'Dünya, ülkem kötüye gidiyor. Bu gidişatı değiştiremediğime göre Tanrı'nın bir bildiği var diyorum. Elimden geleni yapıyorum gerisini O’na bırakmakla yükümlüyüz.
Allah insana
akıl irade ve belli oranda bir şeyleri değiştirme gücünü vermiş. Ama sonunda; anlayamadım Allah’ım, yapamadım Tanrım diyorum beni bu zindandan kurtaracak bir tek güç var o da sensin, diyorum.'
Türk
rock müziğinin başarılı ismi
Kıraç, 5.
albümü ‘Benim Yolum'la sevenlerine merhaba dedi. Kalabalıkların içinde yapayalnız olduğunu söyleyen
sanatçı, kendisini nesli tükenmiş bir balinaya benzetiyor. Dünyanın giderek daha kötüye gittiğini ve bunun da kendisini umutsuzluğa ittiğini belirten Kıraç, her şeye rağmen Allah'a şükrediyor ve bu umutsuzluk içinde ‘Umudum Sensin Tanrım' diyor.
Fenerbahçe için yazdığı 100. Yıl Marşı hakkında çıkan intihal söylentilerini sert bir şekilde yalanlayan sanatçı bunun kendisini yıpratmak için yapılan planlı bir dedikodudan ibaret olduğunu vurguluyor. Kıraç'ın önceki albümlerinde alıştığımız türkü düzenlemelerinin yerine, sanatçı Benim Yolum'da Selami
Şahin ve Alpay'dan iki
şarkıyı yeniden yorumlamış. Bu albümün genel konseptine türküleri sığdıramadığını dile getiren Kıraç, Benim Yolum'dan sonra bir türkü albümü çıkaracağının müjdesini veriyor. Kıraç'ın
müzik adına en büyük hayali ise tüm dünyanın türkü söylediğini görebilmek. Kıraç'la yeni albümünü, yalnızlığını ve hayallerini konuştuk.
Kalabalıklar içinde yapayalnız olduğunuzu söylüyorsunuz. Kendinizi neden içinde bulunduğunuz ortama yabancı hissediyorsunuz?
Aslında tüm albümlerimde bu var. Ama bunda daha çok ön plana çıktığını düşünüyorum. Özellikle şarkıların sözlerinde bu duyguyu daha çok hissetmek mümkün. Bulunduğum yeri sorgulayan bir insanım. Zaten insan dediğimiz yalnız olan bir varlık. Dünyada yaklaşık beş milyar insan var, gidip hangisine sorsanız yalnızım der. Benim yalnızlığımın nedeni biraz farklı. Bir şeyin sıkıntısını çeken ve her şeyin daha iyi olması için mücadele eden bir insanım. Böyle insanlara bakarsanız hep yalnız olduğunu görürsünüz.
Tarihte de böyle insanlar çoğunlukla yalnız bir yoldadır. Fark ettim ki ben de o yolun içerisindeyim. Onun kederini albüme yansıttım. Tarih içinde değil, ben bulunduğum ortamda yalnızım.
Önceki albümlerinizde kendini hissettiren melankoli bu albümünüzde çok ağır. Bunun nedenini öğrenebilir miyiz?
Bana müzik yaptıran en büyük duygu melankoli. İlham perisi dediğimiz şeyin en kullanışlı kısmı. Çok fazla içine kapanık bir insan olduğum söylenemez. Kelime bulabildiğim kadar, cümle kurabildiğim kadar düşüncelerimi söylerim. Ama ülkemize bakıyorum, dünyaya bakıyorum, daha iyiye gitmesi gereken şeyler hep daha kötüye gidiyor. Bu durum beni umutsuzluğa itiyor. Aslında bu melankolinin temelinde bu var. Tek başıma ne yapabilirim diye düşünüyorum ve şarkı yapıyorum, ulaşabildiği yere kadar ulaşıyor. Şarkılarımda düşüncelerimi dile getiriyorum ve bazen agresif olabiliyorum. Düşüncelerimde ve onları savunmada yalnız kalıyorum. Çok doğru yaşayan bir insan olduğumu iddia etmiyorum; ama dürüst düşünüyorum. Bazıları çevresindeki insanlar için kaygılanır, ben de böyleyim. Birçok önemli insan gelip gitmiş; ama insanların seviyesizliğine çare bulamamış. ‘Ben mi bulacağım?’ diyorum ve umutsuzluğa kapılıyorum. Kendimi kurtarayım diyorum. Kendimi kurtarınca da mutlu olmayacağım. İstediğim biraz nefes almak. Nesli tükenmiş bir balina gibiyim. Sanki okyanusta tek başıma kalmışım, insanlar hayretle bakıyor. Hem seviyorlar; ama hiç görmedikleri için sadece bakıyorlar. Nerede ayak var baş olmuş, nerede baş var ayak olmuş. Nedense suyun denize doğru akması gereken yerleri hep tutulmuş. Su bir türlü denize akamıyor, her yerde göl oluyor ve insanlar boğuluyor.
Albüm kapağına da yansıyan görüntüde bir yıkım, bir deprem var. Her şey yerle bir olmuş, ortalıkta çakallar ve akbabalar var. Böyle bir ortamda Benim Yolum, diyorsunuz. Nasıl bir yol sizin yolunuz?
Yaşamı ve insan olmayı daha kolay kılmak için bir yol daha var. Bu yol
tercih edilmiyor. Bu yol zor, etrafı zindanlarla dolu, zindanlarında gardiyanlar var ve bunlar çok acımasız. Buna birilerinin katlanması gerekiyor. O birileri tarihin hiçbir döneminde şimdiki kadar az olmadı. Benden önce bu yolda yürüyenler vardı. Ben kendimi onlarla bir tutamıyorum; ama yolumun da bu yol olduğunu biliyorum. Ne kadar çaresiz olduğumu biliyorum ama bununla baş etmek zorundayım. Bazen aklımdan geçiyor, ben de diğerleri gibi yaşayayım diyorum dertsiz tasasız. Ama yapamıyorum. Bu yol yalnız, çok uzun acımasız ve tenhalarda bir yol. Kahramanlarını sadece şiirlerde, şarkılarda ve masallarda hatırlıyoruz. Onları bir türlü kendimize gerçek bir öğretmen olarak almıyoruz. Sadece onlarla ilgili günler olur, orada hatırlarız. Mesela Mevlânâ ne büyük insandı, onunla gurur duyuyoruz, deriz. Bütün dünya onu seviyor ve tanıyor deriz. Peki sen tanıyor musun Mevlânâ’yı? Tanımayız. Bu Yunus için de geçerli, İbni Sina için de, diğer büyük insanlar için de geçerli. Açıkçası dinî anlayışımızda da aynı şeyin olduğunu düşünüyorum. Yol gösterici olarak almamız gereken bize doğru yolu göstericiyi de yanımıza almıyoruz. Onunla haşır neşir olmuyoruz. Her anlamda her yerde bir
kaos var, bu kaosun içinde boğulan bir acınası insanlar topluluğu görüyorum. Eskiden uzaktan baktığımda görüyordum, şimdi her yerde görüyorum. Değer verip
rehber edindiğimiz insanlar bizi doğruya taşıyacak bilgi ve anlayıştan yoksunlar. Akıl ve irade arasındaki uyumdan çok yoksunlar. Bu da toplumu umutsuzluğa götürüyor.
Albüme adını veren ‘Benim Yolum’ şarkısının sonunda bu yoldan çıkış için “Umudum Tek Sensin Tanrım!” diyorsunuz. Hayranlarınıza sunduğunuz mesajınızda her şey için Allah’a şükür ediyorsunuz. Bu tevekkülün temelinde ne yatıyor?
Bu kadar problem var. Dünya, ülkem kötüye gidiyor. Bir çıkış yolu bulamadığıma göre daha doğrusu her şeyi değiştirecek bir mücadele gücünü kendimde bulamadığıma göre Tanrı’nın bir bildiği var diyorum. Yaratan görüyor. Elimizden geldiğince çabalayıp gerisini ona bırakmakla yükümlüyüz. Allah insana akıl irade ve belli oranda bir şeyleri değiştirme gücünü vermiş. Ben kendi adıma elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ama sonunda; anlayamadım Allah’ım, yapamadım Tanrım diyorum -ki anlayan çok az çıkmış- beni bu zindandan kurtaracak bir tek güç var o da Sensin, diyorum. Öteki ihtimal yok. Çok samimi yalvarıyorum. Tanrım ne olur bana
yardım et, diyorum. Öteki ihtimali düşünmek bile istemiyorum. Bu zindanlarda sonsuza kadar kalma ihtimali beni çok korkutuyor. Mana olarak korkunç bir anlamsızlığa sürükleniyorum. Allah’ım Sen beni kurtar’ diyorum. O manayı bu
küçük beyinlerimizle nasıl anlayacağız bilmiyorum.
Albümde Zarife isimli bir parça var. Zarife sizin için özel bir kişi mi? Yoksa bu kimlikle bir kesimi ya da bir konuyu mu irdelemek istediniz?
Zarife’yi herkes türkü sanmış; ama değil. Sözlerini
ressam ve
şair Tevfik Yalçın’ın yazdığı bir eser. Tevfik Yalçın, parçalanmış bir travestiyi otobanda yatarken görünce yazmış bu sözleri. Orada yatan bir travesti de olsa sonuçta bir insan demiş, çok hüzünlenmiş ve olaya değişik bir bakış açısıyla yaklaşarak bu sözleri kaleme almış. Yani Zarife diye bir kız yok. Şarkının güzel bir esprisi var, olayı iyi çizmiş. Toplumsal şarkılarda insanların dikkatini çekecek çok agresif unsurlar olmadıkça insanlar bunu kullanıyor ve hoşlarına gidebiliyor.
Her şarkınız sizin için aynı mı, birini diğerinden ayırır mısınız? Bu albümde hangi şarkılara ‘benim şarkılarım’ diyorsunuz?
Ben yaptığım şarkıları ayırt ederim. Albüme adını veren “Benim Yolum” şarkısını çok seviyorum. Şarkının aslı
Farsçadır. Eğer bu parçaya
Türkçe söz yazamasaydım, Farsça okuyacaktım. ‘Dayan’ şarkısı, benim bu albümde en çok sevdiğim ve önemsediğim bir parça. Birebir içimden, yüreğimden ağlayarak söylediğim bir şarkıdır. Yoruldum şarkısını seviyorum. Tabii ki insanlar benim sevdiğim şarkıları sevmek zorunda değil, sonuçta albüm piyasaya çıktığında onların oluyor.
Hani bazıları ‘
Eserlerim benim çocuklarımdır, birini diğerinden ayırmam’ diye söyler... Ben inanmıyorum. Annelerin bile çocuklarına karşı sevgileri farklıdır. Hepsinin dünyaya gelirken çektiği acılar farklıdır.
Albümlerinizde yeni düzenlemeler yaparak unutulmuş türküleri yeniden gündeme getiriyordunuz. Bu albümde bir türkü düzenlemesi yok, Selami Şahin’den bir beste var. Neden bu albümde türkü yok?
Bu albümün genel konseptine türküleri sığdıramadım. Bu albümden sonra başlı başına bir türkü albümü yapmak istiyorum. Hem deneysel hem akademik nitelikte hem de herkesin anlayabileceği türde yorumlarla, bir albüm yapmak istiyorum. Türk müziği kimliğinin çağdaş ve popüler taşlarından biri olacak bir çalışma yapmak istiyorum. Bunun için ciddi araştırmalar yapıyorum. Bir şarkıcı için en zor olanın türkü söylemek olduğunu baştan beri söylüyorum. Dinleyici için de en üst seviyede bir olgudur türkü dinlemek. Bir türküyü tam olarak dinleyebilmek ve kavrayabilmek için üst düzeyde bir arif insan ruhuna sahip olmak gerekir.
Türkü söylerken onlara zarar verebiliriz. Onlara çok saygı duyuyorum, onun için iş olsun diye albümlerime türkü koymuyorum. İnsanlar bilsin ki; albümlerime çok satsın diye türkü koymuyorum.
Özellikle son zamanlarda şarkılarınızı yorumlama tarzınızda önemli değişiklikler var. Bu albümde de iyiden iyiye hissediliyor...
Biraz yaş ve olgunlaşmayla ilgili. Öte yandan kendimde müzikal anlamda da bir
gelişim olduğunu düşünüyorum. Bu albümdeki arajmanlar ve düzenlemeler daha üst düzeyde. Yaptığım işleri eleştiren bir insanım, bunu beğenmedim, bu olmamış diyebilirim. Ama bu albüm gerçekten akademik yönden iyi çalışılmış bir albüm oldu. Şarkılar herkesin sevebileceği ve kulaklarına yerleşen klasik Kıraç şarkıları kalitesinde. Bu diğerlerine göre biraz kentli bir albüm.
-------------------------------------------
Fenerbahçe marşı çalıntı değil
Bu konuşmalar çıktığında ben çok fazla yorum yapmadım. Zaten bu iddiaların, benim çıkıp bir şeyler söylemem için ortaya atılan, Kıraç konuşsun polemik olsun, gündeme gelelim diye çıkarılmış dedikodular olduğunu düşünüyorum. Kendiliğinden ortaya çıkmış bir dedikodu değil bu; net bir şekilde ve bilinçli olarak yapılmış bir çalışma. Son derece seviyesiz, Kıraç’ı tanımayan, hiç bilmeyen ya da çok iyi tanıyan birilerinin bana zarar vermek için ortaya attıkları bir şey. Hakka hakkaniyete, emeğe zarar vermek için kıskançlıkla ve neresinden bakarsanız bakın çok çirkin bir üslupla ortaya atılmış bir iddiaydı. Böyle bir şey yok, olamaz da. Ben marşları çok severim, Türk marşlarını inanılmaz derecede severim ve çok söylerim. Konservatuar sınavına 19
Mayıs marşıyla girdim ben. Onu çok iyi söylediğim için aldılar beni, çok iyi gitar çaldığım için değil. Rus marşlarını da çok severim. Marşlar birbirine benzer zaten. Bu tamamen yalan dolan ve
iftira ile yapılmış bir şeydi.
Zaman-Cumaertesi