Kur'an-ı
Hakim mealimi dillerine dolayan muarızlarım,
tartışma arasında geveledikleri planlarını sonunda iyice açığa vurdular. Zihinlerinde çizdikleri şu şablona halkı inandırmak istiyorlar: “
Amerika'nın BOP (Büyük
Ortadoğu Projesi) siyaseti var. O sebeple “Ilımlı
İslam” politikası
uygulama peşinde. Bunun için kendi politikasına uyan dinî cemaatler ayarlamak istiyor. İşte bu gayeye
hizmetin bir parçası olarak böyle bir meal hazırlattı”. Uymasa da uydurmamız lazım psikolojisi ile hareket ederek “
iftira et! Tutmazsa da iz bırakır” utanmazlığını uyguladılar. “Kur'an
İncilleştiriliyor” diye halkı provoke etmek istediler. Halkımız bu provokasyonu uygulayanların Kur'an'a ne derece bağlı olduklarını çok iyi bilmektedir. Diğer taraftan bu iddia dil yönünden de, mantık yönünden de saçmadır. Zira Kur'an metni, bir kelimesi bile farklı olmaksızın dünyanın her tarafında
Allah'ın gönderdiği şekliyle bulunmaktadır. Değil bir insan, bir cemaat, devletler bile toplansalar onu değiştiremezler. Kalıyor ikinci ihtimal: Bu imkânsız işe heveslenen biri çıkabilir; ama çıkan kendisini dünyaya maskara eder.
Mealim hakkında 4-5 saat konuşuldu. Yazılı basında da çok şey çıktı. Ama yanlış anlam verdiğim bir tek
ayet bile gösterilmedi. Bu nasıl meal eleştirisidir? Şablonun tutmadığını söyledik. Zira Amerika BOP'u üç sene önce 2003'te açıkladı. Benim mealim ise 1998'de yayınlandı. Muarızlarım bu durumu ellerinden geldiğince izleyicilerden saklayarak kitabımın yeni yayınlandığı zannını uyandırmaya çalıştılar. Keza Önsöz'de değindiğim muhterem
Fethullah Gülen'in
teşvik etmesini dillerine doladılar. Binlerce yazar böylesi teşviklere muhatap olmuş ve bunu dile getirmişlerdir. Bu,
dana altında
buzağı aramadır. Kaldı ki Önsöz’ümde, hazırladığım meali inceleme fırsatı bulamadığını özellikle yazdım. Dolayısıyla bu mealde yazılanlar hakkında fikir beyan etmediğini, onun sorumluluğu olmadığını belirtmek istedim.
Hakkımda söylenenler düpedüz iftira!
Birinci açıklamamda ulemanın Tevrat ve İncil'e atıfta bulunmada sakınca görmediklerini birçok müfessiri şahit göstererek (1) bildirince bu sefer “Tefsir ayrı, meal ayrı” iddiasını işlemeye çalıştılar. Tutarlı olmak lazım: Mühim olan, herhangi bir işin mubah olup olmadığıdır. Atıf mubah ise ister
tefsir, ister meal, ister başka bir kitapta yapılsın, mahiyeti değişmez. Mubah değilse, hiçbirinde caiz sayılmaz. Hem sonra kimi kandırabilirler? Âlimlerimiz, Kur'an'ın kelimesi kelimesine tercümesinin mümkün ve caiz olmadığında
ittifak etmişler, onun için ancak “tefsiri tercüme”sinin yapılabileceğini belirtmişlerdir. Dolayısıyla her meal ister istemez kısa bir tefsirdir. Bunun içindir ki; meal, Kur'an değildir. Öyle olsaydı namazda okunabilirdi. Meallerin birbirlerinden farklı olmaları da bundan ileri gelir. Aksi takdirde hepsinin birbirinin aynı olması gerekirdi.
Bunu tutturamayınca sonunda şöyle demeye mecbur kaldılar: “Bu atıfları sayfa altında dipnota koyarsa hiçbir sakınca kalmaz”. Bu da pek tutarlı değildir. Zira kitabımı eline alan herkes benim şu usulü uyguladığımı görür: Ayetlerin anlamı
siyah, peşlerinden gelen açıklamalar kırmızıdır. Ayetin anlamını tamamladıktan sonra o ayetin manasını herhangi bir yönden ilgilendiren başka ayetlere rakamla atıfta bulunuyorum. Bunun ardından, bazen ayette bildirilen konu, Tevrat ve İncil'de de bulunuyorsa, oraya rakamla atıfta bulunuyorum. Ayrı bir parantez içinde ve kırmızı yazı ile mesela (Tekvin 1,4) yazıyorum. Bu atıf, sayfanın sonunda değilse de, konunun bittiği yerde olması hasebiyle zaten dipnot mahallindedir. Bu tarzı daha kolay ve daha pratik buldum. Çünkü ayetlerle ilgili açıklamaları sayfanın altına koyma halinde bir dipnot yığını arasında matlup açıklamayı bulmak zor olmaktadır. Bununla beraber iyi niyetle bunu dile getirenlerin isteklerini göz önünde bulundurabilirim. Bütün kitaptaki bu rakamları sayfa ortasından sayfa altına indirmek bir saatlik bir iştir. Muhtevada en ufak bir değişiklik olmayacaktır. Muarızlar yaptığım atıflarla, Kur'an, Tevrat ve İncil karması bir metin ortaya çıkardığım vehmini uyandırmak istiyorlar. Bu katiyen yalandır. Ben metin iktibas etmiyorum, alıntı yapmıyorum. Sadece rakamla atıfta bulunuyorum. Bilimsel çalışma yapan herkes pek iyi bilir ki; bu kabil atıflar onlarca çeşit maksat için olabilir: Bazen iktibas, bazen alınan bir fikir, bazen reddetme, bazen aykırı bir yön, bazen bir deyim için olabilir. Yoksa atfın sadece mana uygunluğu göstermediğini bütün araştırmacılar pek iyi bilirler. İşte muarızların dile doladıkları 7,40 ayetinde İncil'e yapılan atıf, ortak bir deyim için yapılmış olup M. Hamidullah, M. Esed de meallerinde İncil'e atıfta bulunmuşlardır. Kur'an, suçlu kâfirlerin Cennete giremeyeceklerini bildirirken, İncil zenginlerin giremeyeceklerini bildirmektedir. Bir mukayese yaparak okurun bu farklılığı görmesinde fayda bulmuş olabilirim. “Pavlus ve diğer bazı havarilere isnat edilen mektuplara atıfta bulunulmaz” deniyor. Bu bölümleri İncil'den sayanlar Hıristiyanlardır, ben değilim. Konuyu azıcık bilenler, mevcut İncillerin, Pavlus'un mektuplarından sonra ve onlar göz önünde bulundurularak yazıldığını bilirler. Kapağında “İncil” yazılı hangi kitabı açarsak, bunların İncil bölümlerinden olarak yer aldığını görürüz. Hıristiyan olmayanlar, onların bu inancına göre meseleyi ele alma durumundadırlar. Yoksa bana kalsa zaten onların “İncil” dedikleri metin de aslı gibi kalmamıştır. Buna mealimizde de yer yer değindik. (2) Gelelim Hz. İsa (as)'nın nüzulüne: Hz. İsa'nın ahir zamanda geleceği İslam ümmetince
sahabe döneminden beri kabul edilmiştir. Üstelik bu mesele birbiriyle ihtilaf halindeki akaid fırkalarının hepsinin kabul ettiği nadir meselelerdendir. Ehl-i Sünnetin başlıca imamları Ebu Hanife, Malik, Şafii,
Ahmed, en meşhur iki akaid imamı Eş'ari ve Maturidi'den başka Mutezile, Zahiriye,
İmamiye, Şia bu konuda müttefiktir (3). Onlar da şahsi temayüllerinden değil, manevi tevatür derecesinde olan hadis-i şeriflerden ötürü kabul etmişlerdir. Bu hadisleri ve bu kadar alimin o hadisleri değerlendirmelerini inkar etmek, öyle kolay bir iş değildir.
Hadislerden sadece birini zikredelim: Hz. Peygamber (as) şöyle buyurdu: “Canım elinde olan Allah'a
yemin ederim ki adil bir hükümdar olarak Meryem oğlu İsa'nın aranıza inmesi yakındır. O, Haç'ı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, mal dağıtacaktır. Mal o kadar çoğalacak ki, artık onu kabul eden kimse kalmayacaktır.”(4) İnkâr edenler güya Hıristiyanlıktan sızdığı faraziyesinden hareket ediyorlar. Bunu şimdi ben çıkarsaydım,
misyoner oyununa geldiğim söylenebilirdi. Ama 70 sene önce Kevseri, 500 sene önce Süyuti, 700 sene önce Teftazani, 900 sene önce F. Razi, 1100 sene önce Taberi, 1300 sene önce İmam-ı Azam gibi âlimler de mi misyoner oyununa geldiler? Asıl ecnebi tesirinde kalanlar bu iddiada bulunanlardır. Evet, onlar bu sızmayı ortaya atan Swetmann, Bell, Nicholson gibi oryantalistlerin etkisinde kalanlardır. Bu mesele kesin olduğundan klasik akaid kitaplarında yer almıştır. İnkâr edenlerin bahaneleri Hz.
Muhammed (as)'in son
peygamber olmasıdır. S. Teftazani gibi Ehl-i Sünnet akaidinin kesinleşmiş şeklini ifade eden bir zat şöyle diyor: “Sabit bir hakikattir ki Hz. Muhammed (as) son peygamberdir. Eğer, Hadislerde ondan sonra İsa (as)'ın geleceği naklediliyor.’ denirse şöyle
cevap veririz: Evet, o gelecek, fakat Hz. Muhammed'e tabi olacaktır. Çünkü onun şeriatı nesh edilmiştir. Artık ona yeni vahiy gelmez, yeni hükümler koymaz. O sadece Hz. Peygamber'in halifesi olarak gelir. Diğer taraftan en sahih görüşe göre o, insanlara namaz kıldıracak, onlara imam olacak,
Mehdi de namazda kendisine iktida edecektir. Zira o daha efdal olduğundan, imamete daha layıktır”(5).
Aksiyon dergisinde çıkan makalemdeki ifadeyi dinden çıkma imiş gibi döndüre döndüre ekranlara getirenlere şunu söylüyorum: İslam'ı bilen ve uygulayan kimseler nasıl olur da Hz. İsa'dan uzak durabilirler? Hz. İsa'nın yanında yer almayı tehlikeli bulan hocalarımız, bu işi köpürten medya mensuplarını, Hz. Muhammed adına Hz. İsa'dan uzaklaşanları hiç İslam'a hizmet içinde görmüşler midir? Eğer bizim modernist bilginler dönüp dinlerini de bu gibi kimselerden öğrenecek hale geldilerse, diyeceğim yok! Ama henüz o kadar değil. Zira, Yümnü Sezen makalemdeki “Mutlak risaletin sahibi Hz. Muhammed tarafından dünyanın son döneminde döneceği bildirilen Hz. İsa…” cümlemin ilk yarısını atarak, “Dünyanın son döneminde döneceği bildirilen Hz. İsa” diye alıntı yapıyor. Böylece okuyucuda benim Hz. Muhammed'den bahsetmeyen, adeta bir Hıristiyan olduğum zannını uyandırmak istiyor. Hıyanetin bu derecesini
Müslüman, düşmanına bile yapmamalıdır. Hz. Muhammed adını çıkardığı gibi “mutlak risaletin sahibi” nin “risaleti evrensel, ebedi Peygamber” manasına geldiğini bildiğinden ötürü benim bu inancımı da gözden kaçırmak için, kullandığım o sıfatı da çıkarıyor.(6) Farklı İslâm Alimleri de İncil’e atıfta bulunuyor Kaldı Hz. İsa (as)'ın gelişinin nasıl olacağı. Bu hadislere ve bunca ulemaya dayanarak, meselenin aslını kabul ediyorum, keyfiyeti ise Allah bilir. Ayetlerin müteşabihi olduğu gibi, hadislerin de müteşabihi vardır. Bu hususta yorum yapan âlimler olmuşlardır. El-Halimi, Teftazani, Sıddik Hasan Han, M. Abduh, M. Reşid Rıza, Said
Nursi yorumu mümkün gören alimlerdendir.(7) Mesela M. Reşid Rıza, Muhammed Abduh'dan şu yorumu nakleder: “Hz İsa (as)'ın nüzulünü ve yeryüzünde hâkimiyetini şöyle tevil etmek mümkündür: Onun hâkimiyeti insanlar üzerinde onun ruhunun ve risaletinin sırrının galebe çalmasıdır. Onun risaletinin sırrı ise merhamete, sevgiye, barışa sarılmak, şeriatın zahiri taraflarına kilitlenmeyip esas maksatlarına, kabuğa değil de öze yönelmektir. Bu sır da şeriatın hikmeti ve hükmün konulmasının gayesidir…” M. Reşid Rıza bunu naklettikten sonra hadislerin zahirinin bu yoruma müsait olmadığını söyler ve şunu ilave eder: “Ama bu yorum sahipleri, hadislerin ekserisi gibi, bu hadislerin de mana itibarıyla nakledildiklerini, böyle nakledenin de kendi anladığını naklettiğini söyleyerek, kendi anlayışını savunabilir.”(8)
Hz. İsa (as)'ı Allah Teala dünyaya gönderecek, Resulullah onu halife olarak kabul edecek, Müslümanlara imam sayacak, dinsizliğe karşı Müslümanların başına geçirecek, yeryüzünü adaletle dolduran hükümdar edecek, ondan sonra da Müslümanların Hz. İsa (as)'ın etrafında yer alması mahzurlu olacak!.. Bunu anlamak mümkün değil. Onun haçı kırması, domuzu öldürmesi, Hıristiyanlığın temel sapmalarını düzeltmesine işaret ediyor. Geniş Hıristiyan dünyasının Hz. İsa hakkındaki itikadını düzeltip, Kur'an'ın ve Hz. Muhammed (as)'ın bildirdiği gibi tanımasında, böylece, yanlışlarını düzeltmiş Hıristiyanlarla Müslümanların başına geçen ve Deccal'a karşı savaşarak dinsizliği öldürecek olan Hz. İsa'nın manevi şahsiyeti etrafında toplanmada hangi mahzur bulunabilir? Mahzur gören lütfen beni ikna etsin. Bunda sakınca görenler, yoksa Hz. İsa (as)'ı kilisede mi tahayyül ediyorlar? Bir nevi
papa mı görüyorlar? Anlamak mümkün değil.(9)
Muarızlar mealimin kapağındaki motifi haça benzeterek, güya iddialarını belgelemek istediler. Bu, hezeyanlarının hangi raddeye ulaştığını ve inandırıcı olmakta ne kadar zorlandıklarını göstermekten başka bir işe yaramaz.
Kaynakça:
1) Bu konuda medyada olumlu açıklamalar yapan başta Sayın
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali
Bardakoğlu ile değişik fakültelerde görevli ilahiyat profesörlerinden Hayrettin
Karaman,
Mustafa Çağrıcı, Sadrettin Gümüş,
Salih Akdemir, Lütfullah Cebeci,
Veli Ulutürk, Yakup Çiçek,
Mehmet Erdoğan, İshak Yazıcı hocalarımıza ayrıca, kıymetli mütefekkir ve yazarlarımızdan Ahmet Selim ve
Ali Bulaç Beylere de teşekkür ederim
2) Mesela Maide 68 ayetinden sonraki açıklamamıza bkz.
3) Zahid Kevseri, sırf nüzul-ü İsa için yazdığı Nazratü'n Abire kitabı, s. 47-48,
Mısır, 1943
4) Buhari, Enbiya, 49; Müslim,
İman, 242; Ebu Davud, Melahim, 14; Tirmizi, Fiten, 54; İbn Mace, Fiten, 33.
5) Şerhu'l- Akaid,
İstanbul, 1294, s. 63
6)
Dinler Arası Diyalog İhaneti, İstanbul 2006, s.152-153.
7) Bkz. Dr. Zeki Sarıtoprak, İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, s. 125-131,
İzmir, 1997.
8) Tefsirü'l- Menar, Al-i İmran 55 ayetinin tefsirinde, III, s. 317.
9) Mevdudi Tefhimu'l-Kur'an tefsirinde şöyle diyor: “Hz. İsa, Deccal karşısında Müslümanların başına geçecektir. Deccalı öldürecek, Hıristiyanlık da Hz. İsa'nın, hakikati beyan etmesiyle sona erdirilecektir ve bu topluluklar tek bir İslam ümmeti haline geleceklerdir.” (IV, 492) Mevdudi, Ahzap Sûresi'nin tefsirini bitirdikten sonra bu konuya müstakil bir
bahis ayırarak takriben 30 sayfada konuyu incelemektedir.
ZAMAN