Mısır’da bir yaz günü fotoğrafı… Mehmet Akif’in gölgesi, kumlarda uzuyor. Fotoğrafın altında bir dörtlük: “Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiçbiri yok/ Sen mi kaldın yalnız, kafileden böyle uzak/ Postu sermekse meramın yola, serdirmezler/ Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak.” Bir dua etmiş de kabul olunmuş gibi; aradan geçen yetmiş küsur yıl, Mısır sokaklarından adını sanını silmiş Akif’in… Mısırlı sinema yönetmenleri böyle düşünüyor en azından; “Akif belgeseli mi?” diye soruyorlar hayretle, “Kimse tanımaz ki onu burada, böyle bir filme ortak olup da neden riske girelim?”
Mısır-Türk ortak yapımı filmleri yeniden canlandırma fikri,
Yücel Çakmaklı ve Çetin
Tunca’ya ait. Yetmişli yıllardaki o heyecan, iki
ülke halkını aynı anda sarıp sarmalayan hikâyeler, o coşku yeniden yakalanabilir mi? Belli ki Akif, ilk anda ‘ortak’ bir isim diye düşünülmüş; listeye alınan Tarık bin Ziyad,
Fatih Sultan Mehmet gibi, sembol bir isim… Bir yanıyla,
Türkiye’nin millî
şairi, diğer yanıyla son on bir yılını Mısır’da geçirmeyi
tercih etmiş ve o yıllarda münzevî bir hayat yaşasa da etrafında hoş bir atmosfer oluşturmuş bir şair, düşünce adamı…
Mısırlı sinemacılar da kabul ediyor, “Evet, Akif Türkiye’nin büyük şairidir.” diyor; ama yalnızca bu kadar… Çetin Tunca’nın
İstanbul’dan
Kahire’ye gönderdiği Akif fotoğrafı da onları etkilemeye yetmemiş; şair piramitlerin ve asırlardır onları bekleyen meşhur sfenksin önünde,
Prens Abbas Halim’in de olduğu
küçük bir grupla beraber, hepsi de develerin üzerinde…
ESKİ DOSTLAR İŞ BAŞINDA
Mısırlı sinemacıların gişe kaygısı, anlayışla karşılanabilir, hatta belki de karşılanmalı; Akif’in hayatını anlatan eli yüzü düzgün bir film bizde dahi vizyona girmemişken, ‘
Sinemaya gençler geliyor, onlar da bir şairin hayatını izlemek istemezler.’ mazereti gerçek bir zemine oturabilir. Başka sebepler de var elbette, Ayn Şems Üniversitesi
Türkoloji Bölümü
öğretim üyelerinden Prof. Safsafi Ahmet El Katori, Mısırlı yönetmenleri sanattan anlamayan ‘tacirler’ olarak görse de, bir gerçeğin altını çiziyor: “Mehmet Akif’in eserleri
Arapçaya çevrilmedi. Onun ayarındaki
Muhammed İkbal ya da
Cemaleddin Afganî Mısır’da tanınıyor; ama Akif’i üç beş aydın dışında kimse bilmez.”
Safsafi Hoca, nâm-ı diğer, ‘Türkiye’nin
gönüllü elçisi’, Yücel Çakmaklı ve Çetin Tunca’nın otuz beş yıllık dostu… İstanbul
Edebiyat Fakültesi’nde okuduğu yıllarda, iki ülkenin ortak çektiği filmler için tercümanlık yapan akademisyen,
Metin Erksan, Atıf Yılmaz gibi yönetmenlere de
lojistik destek sağlamış. Aradan geçen otuz küsur yıl, rolleri değiştirmemiş; Safsafi Hoca, tıpkı öğrencilik yıllarında olduğu gibi, çevirmenlik, aracılık, danışmanlık görevini omuzlamış görünüyor yine. İlk işi, Akif’le ilgili gönderilen
Türkçe metinleri Arapçaya çevirmek olmuş. Sonra yönetmenlerin, film ajanslarının kapısını çalmış. Bu sürecin hiç de kolay olmadığını söylüyor; para getirecek popüler projeler üzerine kafa yoran yeni nesil yönetmenler karşısında, bir şair belgeselinden söz eden akademisyeni düşünün. Onun, böylesi bir ortamda tuhaf, daha önce duyulmadık şeyler anlatan bir adama dönüşüvermesinde hazin bir taraf yok mu?
Her yerde aynı cümleleri duymuş: “Türk yönetmenler gelsinler, burada kendilerine ait bir film yapsınlar. Ortaklık bizim için risk olur.” Mısır’ın ünlü şairi
Ahmed Şevkî’nin hayatının da henüz sinemaya aktarılmadığını hatırlatan Safsafi Hoca, Türk
Kültür Bakanlığı’na bir çağrıda bulunuyor: “Önce Safahat’ı Arapçaya çevirelim, hayatı ve eserleriyle ilgili bir kitap yayımlayalım burada. Ondan sonra film çekelim. Safahat’ı çevirme işine biz talibiz. Ancak kim yayımlayacak? Türkiye bu projeyi desteklemeli.” Mısır’da Türkçe eserler üzerine doktora yapan yaklaşık altmış kişi var.
Bursa’dan,
Ankara’dan, İstanbul’dan
mezun olmuş öğrenciler de
çeviri yapacak seviyede Türkçe biliyor. Ancak tek endişe, çevirilerin çekmecede kalması…
KAHİRE-İSTANBUL HATTI
Mısırlı akademisyenin başka bir önerisi de Türk bütçesiyle çekilmiş bir Akif belgeselinin Mısır televizyonlarına
hediye edilmesi, Mısırlı yönetmenler de aynı görüşü dillendirmiş. Ona göre ilk elden düşünülmesi gereken mevzu, Mehmet Akif
Ersoy’un Mısır’da tanınır hale gelmesi. Bu ülkede geçirdiği onca yılın hatırı için…
Mısır’da, Akif belgeseli etrafında şekillenen hadiseler İstanbul’da temkinle karşılanıyor. Safsafi Hoca’nın sevimli bir Türkçeyle kaleme aldığı mektubu heyecanla okuyan Yücel Çakmaklı havadislerden pek hoşlanmamış olsa da, çabuk toparlanıyor.
Kültür Bakanlığı destekli bir belgeseli şartlar ne olursa olsun çekmeye azimli görünen Çakmaklı, bir Akif filmi olmasa da iki ülkenin
imza attığı ortak filmler çekme hususunda kararlı: “Mısır, hem
Afrika hem de Arap pazarına ulaşmak için önemli bir ülke. Geçmişteki başarıyı yeniden yakalarsak iki taraf da kazançlı çıkar.” Görünen o ki, asıl mesele, hem Mısır halkının hem de Türk halkının gönlünü çelecek hikâyeler bulmak…
“Öyle, iki Türk, iki Mısırlı
oyuncu oynatmakla ortak sinema olmaz.” diyor Çetin Tunca, “Tarihî bağlarımızı vurgulamak da hatalı olur,
Osmanlı’dan hâlâ hazzetmeyen bir
sınıf var çünkü. Sevgiyi, arkadaşlığı, müziğimizdeki y
akınlığı yansıtan bir hikâye olmalı. Bir yanda Boğaz’ın güzelliği bir yanda Nil’in yelkenlileri... Drama zevklerimiz birbirine çok yakın.” Gerçekten de
siyah-beyaz Mısır filmlerine rast gelen Türk
seyirci, Arapça dublaj yapılmış bir
Yeşilçam filmiyle karşı karşıya olduğunu zannedebilir.
Emel Sayın’ın Mısır’ın ünlü aktristlerinden Ferit Şevki’yle oynadığı Metin Erksan filmi ‘Eyvah’ın başarısında da bu benzerliğin rolü olmalı.
Safsafi Hoca, Mısırlıların sinema salonlarına akın ettiği o günleri iyi hatırlıyor: “Emel Sayın’ın sadece Mısır’da değil, kendi ülkesinde de tanınmasını hatta şöhret olmasını sağlayan film odur. Daha önce yalnızca şarkıcı olarak biliniyordu. 1973
Şubat’ında Kahire’de düzenlenen Türk film haftasında da görmüştük kendisini.” Atıf Yılmaz’ın ‘Cemile’sinde Ferit Şevki bir kez de
Hülya Koçyiğit ile geçmiş
kamera önüne. Unutulmaz ortak yapımlardan biri de yine Erksan’ın çektiği Makber…
Yönetmenler Türk; ama senaryoda hep aynı Mısırlı senaristin imzası var, halen hayatta olan ve adı zamanla efsaneleşen Abdülhay Edip… Yücel Çakmaklı, iki halkın duygu dünyasını çok iyi kavrayan Edip’in de projeye dahil olmasını ve tıpkı eski günlerdeki gibi senaryolar yazmasını arzu ediyor; ancak Safsafi Hoca, senaristin iyice yaşlandığını ve sağlık sorunlarıyla uğraştığını söylüyor: “Yücel Bey’in bana gönderdiği bir hikâye vesilesiyle ziyaret ettim Edip’i. Türkçeye çevrilen ve tiyatrolarda gösterilen ‘Trendeki Derviş’in filmini yapacaktık. Ancak, senaristin Türkiye’ye gidip gelme imkanı yok, uçağa binmesi bile
yasak.”
Yücel Çakmaklı ve Çetin Tunca ‘dramatik bir belgesel’ diye tanımladıkları Akif filmi için mayıs ayında Mısır’a gitmeyi, sonbaharda ise çekimleri tamamlamayı planlıyor. Niyetleri, şairin Mısır’daki izini sürmek… Akif’in uzun yıllar bir münzevi hayatı yaşadığı Hilvan’a gidilecek; ama şairin Mithat Cemal Kuntay’a yazdığı bir mektupta, müjdesini verdiği yazı masası nereden bulunacak? Asırlık aynalarıyla Fişavî kahvesi
Necip Mahfuz’un olduğu kadar onun da mekanı ve bereket versin
yerli yerinde; Türk edebiyatı dersleri verdiği Kahire Üniversitesi de öyle… Fakat, Türkiye hasretini gidermek için sık sık uğradığı
Hacı Bekir Şekercisi kim bilir nerede? Belki bir de ünlü kârilerden Şeyh
Rifat’ın sesi olmalı filmin bir yerinde. İstanbul’dan gelen bir misafirini gezdirmek için dışarı çıkınca şöyle diyor çünkü şair: “Kahire’de benim arayacağım şey Rifat’dan ibarettir, sen istersen Ümmü Gülsüm’ü de dinle.”
AKSİYON