İnsan, kalb ve ruhun hayat derecesine ancak Kur’an’ın irşadına tâbi olmakla ulaşabilir. Zira, insanın insanlık semâsına yükselebileceği yolu ancak Kur’an göstermiştir. İşte, insanın bu uzun seyri kıyamete kadar devam ettirebilmesi içindir ki, Cenab-ı Hak, Kur’an’ı muhafazası altına almıştır. Ancak bütün icraatına sebepleri perde yapan
Allah (c.c.), bu icraatına da sebepleri perde yapacak ve bu kudsi işte kudsiler topluluğunu şereflendirecektir.
Her semâvî kitap, kendi nebisinden sonra, o davanın havarilerinin omuzlarına yüklenir. Kur’an için de aynı prensip geçerlidir. Bir farkla ki, nasıl Kur’an bütün semâvi kitapların en yücesi ve en ulvisidir, onu omuzlayacak cemaat de diğerlerine kıyasla en ulvî ve en yücedir. Zira ki, Kur’an, varlığın Medâr-ı İftiharına inmiştir. Ve o cemaatı, böyle bir Nebi yetiştirmiştir. Onların arasında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve
Hz. Ali gibi büyük dehâlar vardır. Ve yine onların Bedir’de arslanlar gibi döğüşen, Uhud’da sarsılmayıp yerinde sebat eden, Hudeybiye’de elini ellerin en nurlusuna uzatıp biat eden
yiğit oğlu yiğitler vardır.
Kur’an, dağları yerinden oynatacak azâmet ve ağırlığı ile Hz. Ebu Bekir’in omuzlarına yüklendiği zaman cidden güçlü bir omuz bulmuş oluyordu. O, Fâruk-u Âzâm’la şehbâl açıyor ve Hz. Osman’la dünyanın dört bir yanına yayılıyor ve cihânı nurlandırıyordu. Hz. Ali ile ise O’nun apayrı bir buudu keşfolundu. Kur’an evvela O’nun gönül deryasında dalgalandı, daha sonra bu dalgalar tekke ve zâviyeleri netice verdi. Nice büyük veliler ve onları kanatları altına alan müceddidler hep bu mana mektebinde yetiştiler. Hz. Ali’nin gönlü buna bir çekirdek oldu ve bütün tohumlar, cihanın dört bir yanına o muhteşem varlıktan yayıldı.
Kur’an-ı Kerim tahrife uğramadı
Esasen her bir sahabiyi
teker teker ele alıp destanlaştırmak mümkündür. Onlar gökteki melekleri gıptaya sevk edecek kadar seçkin ve asil insanlardır. Bu Kur’an talebeleri, asla kitaplarına ihânet etmediler. Kur’an işte böyle en güçlü omuzlardan kaideler üzerine oturdu ve bir abide gibi günümüze kadar mevcudiyetini, zerre kadar tahrif ve tahribe uğramadan devam ettirdi; kıyamete kadar da devam ettirecektir. Zira ona bu teminatı veren doğrudan doğruya Allah’tır. O hiçbir zaman aslî hüviyetinden zerrece inhiraf etmiş değildir. Tahrif çamurları onun arşa değen eteklerine sıçramaktan çok uzaktır. Diğer
ilahi kitapların muhteva değişikliğine Kur’an’ın tek bir harfi dahi maruz kalmamıştır. Zira O’nu koruyan bizzat kendi sahibi olan Allah’tır. Ve kıyamete kadar koruyacağına dair de vaadi vardır. Nitekim “Muhakkak ki Kur’an’ı biz indirdik ve mutlaka onu biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9) ayeti bize bu hakikati anlatmaktadır.
Sırlı ve surlu Hicr Suresi’nin aynı hususiyetleri taşıyan bu ayeti, hiçbir şüphe ve tereddüte mahâl bırakmayacak bir tarz ve uslûpla Kur’an’ın kıyamete kadar teminat altında olduğunu haber vermektedir.
Rabbimizin verdiği bu teminattan bizler de emin olmalıyız ve zaten de emin bulunmaktayız. Kur’an, kıyamete kadar bütün canlılığı ve tazeliğiyle bâkidir. Belki ara sıra esen
muhalif rüzgârlar onu tozlandıracak; fakat
küçük bir gayret, hafif bir silkinme ve kendine gelmekle eski parlaklığı ve göz kamaştırıcı hüviyetiyle, mü’minlerin kalb ve kafalarında yeniden canlanacak ve pörsümüş gönüllere can kazandıracaktır.