sokağa çıkma yasağına rağmen tüm Balıkesir'liler camiyi doldurur.
'Hanımlar camiye'
Aradan birkaç ay geçtikten sonra Tunagür Hoca aniden Edirne'ye tayin edilir: "Sonra ben Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olduğumda
dosyama baktım, Halk Partililer, Türkeş'e hitaben yazdıkları yazılarda 'Suç teşkil etmeyecek şekilde
politika yapıyor' demişler." Tunagür Hoca, gittiği her yerde neredeyse sıfırdan organize eder müftülükleri. Burada da öyle olur. İlk iş olarak
imsakiye bastırır ve elde edilen sekiz bin lira ile müftülüğe
masa-
sandalye alır. Edirne'deki Eski Cami'de vaaza başlar.
Cemaat en fazla 4 veya 5 saftır.
Fetih bölgesi olduğu için elinde kılıçla çıkar hutbeye. Ardından
Selimiye Camii'nde vaazlarına devam eder: “Cuma günleri koskoca
Selimiye Camii ya 10 ya 15, fazla değil, namaz kılıyor. Dedim ki, hanımlar da gelebilir vaaza. Bir hanım cemaat geldi ki korkunç. Sonra korktum camiye hep hanımlar gelecek diye. Bir-iki-üç ay geçti baktık ki cami yavaş yavaş doluyor, bu müthiş bir devrim bugünkü tabirle, hanımlara dedim ki 'Siz artık yukarıda namaz kılın', sonra artık gelmeseniz de olur gibi. Daha sonra hanımlara ayrı bir vaaz yaptık. Cemaat öyle arttı ki, İstanbul'dan ve civar yerlerden 30-40
otobüs geliyor Cuma günleri. Belediye başkanı 'Biz buraya Pazar yapalım' dedi. Dedim ne yaparsan yap. Bu arada müftülüğe ilk gittiğimde hoşgeldine geliyor hocalar. Orada baktım bir
genç, çok nurani bir hali var, sordum, 'Üçşerefeli Cami ikinci imamı
Fethullah Gülen' dediler. Bir gün gideyim dinleyeyim dedim. Ve bir
vakit namazında camiye gittim. Baktım özel bir cemaati var hocanın,
Namaz kıldırıyor, kıldırdıktan sonra bir aşr-i şerif okuyor ve okuduğunu da tercüme ediyor. Bu gençte çok cevher var dedim. Başka bir gözle bakmaya başladık hocaya. Sonra birkaç üniversiteli gençle tanıştık, siz ne okuyorsunuz diye sordum onlara. Arapça metinler söylediler. Siz nasıl okuyorsunuz falan derken 'Biz Üçşerefeli Cami'deki hocayla ders yapıyoruz' dediler. Kendi kendime, bu gençte daha başka iş var dedim."
Hoca, Ya Sen Sosyalistsin Ya da Biz
Müslüman
Tunagür Hoca'nın Müftü olduğu Edirne'de
Fethullah Gülen, henüz genç bir hocadır. Camide yaptıkları, talebelerine verdiği dersler Müftü Yaşar Tunagür'ün de dikkatinden kaçmaz. Sözü yine Tunagür Hoca'ya bırakalım: "Fethullah Hoca, Üçşerefeli Cami'de vaazı yapıyor, hutbeyi birinci imam yaptığı için koşa koşa Selimiye'ye, benim hutbemi dinlemeye geliyor. Ben bunun farkına sonra vardım. 'Sen nasıl koşarsın, epey mesafe var arada. Böyle bir hocanın orada hutbe okuması lazım' diyerekten Üçşerefeli Cami'nin eşraftan bir kişi olan birinci imamını Diyanet'e yazı yazdım ve
emekli yaptım. O emekliye ayrılınca Fethullah Efendi oraya baş imam oldu. Baş imam olunca vaaz da ediyor, hutbeyi de okuyor tabii. Ve tabii bundan sonra hoca ile baba oğul gibi idik, artık ne dersen de.
Kestanepazarı'nda yetişenler
Edirne'de çok güzel üç sene geçirdik. Benim annem vefat etti; Hocaefendi'ye gel demişim, sanki annemin oğlu imiş gibi, o kadar yakın yani. Annemi beraber toprağa koyduk. Sonra onun annesi vefat edince biz buradan gittik İzmir'e. Çok kalabalıktı. Hacı Kemal 'Gel' dedi 'Burada lokma yeriz.' Biz Hacı Kemal'le lokma yemek için aşağıda kalırken, Hocaefendi beni aramış annesini gömmek için. O anlatıyor bana bunları, 'Sizin annenizi beraber gömmüştük. Benim annemi de beraber gömelim diye sizi çok aradım. Siz aşağıda imişsiniz' dedi. O sürede Hocaefendi'yi oradan askere gönderdik.
Askere gidişi bir merasimle oldu. Bütün arkadaşlar, cemaatin ileri gelenleri, hocanın sevenleri filan Karaağaç Tren İstasyonu'na kadar gittik ve Hocaefendi'yi İskenderun'a uğurladık. Hocaefendi, İskenderun'da asker hoca olarak meşhur oldu. İlk şöhreti orada oldu."
Yaşar Tunagür Hoca, Edirne'de müftülüğe devam ederken bir
telefon alır. Arayan İzmir Kestanepazarı Derneği Başkanı Ali Rıza Gürel'dir: "Hocam, Kestanepazarı'nın başına birini arıyoruz, seni münasip gördük, müftülüğü bırak senin tayinini çıkartalım, İzmir'e gel' dedi. Ben de 'Yapın, gelirim' dedim. Ve İzmir'e gittim, Kestanepazarı Derneği'nin Müdürü oldum. 300–400 talebe var. Bu talebeler içinde şimdi hayatta olanlar,
Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi,
İlahiyat Fakültesi eski Dekanı İbrahim Kafi,
İlhan İşbilen, ki o zaman derneğin berberi idi. Seyyar berberlik yaparken iktisatta da öğrenci idi. Hocaefendi'nin söylediğine göre 40'ın üzerinde
profesör ve doçent yetişti o dönemden."
Yaşar Tunagür artık Kestanepazarı'ndadır. Fethullah Gülen Hoca da bu arada terhis olmuş, vaizliğe devam etmektedir: "Ben de aniden bir telgraf aldım. Sene 1965. Adalet Partisi iktidar oldu, acele bir Diyanet Reisi arıyorlar. Gittim. Dosyama baktılar ki benim
Diyanet İşleri Başkanı olacak ehliyetim yok. İlahiyat fakültesi mezunu değilim. Ben 41'de mezun oldum,
ilahiyat fakültesi 1950'de açıldı." Bunun üzerine Tunagür Hoca'yı tam yetkiyle Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı yapmaya karar verirler. Ancak bir sorun vardır. Bu sefer de İzmirliler onu Ankara'ya göndermek istememektedir: "Bir şartla bırakırız Hocam. Senin gibi birisini bulacaksan git dediler. Ben de söz verdim, memnun kalacağınız birisini getireceğim dedim."
Derken Tunagür Hoca, Ankara'da göreve başlar. Kestanepazarı'ndakilere verdiği söz doğrultusunda hemen Fethullah
Gülen Hocaefendi'yi arar. Fakat 10–12 kadar hocaefendi ile birlikte
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin de tayini mümkün gözükmez o sırada. Fakat bir süre sonra tayin mümkün olunca Fethullah Gülen Hoca, ilk iş olarak İzmir
Merkez Vaizliğine ve Kestanepazarı Derneği'ne Müdür tayin edilir.
Yaşar Tunagür Hoca devam ediyor: "İzmir'e gittiğimizde Fethullah Gülen Hoca'yı Kestanepazarı'nda eşraftan Hacı Kemal Bey'le tanıştırdım. Ara sıra bir teftişe gidiyorum, ne var ne yok diye? Baktım ki İzmirliler çok memnun. 'Hocam öyle birisini gönderdin ki sana duacıyız' diyorlar.
Hocaefendi hep camide yatıyor
Edirne'de iken de Hocaefendi'nin evi nerde dediğimizde, 'camide yatar' dediler. Hangi camide? 'İş gördüğü camide, iki metrekarelik pencereler var ya, orayı oda yapmış Edirne'de orada yatıyor. Kestanepazarı'nda da öyle. Talebe çok, 400 küsür talebe var o yüzden öyle. Bütün gün ders okutuyor. Sabaha kadar yatakhane yatakhane dolaşıp kimin üstü açılmış, kim ne yapıyor, teftiş ediyor.
Aradan iki sene geçti, hoca vaazlara devam ediyor. Vaazlar banta alınıyor. Tuzcu Cahit var, bantları çoğaltıyor. Hocanın İzmir'de büyük himmeti ve hizmetleri oldu. Onu artık kendisinden dinleyeceksiniz. Fakat vaazlar bilinen bazılarını rahatsız etti. Bunun üzerine dernektekiler de 'Sana sormadan bir şey yapamayız' diyorlar ama Hoca'nın Kestanepazarı'ndan gitmesini de istiyorlar. Ben de Derneğin Başkanı Ali Rıza Bey'e 'Herşeyi bir tarafa bırakın, hocaya dokunamazsınız. Eğer hocanın işine son verirseniz cami başınıza yıkılır' dedim. Bu hadiseden 4–5 ay sonra Hocaefendi kendi isteği ile
istifa etti. Ve vaazlara Bornova'da devam etti. O bantların çoğaltılması daha çok Bornova'daki vaazlardan sonra oldu. Daha sonra Hocaefendi Kestanepazarı'ndan ayrılınca Yamanlar'ın kurulmasına önayak oldu."
Fethullah Gülen Hocaefendi Kestanepazarı'ndan kendi isteğiyle ayrıldıktan üç ay sonra Yaşar Tunagür Hoca yine Kestanepazarı'na gider. Camiye girmek ister, ancak cami kapatılmıştır: "Caminin kubbesi dört yerinden çatladı. Niye bilmiyoruz."
Özal ve
Demirel'le ev sohbetleri...
Tunagür Hoca Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olduğu için yeni ikamet yeri de Ankara'dır. Ancak o orada da hizmetlerine devam eder. Arkadaşlarını toplar, ev dersleri yapmaya başlar. Arkadaşları arasında bakın kimler vardır: "
Turgut Özal,
Korkut Özal, Mehmet Palamutoğlu, Mehmet Bilge,
Ali Demirel ve daha bir çok arkadaş var, biz derslere başladık, her hafta ders okutuyorum ben." Gelenlerin çoğunun daha sonra Türk siyasetinde kendinden söz ettirecek isimler olduğu dikkatinizi çekmiştir. Tunagür Hoca, Rafet Çayköylü'nün evindeki sohbette okul işini onlara da açar. Fakat işler ağır ilerler ki, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in kardeşi Ali Demirel, Hoca'yı ziyaret eder ve...: "O da hep mektep açmaktan bahsediyor. 'Ankara'da bir mektep açalım' diyor. Bir gün bana 'Senin bu arkadaşlarınla bu iş yavaş gidiyor. Ben Yükseliş
Koleji diye bir kolejin yarı hissesini satın aldım' dedi." Hacı Ali Demirel daha sonra kalan yüzde 50 hisseyi de devralır. Daha sonra yeni binanın temeli de yine Yaşar Hoca tarafından atılacaktır: "Merasimsiz bir şekilde temelini de ben attım, açılışını da ben yaptım. Ardından 2–3 bin kişilik bir kolej oldu o okul." Kolejin altında yapılan mescitte de Tunagür Hoca 5 seneye yakın hutbe okuyup cuma namazı kıldıracaktır.
Avcıoğlu ve Soysal'la Mamak Cezaevi'nde
Ve yıl 1971, 12
Mart. Daha önce iki
darbe gören Tunagür Hoca, bir de muhtıraya tanık olur. Ama tanık olmakla kalmaz, bizzat Mamak Askeri Cezaevi'nde yatar da. Cezaevinde arkadaşları arasında da 9 Martçılar'ın başında yer alan Doğan Avcıoğlu, Ali Sirmen,
Mümtaz Soysal,
Harun Karadeniz gibi solun aktif isimleri vardır: "İçeride sohbet ediyoruz, onlar kendi adamlarıyla ben de 11 kişilik cemaatimle sohbet ediyorum. Bunlar üniversite talebeleri. Onlar da arasıra bizi dinlemeye geliyor."
MİT Müsteşarı'nın başını yiyen sahte
rapor
Kimler geliyor mesela?
"Hepsi
kulak kabartıyor. Doğan Avcıoğlu bir gün bana dedi ki "Hoca hoca, bu anlattıkların doğru ise ya sen komünistsin, ya biz Müslümanız."
Yaşar Hoca'nın cezaevine girmesinin sebebi ise skandal boyutunda bir hadisedir. Zaten olayın sonunda MİT Müsteşarı Fuat Doğu Paşa, Madrit'e
büyükelçi olarak gönderilecektir. Olayın sebebi ise, Yaşar Tunagür Hoca'nın Ürdün'de yaptığı, aslında yapmadığı ama MİT'te var olduğu söylenen ve fotokopilerden müteşekkil 67 sayfalık bir dosyadan mevcut bir konuşma metnidir. İddiaya göre Tunagür Hoca, Ürdün'de bir meydanda şeriat lehine bir konuşma yapmış ve bu konuşmasında halife olmaktan bahsetmiş: "İthamlar karşısında, dünyanın bir çok ülkesine gittiğimi ama damadım Ürdünlü olmasına rağmen hayatımda bu ülkeye hiç gitmediğimi söyledim. Bunun üzerine savcı örfi idare kumandanlığına bir yazı yazarak dosyanın aslını istedi." Örfi İdare de bunu I. Erim Hükümetinde
Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı olan Sadi Koçaş'a iletir. O da soluğu derhal Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın karşısında alır. Sunay, dosyanın aslının MİT'ten istenmesine karar verir ve dosyayı ilk kendisi görmek ister. İşte MİT'ten gelen
cevap: "Yaşar Tunagür hakkında MİT tarafından tanzim edilmiş bir dosya yoktur." Olay, Sadi Koçaş'ın anılarında aynen böyle anlatılmaktadır. Dosyanın devleti meşgul etmesinin ve daha önemlisi bir kişinin özgürlüğünü kısıtlayacak biçimde ortaya nasıl atıldığının sebebi ise çözülemez. Sonuçta MİT Müsteşarı Madrit'e büyükelçi olur, Tunagür Hoca da altı ay kaldığı cezaevinden 14 kilo vermiş bir halde
tahliye edilir: "Mümtaz Soysal geldi, 'Hocam' dedi 'Senden müjdemi isterim.' Ne müjdesi? 'Tahliye kararın geldi." Tunagür Hoca, emekliliğini de istediğinden artık eski işine de geri dönemez: "Buraya kadar gelmiş bir insan ne yapar? Tutup köy imamlığı yapamam, esnaflık yapamam. Derken
merhum Turgut Özal'la beraber Silm Ticaret Şirketi'ni kurduk. Birlikte pek çok iş yaptık."
Turgut Özal iş ortağı
Ortaklıkları 1971'den 76 yılına kadar devam eder. Daha sonra Tunagür Hoca, şirketin yüzde 100'ünü devralır. 12
Eylül olmadan bir süre önce de işler istenilen şekilde gitmez. Artık emekli olan Tunagür Hoca'nın daha çok çocuklarının ilgilendiği işler de alan değiştirerek devam eder.
Yaşar Tunagür Hoca her yönüyle dolu dolu bir kişi. Onu anlatmaya bu sayfalar yetmez. 'Yazmam' demediği anıları belki onu anlamamıza daha yardımcı olur. Merakla beklediğim anıları arasında ben onunla, onu hüzünlendirdiği kadar şaşkına da çeviren 'Yasak Devir İstanbul'una (bu tabir ona ait) bir seyahate çıkmak isterdim. Çünkü o
Necip Fazıl'ın ilk sözünde farkettiği, kendisinin de dile getirdiği kadar 'safkan İstanbullu.' İnşaallah başka sefere.
Not: Hatıralar
Aksiyon Dergisi'nin 387-388. sayılarında Cemal Kalyoncu imzasıyla yayınlanan yazılardan iktibas edildi.