İlk insandan itibaren hemen her dönemde insanlara yol ve yön gösteren ufuk insanlar olmuştur. Bunların başında fevkalâde donanımları ve aşkın fıtratlarıyla
peygamberler gelir. Peygamberler, ‘
Allah-kâinat-insan’ ve bunların birbiriyle münasebetleri hususunda yegâne söz sahibi, seçilmiş insanlardır. İnsanın kendini tanıması, yaşadığı
toplum ile münasebetlerini dengeli ve sağlıklı götürebilmesi ve Yüce Yaratıcı’ya karşı vazife ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilmesi, o kutlu rehberlerin çizgisinde yürümesiyle mümkündür.
Onların getirip tebliğ ve temsil ettiği, yaşadığı ve yaşattığı İlâhî mesajlar bir yaşama üslûbudur. Bu üslûb başta
sahabe olmak üzere hemen her dönemde var olan Peygamber vârislerinin cehd ve gayretiyle nesilden nesile intikal etmiştir. Bu intikalde temsil, her zaman tebliğin önünde olmuştur.
Günümüz Müslümanlarının da en önemli meselesi, inandıkları dini duyarak, hissederek yaşamaları ve onu evrensel olan ‘hâl dili’ ile temsil etmeleri olsa gerek. Bugün İslâm’ı hem aksiyonu hem de fikir ve düşüncesi ile temsil edecek insanlara olan ihtiyaç her dönemden daha fazladır. Bunun için de her şeyden önce dinin gökler ötesi referanslarına çok sağlam bir şekilde inanmış ve inandığı değerleri hayatına hayat kılmaya azmetmiş, karşısına çıkan problemlere rıza-yı İlâhî eksenli
cevaplar bulabilmek için
beyin fırtınası yapmış ruhlara ihtiyaç vardır.
Günümüzde yüce hakikatleri, imanî ve insanî değerleri sohbetleriyle, yazılarıyla seslendiren, seslendirmekle kalmayıp aksiyonu düşünceyle atbaşı bir konuma getirerek düşüncelerin hayata geçmesi için gayret gösteren nadide rehberlerden biri de
Fethullah Gülen Hocaefendi’dir. O, on dört asırlık bir geleneğin, asrın realitelerinin ve vicdanında yaşadığı kulluk tecrübesinin harmanlanarak yoğrulmasından oluşmuş hakikatleri gözyaşlarıyla ve adeta gönlünün sesi olmuş ızdırap gamzeden bir iniltiyle, insanların bam teline dokunacak bir şekilde seslendirmiştir. Bu yazıda bahsedeceğimiz ‘Kendi İklimimiz’ adlı kitap, muhterem
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin çok geniş bir yelpazede kendisine sorulan sorulara verdiği irticalî cevapların derlenmesi ve tashihlerine arz edilmesi sonucunda oluşturulmuştur.
Kitapta yer alan konular, gökler ötesi referanslara çok sağlam inanmış, hayatı,
eşya ve hâdiseleri onların rehberliğinde
analiz eden, her meseleyi Yüce Yaratıcı’ya bağlayarak ele alan bir karihanın irticalî olarak verdiği cevaplardır. Daha doğrusu imanî ve insanî değerlerin yaşanıp yaşatılması istikametinde bin bir ızdırap çeken bir kalbin ve beyin fırtınaları yaşayan bir dimağın dışa aksetmiş soluklarıdır.
Güncel sorulara kuşatıcı cevaplar >
Daha önce dört cildi yayınlanan Prizma Serisi’nin beşinci kitabı ‘Kendi İklimimiz’, bize o engin hakikatlerden demetler sunuyor. ‘Perspektif’ başlığı altındaki birinci bölüme bizim yamaçlarımızın gülü-çiçeği olan ‘sadakat ve vefa’ dinamikleriyle başlanıyor. Önce temel kaynaklar esas alınarak mefhumların tarifi yapılıyor. Daha sonra engin bir bakış açısıyla farklı farklı ‘sadakat ve vefa’ mertebelerinden bahisler açılıyor ve böylece himmetin âli tutulması sağlanarak nazarlar sürekli zirve noktaya çekiliyor. ‘Sadakat’ deniyor, “Doğru düşünmek, doğru konuşmak, doğru davranış sergilemek ve aynı zamanda doğruluğu kalbde korumak demektir. Bu manadaki sadakat, izafî bir tabir olup belli bir ölçüsü de yoktur. O, zirve noktada enbiya-i izâmda bulunur.. ve onu sadece “söz doğruluğu” şeklinde yorumlamak da eksik bir anlayıştır. Sadıklar, kalpleri doğrulukla dopdolu olan ve tamamen Allah’a kilitlenen insanlardır.”
İkinci bölüm olan ‘Düşünce Boyutu’nun ilk sorusu ise büyük âlimlere saygı ve terbiye ile fikir hürriyetinin nasıl dengeli bir şekilde götürülebileceği ile ilgili. Gülen, “saygılı olmak başka, büyüklüğü kabullenip istidatların önünü kesmemek daha başka bir meseledir.” dedikten sonra Asr-ı Saadet’ten çarpıcı bir misal veriyor. Daha sonra sözü İmam-ı A’zam Ebu Hanife’ye getiriyor. Onun, İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed, İmam Veki’, İmam Abdullah b. Mübarek gibi çağlara meydan okuyan devasa talebeler yetiştirdiğini hatırlattıktan sonra dehalar silsilesi diyebileceğimiz bu kabiliyetlerin ortaya çıkışında en önemli âmilin, Ebu Hanife Hazretleri’nin insana saygı ve hoşgörü anlayışı içerisinde oluşturduğu müzakere meclisleri olduğunu ifade ediyor.
Kâinat altı günde nasıl yaratıldı?
Üçüncü bölüm ‘Din Ekseni Etrafında’ adını taşıyor. Bu bölümde ‘kâinatın altı günde yaratılması’ ile ilgili soruya verilen cevap, zannediyorum Hocaefendi’nin dinin temel kaynaklara vukufiyetiyle birlikte, hikmet gözüyle kâinat kitabını okuyup engin karihasıyla meselelere yaklaşımını göstermesi adına önemli bir misal teşkil ediyor. Gülen, öncelikle ‘zaman’ kavramının izafiliğini Kur’ân’dan ve kâinat kitabından delillerle izah ediyor. Böylece ‘gün’ kelimesinin, sınırlarını tam olarak bilemeyeceğimiz bir zaman dilimini ifade ettiği açık ve berrak bir üslupla ortaya konulmuş oluyor. Bunun akabinde ise kâinatın def’î ve ânî bir şekilde değil de altı günde yaratılmasının ‘hikmet’leri dört madde halinde izah ediliyor. Konu, derin ulûhiyet hakikatlerini ihtiva etmekle birlikte sıradan bir okuyucunun anlayacağı sadelik ve berraklık içinde takdim ediliyor. Mesela, hikmetlerden birisi şu şekilde izah ediliyor:
“Allah’ın en küçük âlemi yaratmasında kendi azamet ve ulûhiyetinin görünmesi bakımından ayrı bir husus, insanın, meleğin, kâinatların, sistemlerin ve nebülozların yaratılmasında ayrı bir husus vardır. Her varlık yaratılırken, Cenab-ı Hakk’ın isimlerini, sıfatlarını, şe’n-i Rubûbiyetini ve zâtını gösteren bir ayna mahiyetinde yaratılır. Allah, bir sanatkâr gibi, o aynaya baktığı zaman onda kendi icraatını görür. Allah’ın kendinde atom yapma şe’ni vardır. Atomu yapar, atom yaptığını seyreder. Aynı zamanda O’nun, atomları terkip edip moleküller yapma şe’ni vardır. Allah, atomlardan da molekülleri yapar, onu seyreder. Allah’ın kendi zâtında -tabir caizse- öyle bir kabiliyet vardır ki, biz bunu Allah’a isnat ederken ona “şe’n” diyoruz. Bu da ancak o büyük nebülozların, ateş parçalarının mâyi halinde gazların dönüşünün meydana gelmesiyle ona ait azamat ve uluhiyeti gösterir. Mesela trilyonlarca sene bu sistemlerin şu şekl-i hâzıra gelebilmesi için takip ettiği bir yol vardır. İşte bu yolda Allah, daima zât, sıfât ve esmâsına ait ayrı ayrı manaları müşahede etmiştir.”
Dördüncü bölüm ‘Büyüteç’, beşinci bölüm ise ‘Aktüel’ başlıklarını taşıyor. Elbette ki bir sayfalık yazı çerçevesinde kitabın bütün muhtevasını anlatmamız mümkün değil. Ama görüldüğü kadarıyla tarihten felsefeye, kelamdan astronomiye, tasavvuftan sosyolojiye kadar çok geniş bir sahada merak edilen birçok husus Hocaefendi’ye sorulmuş ve bu sorulara her bir ilim sahasının temel disiplinleri doğrultusunda muhkem, muknî ve tatminkâr cevaplar verilmiş.