Son yıllarda bu
mübarek yeri görmek isteyen Türklerin, özellikle de
gençlerin sayısı hızla artıyor.
Burası, fotoğraf ya da televizyonda gördüklerimizden çok farklı. Beş
vakit yöneldiğimiz
Kâbe’ye doğrudan bakmak bambaşka bir duygu. Bütün sadeliği, etkileyiciliğiyle karşımızda duruyor. Siyah bir ‘küp’ ve etrafında akan insanlar… Buram buram sadelik ve derinlik yansıyor Kâbe’den yüzümüze. Bütün kavrayıcılığı ve cazibesiyle içine çekiyor çevresindekileri… Çünkü burası Beytullah… Bütün
Müslümanlar için dünyadaki en büyük, en mahşerî çekim noktası. Burası
Allah’ın evi…
Harem-i Şerif,
İslam âleminin yoğunlaştırılmış şekli gibi. Farklı coğrafyalardan Müslümanlar bir arada. Bütün yüzler ona dönük. Etrafında
tavaf edenler, âlemin farklı yerlerinde Allah rızası için dönenlere benziyor. Tavaf edenler dursa bir an için, bütün dengeler altüst olacakmış gibi geliyor. Şairin ifadesiyle, akışta demetlenmiş büyük,
küçük, kâinat…
Mekke’ye hac ve
umre amacıyla her yıl milyonlarca insan gidiyor. 1940’lı yıllarda hacıların sayısı ortalama 20 bin iken şimdi iki milyon civarında. Gayriresmî rakamlar da hesaba katılacak olursa Kâbe’yi her yıl hac için yaklaşık dört milyon insan ziyaret ediyor. Hac talebi her geçen yıl artıyor; fakat
kota sınırı yüzünden ziyaretçi sayısı pek yükselemiyor. Hacca gidemeyenler ise umreye rağbet ediyor. Umreciler arasında en çok Endonezyalıları görüyoruz. 300 bin kadar hacı, bir o kadar da umreci Mekke’yi her yıl ziyaret ediyor bu ülkeden.
SUUDİ HALKINI ŞAŞIRTAN GENÇ TÜRKLER
İkinci yoğun ilgi
İran’dan. Üçüncü sırada ise
Türkiye var. Tavaf esnasında sık sık
Türkçe dualar kulağınıza çalınıyor. Bir Türk için Mekke’de kaybolmak kolay değil! Sokaklarda esnaf Türkçeyi hayli konuşuyor. Harem-i Şerif’teki görevliler de çat pat kendini ifade edebiliyor. Türklerin her geçen yıl umreye daha fazla talep göstermesi Suudi
Arabistan yönetimini de,
halkını da şaşırtıyor. Mekke sokakları için tamamen yeni bir vakıa bu. Eskiden ‘
yaşlı’ ve ‘bilgisiz’ gördükleri Türk umreci ve hacıları için artık yeni bir tarifleri bile var. Araplar, “Türkler bastonu attı” diyor. Zira
Medine ve Mekke’ye
ibadet maksadıyla gidenlerin hem yaş oranı çok düşmüş hem de kültür seviyelerinde bariz artış var.
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (
TÜRSAB) Başkanı Başaran
Ulusoy, artık eğitim düzeyi yüksek ve şehir kesiminden insanların umre
seyahatini
tercih ettiğini, beraberinde kırsal kesimden gelenlerin de sayısının azalmadığını vurguluyor. TÜRSAB’ın rakamlarına göre, 2005’ten önce ancak 20-30 bin civarında görülen umre talebi, bugün 100 bini aşmış durumda. Peki, ne oldu da son yıllarda umreye gidenlerin sayısı bu kadar çok arttı? Soruyu yönelttiğimiz kişilerden aldığımız iki
cevap öne çıkıyor: Dinî hassasiyet ve maneviyata ilgi çoğaldı, istikrarlı siyasi ve iktisadi yapı sonucu halkın gelir seviyesi yükseldi. Geçmişte sadece yüksek gelirlilerin gidebildiği umre ve hac seferlerine günümüzde toplumun hemen her kesimi rağbet ediyor. Harem-i Şerif sınırları içerisinde Türkiye’nin her bölgesinden ve her seviyeden insanla karşılaşmak mümkün. Kâbe’deki ilk namazımızı tevafuken
Anadolu’dan gelen teyzelerin arasında kılmak başta garip geliyor. İkinci vakitte de safta yanımızdakinin Türk olduğunu görünce rakamların abartılmadığına kani oluyoruz. Hatta “Kayıtlara az mı geçmiş?” sorusu canlanıyor zihnimizde.
DİNİN LİSANINI BİLMEMEK ACI
Öğle vaktinde aynı safta namaz kıldığımız Melek Büke 32 yaşında.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde çalışıyor. Umre yapmaya eşi ve kayınpederiyle birlikte gelmiş. Büke’nin plânları dışında gelişmiş umre seyahati. Kayınpederinin câzip teklifine eşi de kendisi de hayır diyememiş. “Burada bulunabilmek çok önemli. Mahşerî kalabalığı her din kardeşimin görmesini isterim. Kâbe’ye bakmak, el sürmek bambaşka bir duygu.” diyor. Melek Hanım’ı burada en çok üzen ise dininin lisanını bilmemek. Büke,
Arapça okuyabildiği için tavaf esnasında dualarını yaparken sıkıntı yaşamamış. Yine de “Bilgilerimiz kâfi değil, keşke daha fazla malumat sahibi olsaydım.” demekten kendini alamıyor. Kur’an-ı Kerim’in lisanını bilmemek, anlayarak değil de sadece hissederek ibadetleri yapmayı zorunlu kılıyor.
Beytullah içerisinde Türklerin yoğunluğu Melek Büke’nin de dikkatini çekmiş. O da Türkiye’den gelenlerin arasında gençlerin çok olduğunu söylüyor. Umrecilerin
profilindeki bu değişim, ibadetler esnasında da gün yüzüne çıkıyor. Beytullah ve Mescid-i Nebevi’de çalışan görevliler, Türklerden memnun görünüyor. İbadetler esnasında
arbede yapmayan Türkleri birbirlerine göstererek “Bak Türk, güzel” diyorlar.
UMRE YILDIZI NİYE PARLIYOR?
Sadece Türkiye’den değil dünyadan gelen umreci ve hacıların yaş oranında bir düşme söz konusu. Artık
kutsal topraklara gitmeyi yaşlılar kadar gençler de talep ediyor.
Sürat Turizm grubuna sohbetler yapan
gazeteci yazar
Abdullah Aymaz, İslam dünyasındaki bu canlanmayı bir “dünya hareketi” şeklinde yorumluyor. Aymaz, ilk defa 1989’da kutsal toprakları ziyaret etmiş: “O zaman daha çok yaşlılar vardı tabii. Sadece Türkiye için değil artık bütün dünyadan daha çok genç nüfus geliyor buraya. Yaş oranı küçüldü; çünkü dünyada komünizmden sonra maneviyata dönüş başladı. Asrımızın yükselen değeri İslâm.” Dünya genelinde de Müslümanların eskiye nazaran maddi sıkıntıları azaldı Aymaz’a göre. Bunda, 1950’lilerden sonra İslam âleminin sömürgelerden çıkarak kendi kaynaklarından yararlanabilmesi etkili.
Dinî duyarlılıkların artışı ve de maddi refahın yükselmesinin dışında, umreye talebin artışına farklı açıklamalar getirenler de var.
İstanbul Müftü Yardımcısı Yusuf
Kavaklı’ya göre rakamlardaki ciddi artışın önemli sebeplerinden biri,
Diyanet İşleri Başkanlığı Hac İşleri Yüksek Kurulu’nun 2003 yılında aldığı bir karar. “Hacca ikinci defa gitmenin yasaklanması üzerine artık umre daha çok tercih edilir oldu.” diyen Kavaklı, ikinci, üçüncü defa hacca gitmek nafile olduğu için vatandaşlar umreye yönlendirilmiş oldu. Böylece kutsal topraklara hiç gidemeyenlerin de önü açıldı.
İlginç bir tespit ise İkram Turizm’in genel müdürü Ekrem Özkaymaz’dan geliyor. Ona göre umreye gidenlerin sayısının artmasında birinci sebep doların istikrarlı bir şekilde aşağı düşmesi. Diğeri ise Peygamber
Efendimiz’e yapılan
karikatür hakareti. Ekrem Özkaymaz, karikatür krizinin ardından umreye gidenlerin oranının en az yüzde 80 yükseldiği görüşünde. “O sene taleplerde çok ciddi bir artış oldu ve yükselerek devam etti.” Geçen yıl kendi şirketlerinden umreye gidenlerin sayısı 800 iken bu sene rakam ikiye katlanmış: 1500.
Umreye gösterilen alaka
Diyanet İşleri Başkanlığı dışında hac ve umre hizmeti veren şirketlerin sayısında da artışa sebep olmuş. Türkiye’de hac yetkisi alan şirketlerin sayısı 245. Bu özel seyahat acentaları her yıl binlerce Müslüman’ı Mekke ve Medine’ye umre için götürüyor. Umre için en çok ramazan ayı talep ediliyor. Çünkü hem hadis-i şerife göre, ramazan umresi yapan bir nevi hacı sayılıyor hem de bu ayın yüksek ruhaniyeti, mü’minleri bambaşka ufuklara götürüyor burada. Biz de Sürat Turizm ile ramazanın son günlerine doğru umreye gidiyoruz. Medine’ye 15 kişi giriyoruz, Mekke’de 55’e çıkıyor sayımız. Grup içerisinde yaşlılar da var; fakat geneli orta yaş ve altı.
İlk durağımız Medine. Eskiden Yesrib denilen şehir, Peygamberimizin (sas) hicretinden sonra bu adı aldı. Medîne’tün-Nebî (Peygamberin şehri) ve Medîne-i Münevvere (nûra gark olmuş şehir) de diğer iki ismi. Medîne ise esasında
medeniyet kökünden geliyor. İslam medeniyetinin tohumları da ilk defa bu kutsal topraklarda atıldı. Efendimiz’in (sas) Mekke’den hicret ettiğinde kimsenin hatırını kırmamak için
devesiyle t
ayin ettiği yerde bulunuyor Mescid-i Nebevi. Biz ancak
teravih namazına yetişecek şekilde şehre giriyoruz. Medine’nin tozu toprağı
şifa diyor karşımıza çıkanlar.
Yeşil kubbesiyle Mescid-i Nebevi şehrin tam ortasında arz-ı endam ediyor. Eskiden çevresinde mahalleler varmış ve
mescidin kubbeleri görünürmüş şehrin her tarafından. Şimdi ne yazık ki etrafını yüksek
otel binaları kaplamış. Artık sadece bu otellerin mescide
bakan lüks odaları Mescid-i Nebevi’yi görüyor rahatlıkla.
Teravih namazı burada hatimle kılındığı için yaklaşık iki saat sürüyor. Farklı mezheplerle aynı safa durulduğu için Türk umreciler için başta küçük şaşkınlıklar yaşanıyor. Mesela Medine’de, Mekke’deki gibi farz namazının ardından genelde
cenaze namazı eda ediliyor. Ya da vitir vacibin son rekâtında eller göğe açılarak uzun dualar okunuyor. Arapların ibadet esnasındaki rahatlıkları da Türklerin titiz yaklaşımından hayli uzak. Grubumuzdaki gençlerin cemaate uyumu daha çabuk; onlar yaşı büyük olanlara buradaki namazı izah ediyor. Yaşlıların uzun
teravih namazına eşlik etmesi kolay değil, bir süre sonra oturarak devam ediyorlar.
HEYECANDAN DUALARI BİLE KARIŞTIRDIM
Medine’de umreciler için en heyecan verici ruh hali,
Peygamber Efendimiz’in (sas) huzuruna çıkıldığı an. 29 yaşındaki Yakup Yolcu, uluslararası bir nakliyat firmasının sahibi. Umreye altı aylık hamile eşi Filiz Hanım’la gelmiş. İstanbul’da yaşayan Yolcu, Efendimiz’in (sas) huzuruna çıktığında heyecandan dua edemediğini söylüyor. İlk gün namazını kılarken bile dualarını heyecandan karıştırmış. Ona göre bu tecrübesinin bir izahı yok. Yaşadıklarını, aynı heyecanla anlatıyor bize. Şehre vardıktan ancak bir gün sonra kendine gelebildiğini söylüyor.
Mescid-i Nebevi’de kadınlar ve erkeklerin Peygamber Efendimiz’i (sas) selamlama yerleri farklı. Yakup Bey’in eşi Filiz Yolcu, grubuyla birlikte öğle namazından sonra Efendimiz’i selamlamaya Ravza’yı ziyarete gidiyor. Her ne kadar rahatsızlığı ritmini düşürse de halinden şikâyetçi değil. Bu topraklarda bulunabilmenin her dakika şükrünü eda etmek istiyor. Kadınlar gün içinde sabah namazından ve öğle vaktinden sonra olmak üzere iki defa, erkekler ise her daim Resûl’ün kabrini ziyaret edebiliyor. Uzun sıralarda beklemek gerekiyor bunun için. Ülkeler grup grup içeriye alınıyor. Birkaç aşamalı beklemede kabre yaklaştıkça kalabalığın heyecanı artıyor. Son fasılda ise herkes Efendimiz’in huzurunda birkaç dakika daha fazla durabilmek için koşuyor. Yoğun kalabalığın arasında kabir ile minber arasında namaz kılma telaşı var. Buraya
cennet bahçesi (Ravza-i Mutahhara) deniyor. Asyalı bir genç kız sesli dua ediyor, yanına yaklaşan Afrikalı ise onun dualarına eşlik ederek ‘amin’ diyor. Kısa bir an için üçlü bir grup olup beraber dua ediyor, namaz kılıyoruz… Kutsal topraklar için ‘sıradan’ görüntüler bunlar aslında. Renk, ırk, coğrafya ya da konuşulan dilin bir önemi yok. Herkesin ortak lisanı, imanın dili, okunan dualar… Allah rızasını kazanma iştiyakıyla Müslümanlar din kardeşleri için elinden geleni yapıyor. Dualar, ‘âmin’ler birbirine karışıyor.
Dışarıda sıcaklık 40 derecenin üzerinde; fakat mescidin içerisi gayet serin. Mescid-i Nebevi’nin bir bölümünde tavanlar açık, içeride kuşlar uçuşuyor. Mescidin içinde ikindi namazından sonra
iftar için
hazırlıklar başlıyor. Birçok sofra açılıyor. İkram edenler, gördüklerini kendi sofrasına davet ediyor. Menü ise genelde aynı:
hurma, zemzem, ekmek ve yoğurt. Akşam ezanı okunana kadar ibadetlerle dolu uzun bir bekleyiş başlıyor. Kur’an-ı Kerim tilavet edenler, yatıp uzananlar, namaz kılanlar, sessizce tefekküre dalanlar ve zikredenler… Mescid-i Nebevi’nin çevresindeki sokaklarda da benzer manzaralar hâkim.
Ezan okunduğu anda dünyanın dört bir yanından gelen Müslümanlar iftarını yapıyor. Medine’de iftar telaşı sakin bir uğultuya eşdeğer. Burada ramazan farklı bir teslimiyet ve huzur içinde yaşanıyor.
Grupla birlikte Medine’nin önemli mekânlarını da ziyaret ediyoruz. Mescid-i Nebevi’den sonra Cennet-ül Bakî Kabristanı, Uhud
Savaşı’nın yapıldığı mahal ve
şehitlik, Kıbleteyn Mescidi, Hendek Harbi’nin gerçekleştiği Yedi Mescidler, Peygamber Efendimiz’in (sas) Medine’ye hicret ed
erken 3 gün kaldığı yer; Kuba Mescidi,
Cuma Mescidi, Sultan
Abdülhamid döneminde yapılan Hicaz demiryolunun son durağı
Osmanlı tren istasyonu, Medine hakkında kapsamlı tarihî bilgiler sunan Medine Maket Merkezi ve hurma bahçeleri… Son durağımız hurma pazarı. Şehirden hurma almadan kimse ayrılmak istemiyor. Efendimiz’in övgüsüne mazhar olan bu meyveyi satın alırken bile insanlar âdeta ibadet neşvesi içinde…
İLGİNİN BİR DİĞER SEBEBİ ZİHNİYETTEKİ DEĞİŞİM
Sürat Turizm ile gelen grubun başında
rehberlik ve hocalık vazifesinde Osman Korkmaz var. Korkmaz, El-
Ezher Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi mezunu. İki yıldır Sürat Turizm’in Mekke koordinatörlüğünü yapıyor. İstanbul, Medine, Mekke hattında üç yıldır gidip geliyor. O kadar sık yer değiştirir olmuş ki adresini sorduğumuzda, “Mekke Medine Caddesi No: 2 Türkiye” diyerek takılıyor. İstanbul’dan yola çıkılıp Mekke’den uğurlanana kadar Osman Hoca rehberimiz. Nasıl tavaf yapılacağından, nereden hurma alınacağına kadar her türlü sorunun muhatabı o. Osman Hoca ve
yardımcıları iştiyakla herkese faydalı olmaya çalışıyor. Korkmaz’a göre son yıllarda umreye ilginin sebebi biraz da zihniyetlerin değişmesiyle alakalı. Eskiden evini, arabasını alıp, çoluk çocuğunu evlendirmeden hacca gitmek akla gelmezdi. Hac ve umre geçmişte namaz, oruç ya da zekât kadar ehemmiyet arz etmiyordu.
Dört beş sene öncesine kadar pek rağbet gösterilmeyen umreye geçtiğimiz yıl hacı kadar umreci gelmiş Türkiye’den: 104 bin 730. Gelenlerin daha çok gençlerden ibaret olduğunu ekliyor Korkmaz. Kaç yaşında olursa olsun herkesten duyduğu cümleler ise birbirinin aynı: “Keşke birileri bize
tavsiye etseydi de daha önce buralara gelseydik.”
Biz de görüştüğümüz umrecilerden hep aynı cümleleri duyuyoruz. Medine’de daha çok huzur ve teslimiyeti hisseden umrecilerle birlikte üçüncü gün ihramlarımızı giyerek Mekke’ye doğru yola çıkıyoruz. İhrama girmek birçok sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Kul hakkına girmek, kızmak, küçük bir hayvanın ölümüne sebep olmak, daldan yeşil bir
yaprak koparmak bile kefene benzeyen bu kıyafete girdikten sonra yasaklanıyor. Bunlar ihlal edildiği takdirde hatanın büyüklüğüne göre sadakadan kurbana varan cezaların ödenmesi şart. İhram, acziyeti hatırlatıyor insana. Sadece çevre üzerindeki değil beden üzerindeki haklar da sınırlanıyor. İhrama giren kendi bedeni üzerinde tırnak kesmek, saç koparmak gibi küçük tasarruflara bile sahip değil. Bir nevi kendi bedeninden çıkarak ruhunla bir başına kalma eylemi. Bedenine de, çevrendeki hayat gibi dışarıdan bakabilme çabası. İhrama girmekle beraber nefsiyle baş başa kalan ruh büyük bir mücadelenin de içine giriyor. Yüzyılın başında ihrama girip yola çıkan hacılar ve umreciler için şartlar çok daha ağırdı. İstanbul’dan hareket eden biri için Mekke’ye ulaşmak dört ay sürecek zorlu bir
yolculuk anlamına geliyordu. Artık
uçaklarla birkaç saat içerisinde kutsal mekânlara varmak mümkün. Biz de Medine’den Mekke’ye yolculuğumuzu uçak ile yapıyoruz.
Cidde Havaalanı’ndan otobüslere binip Harem’e doğru telbiye, tehlil ve tekbirler getirerek, Kur’an tilaveti eşliğinde ilerliyoruz. Yolda belli mesafeler üzerine yerleştirilen; Estağfurullah, Allahuekber gibi tabelalar yolcuların zikir rotasını da belirliyor.
Hacılar ya da umreciler için ibadetlerinin en anlamlı ânı Kâbe’yi görmek. Ömre sığacak bir tecrübe, birkaç saniye içerisinde yaşanıyor. En yoğun duygular bu dakikalarda gün yüzüne çıkıyor. Mekke’ye varanların ilk işi Beytullah’ı ziyaret etmek. Osman Hoca, yaklaştıkça “Kâbe’ye varana kadar karşıya bakmayın.” diyor. Beytullah ilk görüldüğünde yapılan duanın kabul edileceğine inanılıyor. Kimileri hazırlıklı, kimileri ise gönlünden dökülecek ilk dualara kendini teslim etme niyetinde… Ağır adımlarla ve dualar eşliğinde, başlar önde Harem-i Şerif’in içine giriyoruz.
Talimat alındığında gözler yerden kaldırılıyor ve ilk nazar cereyan ediyor.
BEYTULLAH’I GÖRÜNCE HİSSEDİLEN DUYGULAR
Beytullah’ı çıplak gözle gören herkesten benzer sözleri duymak muhtemel. 21 yaşındaki Hüsne İleri de Kâbe’yi ilk gördüğünde elektrik çarpmış gibi hissetmiş: “Gelmeden önce bayılanların olduğunu duymuştum; ama inanmamıştım. Hâlbuki gerçekten çok farklı. Resmen titretti beni.” Tavaf ederken Kâbe’ye dikkatle bakamadığını söylüyor.
Umre vazifesini yerine getirmek için ihrama girdikten sonra tavaf ve say’ın yapılması, ardından saçların kesilerek ihramdan çıkılması gerekiyor. Tek başına ya da gruplar halinde bu ibadetler yapılabiliyor. Bizim içerisinde bulunduğumuz topluluk, grup hocasının eşliğinde ilk umresini ifa ediyor. Tavaf esnasında rehber hocanın nidasının ardından dualar tekrarlanıyor. Herkes birbirine tutunmuş, kaybolmama kaygısında; gözler ise Beytullah’ta... Tavaf için Hacer-ül Esved hizasında başlayan yedi şavtın tamamlanması zaruri. Her dilden dua bu daire etrafında göğe yükseliyor.
Ulemanın tarifine göre yeryüzünde insanlar, cinler ve gökyüzünde melekler aynı anda tavaf ediyor. Tavaf, belki de dünyadaki en muhteşem ibadet. Tefekkür ve hareketi içerisinde barındırıyor. Mahşer yerine benzetilen ortamda kalabalığa rağmen, yalnızlığını sonuna kadar hissediyor insan. Kâbe’nin etrafından çizilen her dairede farklı bir tecrübe, yenilenme yaşanıyor. Kâbe, canlı bir insan gibi. Tavaf edenlerle sürekli hasbihal ediyor. Fakat burada söylenen sözler akla değil kalbe temas ediyor. Bu sebeple tarifi mümkün değil.
İhramlar içerisinde tavaf, aynı zamanda nefisle ciddi bir muhasebe süreci. Beytullah, adeta ayna oluyor ve nefsin bütün kirleriyle baş başa bırakıyor kişiyi. Tek duygu, arınma…
Yakup Yolcu, tavaf esnasında yaşadıklarını şu cümlelerle anlatıyor: “İnsan buraları görünce sürekli kendini sorguluyor. Nasıl böyle bir hata yaptım, keşke daha önce gelseydim. Bir daha bu yanlışı yapmayacağım. Beni nefsimle baş başa bırakma diye Allah’a dua ediyorum. Tavaf ederken bile sürekli nefsimle mücadele ediyorum. Karmaşık duygular bunlar. Mesela tavafta adamın biri durup dururken bana
yumruk attı. O an şeytanı dinlesem karşılık vereceğim; ama görmezden geldim. Burada nefsimizle sürekli bir savaş, muhasebe içerisindeyiz.”
Tavafın ardından say’a geliyor sıra. Safa ile Merve arasında yedi defa yapılan şavt ile bir say tamamlanmış oluyor. Burası Hz. İbrahim’in Hz. Hacer ve Hz. İsmail’i bıraktığı yer. Hz. Hacer, Hz. İbrahim’e asırlar önce soruyor: “Sana bizi burada bırakmanı Allah mı emretti?” ‘Evet’ cevabını alınca, “Allah bizi burada zayi etmeyecektir.” karşılığını veriyor. Safa ile Merve tepesi arasında yalnız başlarına kalan Hz. Hacer’in bebeği Hz. İsmail için su
arama çabasının tekrarı, yapılan say. Onun gibi yedi defa iki tepe arasında gidip geliniyor. Sonunda ise saçlardan bir tutam kesilerek ya da erkekler için tamamı tıraş edilerek ihramdan çıkılıyor.
HAYATI İBADETLER ŞEKİLLENDİRİYOR
Kutsal topraklarda zaman tamamen ibadetlere göre şekilleniyor. “Müslüman saati”nin bereketine şahit oluyor Mekke’de bulunanlar.
Namaz saatlerine göre diğer ihtiyaçlar belirleniyor. Ezan vakti esnaf kepenkleri kapatıyor. Gündüzleri sıcak olduğu için tercihan geceleri ibadet, sabahları ise uykuyla geçiyor. Kâbe’nin etrafında ise hiçbir zaman tavaf durmuyor. Beytullah’a davet edilenler mümkün mertebe Kâbe’nin etrafında dönmek istiyor.
Umre için Çankırı’dan gelen Esra (22) ve
Oğuz (29) Ak çifti bu “çok tavaf” tercihinde bulunanlardan. Öyle ki tavaf etmekten ayaklarının altı şişmiş, “Yaşlı olsak çok zorlanırdık.” diyorlar. Yeni evli çift geçtiğimiz yıl ilk defa ramazan umresi yapmış. Plansız da olsa
Kadir gecesi Mekke’ye varan ve yapılan dualardan çok etkilenen Ak ailesi, tam o zaman, bu yıl tekrar umre yapmaya niyet etmiş. Oğuz Bey, Çankırı’da
işadamı. Esra Hanım da
Gazi Üniversitesi İşletme Bölümü’nde okuyor. “Kâbe’yi ilk defa görmüş gibi hissettim.” diyor Esra Ak. Oğuz Bey de her defasında farklı duygular yaşadığını, farklı bir süreçten geçtiğini anlatıyor. Onlar için Beytullah’ta bulunmak bir nevi mahşeri yaşamak. Etraftaki kimseyi tanımadan hep birlikte ibadet etmek ve kulluğunun idrakine varmak. Peki, halk arasında çok söylendiği üzere; genç yaşta geldikleri için sorumlulukları artacak endişesi taşımıyorlar mı? Oğuz Bey, bu fikirden çok rahatsız. Birçok insanın sırf bu kaygılarla umre ve hac vazifelerini ertelediği kanaatinde. Hâlbuki kendilerinin 21. yüzyılın zorluklarından Kâbe’yi ziyaret ederek arındıkları inancındalar. Bu sebeple, durumları el verdiği ölçüde her yıl umre yapmaya niyet etmişler.
Mekke’ye gitmişken gruplar birçok manevi ortamı da ziyaret ediyor. Sevr Dağı,
Arafat,
Müzdelife,
Mina,
Hira Mağarası’nın bulunduğu, Peygamber Efendimiz’e ilk ayetlerin indiği Nur Dağı, Hz. Hatice, Abdulmuttalip’in kabirlerinin bulunduğu Cennetül Mualla Kabristanı, Efendimiz’e cinlerin biat ettiği Cin Mescidi, Mekke’nin fethedildiği gün İslam sancağının dikildiği Sancaktar Mescidi, çağırdığında kökleriyle yerinden çıkıp Efendimiz’e icabet eden
ağaç mucizesinin gerçekleştiği Şecere Mescidi, Efendimiz’in doğduğu ev bunlardan bazıları. Hz. Ebubekir’in evinin bulunduğu yerde artık
Hilton oteli var. Ecyad Kalesi’nin temellerinde ise
Zemzem Otel yükselmiş.
Suudi Arabistan yönetiminin yakın gelecekte Akabe Mescidi gibi önemli mekânları da yıkması söz konusu. Şehrin her yerinde kaybedilen değerlere şahit oluyoruz. Şirketlerin
gezi programlarında misafirlerine özel jestleri de oluyor. Medine’de hurma ağaçlarının altında kahvaltı ya da Hudeybiye’de deve sütü ikramı programda yer alsa da ramazan sebebiyle gerçekleştirilemedi. Lakin Arafat’ta Veda Hutbesi’nin okunması ya da birden fazla umre yapılması, umrecilere hoş anlar yaşattı.
KÂBE’DE MAHŞER PROVASI
Dünya Müslümanlarının bir araya geldiği ‘Allah’ın evi’nde âdeta devasa bir şûra toplanıyor. Farklı coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar kimi zaman ticari ortaklıklara
imza atıyor, sıkıntılarını, sevinçlerini ve en önemlisi de dualarını paylaşıyor. 16 yaşındaki Anadolu Lisesi öğrencisi Ahmet Kurumuş’un heyecanı kendisinden yaşça büyük olanlardan daha az değil. Onu burada en çok Müslümanların paylaşımları etkilemiş. Akşam namazına gittiği bir gün Amerikalı bir Müslüman, elindeki az miktarda yiyeceğini Ahmet Kurumuş ile paylaşmış. “Her yerde bunları yaşayamazsınız.” diyen Ahmet Bey, erken yaşta geldiği için kendini şanslı hissediyor ve o da birçokları gibi imkân bulduğu sürece her yıl umre yapmaya ve tabii ki hac görevini ifa etmeye niyetli.
“İnsanları hacca çağır. Yaya olarak, develere binerek her uzak yoldan sana gelsinler. Böylece kendileri için bazı nimetlere şahit olsunlar.” Hac suresi 27-28. ayetlerindeki çağrıya
kulak veren milyonlarca insan
Kabe’i Muazzama’yı ziyaret edip günlerce etrafında tavaf ediyor. Zemzem suyundan içip, Hacer-ül Esved’e yüz sürüp, Makam-ı İbrahim’e dokunarak kendilerine sunulan, ‘görünen’ nimetlerden istifade ediyor. Kalabalıklar arasında Cenab-ı Hak ile baş başa kalıyor.
Beytullah, dünyada; ama sanki dünyadan farklı bir yer. Sevgililer Sevgilisi’nin şehri ise bir başka kucaklıyor insanı. Umre ve hac, genç yaşlı herkes için geçmiş ile muhasebe, geleceği kurgulama ve yeniden doğuş imkânı sunuyor yüzyıllardır.
Hayatınızın fırsatını kaçırmayın.
UMRE, HAYATIMIN GUSÜL ABDESTİ OLDU
“Kâbe’yi görünce canım çıkıyor zannettim, gerçekten çok etkilendim. İlk gördüğüm ânı ölsem unutmam…” Bu sözler 43 yaşındaki Galip Mendeş’e ait.
İzmir Kemeraltı’nda bir
ayakkabı dükkânı var. Eşi Birsen Hanım için umre vazifesini yerine getiriyor. “Ben hiç dua hazırlamadım biliyor musun?” diyor. Kâbe’yi gördüğünde sadece “Beni affet” diye haykırmış içinden: “Başkası için nasıl isteyeyim, benim hiçbir şeyim yok ki!…” Bu sözlerinin sebebini daha sonra anlıyoruz.
Ramazan ayına girmeden on gün önce alkolü bırakmış Galip Mendeş. Bu yıl ilk defa adamakıllı oruç tutmuş. “Dolu büyümedik be hanım kızım. Alkolüm, gece hayatım, kumarım vardı; ama Allah sevgim hiç kaybolmadı.” sözleriyle anlatıyor hâlini.
Galip Mendeş, umreye gelme hikâyesini ise “
masal gibi” diye niteliyor. Galip Bey dört yıl önce bir gün dükkânda otururken yaşlı bir teyze içeri girer. Telefon açmak için izin ister. “Buyur teyzem, dükkân senin.” cevabını alınca başlar
telefonda konuşmaya. Diyaloglardan, kadının hacca gideceği anlaşılır. Görüşmesi biten teyze para ödemeye kalkınca kabul etmez; ama bir şartla: “Sen borcunu ödeyemezsin. Madem hacca gidiyorsun, bak benim adım Galip Mendeş. Oraya gidince ‘Onu buraya çağır ya Rabbim’ diye dua et, o zaman borcunu ödeyeceksin.” der yaşlı kadına. Teyze hacdan dönüşte Mendeş’in dükkânına uğrar, duasını etmekle kalmamış hediyeler de getirmiştir. Bu sırada Galip Bey’in marketçi bir arkadaşına
promosyon olarak umre seyahatleri çıkmakta ve ahbaplarını kutsal topraklara göndermektedir. Arkadaşına takılır Galip Bey: “Hanım sizden, ben paramla!” Şimdi de, “Nasip bugüneymiş.” diyor. Her ne kadar eşi Birsen Hanım için umreye gelse de, kendisini de yenilemiş. Umre seyahatini, kırılma noktası şeklinde niteliyor: “Hayatımın gusül abdesti oldu.” Artık Galip Mendeş için yepyeni bir hayat başlıyor. Bir talebe gibi imanın şartlarından başlayarak dinini dört dörtlük öğrenme niyetinde Galip Bey.
ARTIK HER UMRECİ SİGORTALI
Eskiden gazete ve de televizyonlarda umre ya da hacca gitmek niyetiyle yola çıkan; fakat dolandırılan hacı adaylarını görürdük. Son yıllarda bu haberlere rastlamıyoruz. Neyse ki artık bazı şirketler bu boyutlara ulaşan dolandırıcılıklar yapamıyor. Fakat bu, umrecilerin hiç
mağdur olmadıkları manasına da gelmiyor. Şimdiki problemler daha çok herhangi bir şirketin yakın bir otelde kalacaksınız dediği halde uzak bir mekânda müşterilerini barındırması, onlarla yeterince ilgilenmemesi türünden...
Benzer bir mağduriyet yaşayan umreci Mustafa Çiftçioğlu ile uçakta karşılaşıyoruz. 70 yaşındaki Çiftçioğlu, daha önce hac vazifesini yerine getirmiş. Tekrar gitmesine izin olmadığı için umreye niyet etmiş. Esasında geçen yıl umre yapmak için şirkete başvurmuş, parasını
ödemiş. Şirket, seyahatini yer kalmadığı gerekçesiyle bu yıla ertelemiş. En azından bu defa ramazanın başında umre yapayım demiş Mustafa amca, fakat yine şirket onu ayın sonuna kadar oyalamış. Çiftçioğlu, “İşim çok dolaştı bu şirketle.” diyor.
Onunkine benzer problemler muhakkak çokça yaşanıyor. Fakat geçmişle kıyaslanacak olursa şirketler artık çok daha ciddi ve titiz hizmetler veriyor. İkram Turizm Genel Müdürü Ekrem Özkaymaz’a göre bunun en önemli sebebi TÜRSAB’ın umreye bir kalite getirmesi. Seyahat acentaları TÜRSAB’a bağlı çalışıyor. Son yıllarda TÜRSAB’ın şirketlerden teminat mektubu alması ve 1618 sayılı yasanın değişmesi ile umreciler sigortalanarak yola çıkıyor. TÜRSAB, her umreci için şirketten bir teminat mektubu alıyor. Böylece şirket yolcuya taahhüt ettiği şartları uygulamak zorunda kalıyor. Kalınacak otelden, uygulanacak programa kadar her türlü bilgi taahhüt mektubunda bulunuyor. TÜRSAB’ın Mekke ve Medine’deki görevlilerinin vazifesi umreci ve hacıların sıkıntılarını gidermek. Hacı ve umreciler kendilerine
vaat edilen imkânlar sağlanmadığı takdirde TÜRSAB’a Mekke, Medine ya da Türkiye’de şikâyetlerini iletme hakkına sahip. TÜRSAB ise uyarı cezasından başlayarak acente
işletme belgesi iptaline kadar varabilen müeyyideler uygulayabilmekte.
Sürat Turizm’de
satış pazarlama müdürü Özer Akpınar, umrecilerin biraz dikkatli olduğu takdirde dolandırılamayacağı kanaatinde. Etrafındakilerin tavsiyeleriyle yahut da internette yapılacak küçük bir araştırma ile her türlü bilgiye ulaşmak mümkün. Dolandırılmadıklarına dair en önemli
delil, başvurdukları şirketin vereceği Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan temin edilen yurtdışı çıkış
kartı. Bu kart aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gözetiminin de teminatı.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın şirketlerle ilişkisi din hizmetlerinin temininden ibaret. Şirketler 40 kişinin üzerinde umreci götürdüğü takdirde Diyanet’ten bir din görevlisi de bulundurmak mecburiyetinde. Hocanın vazifesi ise hem dinî vecibelerde umrecilere yardım hem de şirketlerin çalışmalarını
kontrol etmek. Fakat kimi şirketlerin hoca götürmemek için umreci sayısını 40’ın altında (38-39) tuttuğunu, mümkün mertebe din görevlilerini kendi gruplarına yaklaştırmadıklarını öğreniyoruz.
UMRECİLERİN BEKLENTİLERİ DE DEĞİŞTİ
Şirket sahipleri, artık hac ve umreye gidenlerin geçmişe nazaran çok daha bilgili olduğu görüşünde. Değişen profiller, beklentilere de yansımış. Ekrem Özkaymaz, “Eskiden, gidelim de nerede kalırsak kalalım yaklaşımındaydı insanlar. Şimdi ise taleplerde ciddi bir değişim var. Mesela kalacakları oteli buradayken görmek, rehberlerinin kim olacağını bilmek istiyorlar.” Şirketlere en çok sorulan iki soru, ‘Otel yakın mı?’ ve ‘Türk yemekleri var mı?’ Daha yüksek maliyetlerle umre yapanlar bir de Kâbe manzaralı oda istiyor. TÜRSAB Başkanı
Başaran Ulusoy, profil değişikliğini ilginç bir örnekle delillendiriyor: “Eskiden az da olsa meydana gelen sözlü ve yazılı şikayetler günümüzde
avukat aracılığıyla, hukuksal bir zeminde yapılıyor. Artık vatandaşımız
tüketici hakları konusunda son derece bilgili.” Umreye
teşvik için uygulanan farklı kampanyalar da var. Sürat Turizm Genel Müdürü
Eyüp Azcan, yeni evlenen çiftler için balayı indirimleri uyguladıklarını anlatıyor. Burada amaç, yeni kurulacak ailelerin temellerinin daha sağlam atılması. Ayrıca hitabeti ve ilmiyle kendini ispatlamış isimler de umrecilerle buluşturuluyor. Böylece, Mekke-Medine seyahatinde yoğunlaştırılmış bir siyer dersi de sunuluyor. Umre şirketleri, büyük firmalarla da anlaşıyor. Çalıştığı firmada başarılı olduğu için umre seyahatiyle ödüllendirilenlerin sayısı hiç de az değil.
UMRENİN YÜKSELEN GRAFİĞİ
YIL (*) (**)
2000 3,529 12,628
2001 681 16,623
2002 1,474 30,359
2003 2,184 43,487
2004 9,453 64,951
2005 13,048 98,352
2006 18,841 103,331
2007 40,679 116,030
(*) Diyanet’e başvuran umreci sayısı
(**) A grubu seyahat acentalarıyla giden umreci sayısı
AKSİYON