Resûl-i Ekrem
Efendimiz (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) ümmetine de her türlü musibete karşı
Allah Teâlâ'nın hıfz ve inâyetine sığınmalarını
tavsiye etmiştir.
Bu şekilde, ilahî emir ve yasaklara uymanın yanı sıra, hem söz hem de amelle Allah'ın koruyup kollamasını ve bütün şerlerden muhafaza etmesini istemeye "istiâze" denmektedir.
Peygamber Efendimiz'in değişik hadis-i şeriflerine bakılırsa görülecektir ki, O, küfürden, fâsıklıktan, nifaktan, riyakârlıktan, kalbin kasvet ve gafletinden, acizlikten, tembellikten,
yoksulluk ve borcun galebe çalmasından, zillet ve meskenetten, insî ve cinnî şeytanların şerlerinden, delilik ve cüzzam gibi hastalıklardan, bunamaktan ve çok yaşlanıp başkalarının eline düşmekten,
yangın ve sel gibi felâketlerden, kabir azabından ve Cehennem'den... Cenâb-ı Allah'ın rahmetine, ilâhi riâyet ve inâyete iltica etmiş; aynı zamanda bize de, bu musibetlere karşı teyakkuzda olmamızı irşad buyurarak, yönelmemiz lazım gelen sığınağı göstermiştir.
İnsan için çeşitli hayat mertebeleri söz konusudur. Ehl-i şuhud ve
keşif, bu mertebelerin çoğuna muttalidirler. Mesela, hayalin kendine mahsus bir âlemi vardır; hayali geniş olan kimseler, bizim göremediğimiz pek çok şeyi adeta görür gibi olurlar.
Onlar için safha safha geçmiş ve satır satır gelecek birden duyulur ve yaşanır. Hayalin hemen bir adım gerisinde rüyalar âlemi; rüyalar âleminin az ötesinde berzah buudu; berzahın daha ötesinde ise,
cennetiyle-cehennemiyle en hakiki ve râsıh âlem olan ukba vardır.
Oradan bu tarafa gelirken berzah âlemi, cennet âleminden biraz uzak, bizden de biraz ötede bulunmaktadır. Bu âlem, ruhanilerin cevelangahı gibi bir yerdir. Burası rüyalar âleminden biraz daha râsıh ve köklü bir âlem mahiyetindedir. Berzah âlemiyle, içli-dışlı yaşayanlar orayı-burayı bir arada görürler. Tabi bu tür halleri, tatmayan da bilmez.
Bir insan imansız olarak ölürse kabirde azap görecektir.
Hadisin ifadesiyle kabrin sıkıştırması haktır. Fakat orada
hesap yoktur; zira hesap,
mahkeme-i kübrada görülecek ve imansız ölen bir insan cehenneme gidecektir.
Bununla beraber, müminin dünyada çektiği sıkıntılar, onun günahlarına kefaret olduğu gibi,
ölüm esnasındaki ızdırapları, kabirde maruz kaldığı/kalacağı tecziye türü hususlar da
ahiret azabını hafifletme adına arındıran birer ameliyedir.
Çok sıhhatli olmasa da siyerde şöyle bir vak'a nakledilir: Hz.
Abbas, Hz. Ömer'i çok sevmektedir. O, Hz. Ömer'in
vefatından sonra onu rüyasında görmek ister. Ancak aradan altı ay geçtikten sonra ona rüyasında görür ve sorar: "Ya Ömer! Altı aydır neredeydin, seni bir türlü göremedim." Hz. Ömer, "Ancak hesaptan kurtuldum" der. Hz. Ömer, âbide-i İslamiye ve insaniyedir.. ve nebilerden sonra kâ'bına ulaşılamazlardandır. Ancak, ihtimal onun da mukarrebin ölçüsünde bazı lememleri vardı. Mahkeme-i kübrâda o lememden en ufak bir iz kalmayacak şekilde �muhtemel- bir arınma faslı yaşamıştı.
Evet, binlerce ehl-i keşf ve müşahedenin açıktan açığa müşahedesiyle bir kısım
küçük günahları irtikâp etmiş müminler, hesaptan evvel kabrin sıkıştırmasıyla her halde bu günahlarından arındırılıyor ve huzuru kibriyaya öyle alınıyorlar.
Kabir sıkmasına Sa'd b. Muaz gibi seviye insanı bir sahabinin durumu açık bir örnektir. O Sa'd ki vefâtında Cibril (aleyhisselâm), Allah Resûlü'ne gelip şöyle demişti: "Sa'd'ın ölümüyle arş ihtizaza geldi Ya Resûlallah!" Ayrıca cenazesine iştirak eden Allah Resûlü, ayaklarının ucuna basarak yürüyünce bunun sebebi soruldu. Efendimiz de şöyle
cevap verdi: "Cenazesini teşyî' için o kadar melâike indi ki, onları rahatsız etmemek için böyle davrandım"
İşte böylesine yüce bir kamet olan Hz. Sa'd kabre konunca, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Fe sübhânallah, kabir Sa'd b. Muaz'ı da sıkarsa!" deyip taaccüplerini ifade etmişlerdi. Evet, muhacirlerin efendisi Hz. Ebu Bekir olduğu gibi, Sa'd b. Muaz da Ensar'ın Ebu Bekir'idir. O, Hendek'te şehit olmuştur. Ne hikmete binaen söylediğini bilmesem de o, yaralı bir vaziyette ve üzerinden kanlar akarken şöyle diyordu: "Allah'ım! Habibin uğrunda onun düşmanlarına karşı yine savaştıracaksan beni yaşat. Eğer bir daha savaşamayacaksak benim yaşamamın da manası yoktur ve sen, beni vefat ettir." Evet, onun bütün hayatının gayesi hep Allah yolunda mücadele ve mücahede olmuştur. Bu itibarla, nazarımda Sa'd o kadar büyük ve âlidir ki
Everest tepesi onun yanında derin bir çukura dönüşür.
İnsan yaşadığı gibi ölür
Kabir azabı ile alakalı bu hususlar kat'i olduğu gibi, burada muhakkak zikredilmesi gereken bir husus da şudur: İyi bir mümin kabirde sual meleklerine cevabını tam verir. Onların, 'Rabbin kim? Peygamberin kim? Dinin hangi din?' gibi sorularına mü'minin cevap vermesi çok kolay olur. Zira, 'Allah, inananları, dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle tespit eder' (İbrahim, 14/27) ayetinin de işaret ettiği gibi o, dünyada iken bir 'Kavl-i sâbit-değişmeyen söz' olan tevhidi tekrar etmiş durmuş ve bu ifadeler onun gönlüne ve şuuraltına iyice yerleşmiştir. Orada aklı başına gelir gelmez de aynı şeyleri söyleyecektir. Çünkü o, dünyada iken kelime-i tevhidle bu derecede bütünleşmiştir.
İmam Kurtubî diyor ki: 'Ben birçok insan gördüm. Bunlardan kimisi ölüm anında, 'Sepeti getir, otu götür, samanı ver, atı bağla' diyordu.. kimisi de cihad aşkı ve iştiyakıyla tutuştuğundan, 'Atımı getirin, kılıcımı bana verin, beni atıma bindirin, cihada gitmek, Allah'ın yüce ve yüksek adını yüceltmek istiyorum' diyordu. Herkesin ömrü, amelinin cinsine göre mühürlenip noktalanıyor ve herkes de bu son anında ameline yakışır bir meleğin temessülüyle karşılaşıyordu...
ÖZETLE
1- Resûl-i Ekrem Efendimiz insana sıkıntı ve keder verecek mevzularda Cenâb-ı Hakk'a sığınmış, ümmetine de her türlü musibete karşı Allah'ın hıfzına sığınmalarını tavsiye etmiştir.
2- Bir insan imansız olarak ölürse kabirde azap görecektir. Kabrin sıkıştırması haktır. Fakat orada hesap yoktur; zira esas hesap, mahkeme-i kübrada görülecektir.
3- İyi bir mümin sual meleklerinin bütün sorularına çok kolay cevap verebilir. Çünkü o, dünyada iken kelime-i tevhidi bütün kalbinde duyarak yaşamıştır.