Hepsinden önemlisi; milyonların ona verdiği
emek asla unutulmadı, unutulmamalı da!..
‘Sizlere ne kadar dua etsem azdır; sayenizde ailemle kulluğun zirvelerini bulduk. Ancak aynı ölçüde kızıyorum. Niye, büyük oğlum ateist ölmeden önce bize ulaşmadınız?...’
Şubat 1979’da yayın hayatına merhaba diyen
Sızıntı’ya gelen okur mektuplarından biri böyle sesleniyordu.
Asker emeklisi babanın feryadını okuyan
Fethullah Gülen Hocaefendi hıçkırıklara boğuluyor. O hâliyle arkadaşlarına dönüp “
İmanın hangi kalbe, ne zaman gireceği belli değil.” diyebiliyor sadece…
Eylül rüzgârlarına, Şubat soğuklarına aldırmadan hakikat seyrine devam ediyor, Sızıntı. Mütevazı ruhların gayretiyle
Meksika’dan
Endonezya’ya kadar dünyanın dört bir yanına ulaştı. Başarıyla çok takdir kazandı; ama erişmesi gereken o kadar çok mekan ve gönül var ki… Şimdilerde ‘bizim de kendimiz olduğumuz günler’in arayışıyla yenilenen ülkülerle yoluna devam ediyor.
İNANMANIN GERİCİLİK SAYILDIĞI SENELER
70’lerin
Türkiye’si…
Üniversiteler, liseler hatta ortaokullarda bile siyasî çatışmalar sahneleniyor. Pozitivist, Marksist fikirler ve Darwin Teorisi dokunulmaz kutsallar. “Madem her şeyi
Allah yarattı, O’nu kim yarattı? Allah’ı niye göremiyoruz? Azrail bir anda o kadar insanın canını nasıl alıyor?” tarzı sorularla
genç dimağlar zehirlendikçe zehirleniyor.
Fen derslerine giren çok sayıda öğretmen, kâinattaki mükemmel işleyişi hep “tabiat ana”ya bağlıyor. “İyi de bunlara ‘ol’ diyen bir Allah var!” diyenler gericilikle suçlanıyor. Tahripkâr düşüncelere sınırlı bilgisiyle direnmeye çalışanlar çoğu zaman mağlup… Bir büyük insanın dediği gibi;
küfür artık bilimle yol alıyor, neşriyatla yayılıyor. Bunlara karşı zaman zaman iman davasını savunan gazeteler ve
dergiler yayımlansa da istenilen etkinliğe bir türlü ulaşamamış. Diğerlerinden üslubuyla, mizanpajıyla, yazılarıyla farklı yeni bir derginin yayımlanmasıysa elzem. Ama kim ve nasıl yola çıkacak?
ZUHUR’DAN SIZINTI’YA
Türkiye
Öğretmenler Vakfı (TÖV) çatısı altında toplanan bir avuç insan da aynı sıkıntıdan muzdarip. Önlerinde
Fethullah Gülen Hocaefendi, bir an önce harekete geçmenin telaşını yaşıyor. Evvela ‘Zuhur’ isimli bülten doğuyor. Ancak 5 sayı yayımlanıyor; çünkü istenilen etki sağlanamıyor. Hocaefendi daha ötesini, hatta 60’larda Kemal Ural’ın yayımladığı,
Risale-i Nur’dan bölümlerle süslü ve beğeniyle takip ettiği ‘Şule’ dergisinin de daha ilerisini arzuluyor.
Neticede Hocaefendi’yle birlikte
Abdullah Aymaz, Şerafettin
Kocaman, Dr. Kudret
Ünal ve Mehmet
Atalay amatör ruhla yola çıkıyor. Kısa sürede derginin muhtevası belirleniyor: Başyazı, hayatın inceliklerini sergileyen ilmî makaleler, sonraları ‘Ölçü veya Yoldaki Işıklar’ ismiyle kitaplaşacak özlü sözler; edebî ve tarihî yazılar,
zihin bulandıran pozitivist sorulara verilen ruhları rahatlatıcı ilmî cevaplar…
Yazısını ilk getiren ve arkadaşlarının önüne bırakıp tevazuyla “Bakın, işinize yararsa kullanırsınız.” diyen kişi, Hocaefendi.
Şerafettin Kocaman’a göre o hareket Sızıntı’da yazmanın ana çizgisini ortaya koyan ilk mesajdı: Kimsenin yazısı kutsal metin değildir. Tüm eserler ekiptekilerin tenkidine açıktır. Arif Sarsılmaz’a göre bu davranış, muhtemel yazarlık enaniyetlerine daha ilk anda set çeker.
İddiasız, mütevazı bir isim de bulunur dergiye: Sızıntı. Ressam Tamer Bey
logo için alternatifler hazırlar ve Hocaefendi’nin beğenisine sunar. Zamanla evlerin, kahvelerin ve araçların duvarlarını, camlarını süsleyecek ‘boynu bükük, gözü
yaşlı çocuk’ resmi de, Mehmet Akif’in “Merhametin yok diyelim nefsine/ Merhamet etmez misin evlâdına?” mısraları eşliğinde kapağa yerleştirilir. Yazılar hazırlanırken bırakın kelimeyi,
harf hatasına dahi düşmemek için azamî dikkatle çalışılır. Çünkü, eldeki
teknik imkânlar iptidaîdir ve tek bir harf hatası için en az yarım gün uğraşmak gerekmektedir.
NİHAYET DERGİ BASILIYOR
Matbaa işleriyle Şerafettin Kocaman ilgilenir. Öğleden önce okulda öğrencileriyle, sonrasında dergi için basımevlerinde koşturmaktadır. Kendi tabiriyle amatörlük her hâllerine yansımıştır: “
Karınca Matbaası vardı,
İzmir’in en gözde basımeviydi. Kaç defa kapısını aşındırdım hatırlamıyorum.”
Yazı heyetinin maddî beklentisi yoktur; ama teknik işler masraflıdır. En büyük problemlerden kâğıt sıkıntısı, Naci Şençekiçer’in yardımıyla birkaç sayı için aşılır. Sonrasında çalışanların himmetine başvurulur. Biraz para birikince devreye
Hacı Kemal Erimez girer ve
Ankara’ya kadar gidip bir
matbaa makinesi satın alır. 12’nci sayıdan itibaren Sızıntı kendi imkânlarıyla çıkar.
48 sayfalık ilk sayı 6.000 basılır. Kısa sürede olumlu sinyaller alınır. Tabir yerindeyse dergiye herkes sahip çıkar. Her satırın altı çizilir. Okuyucu mektuplarının sayısı sürekli artar. Merak o raddeye varır ki gelecek sayıların muhtevaları ısrarla sorulur.
Ancak birkaç sayı sonra heyettekiler yazma konusunda tıkanma hisseder. Hocafendi’nin ‘
okumazsanız yazamazsınız’ teşhisi uyarınca edebî eserlerin listesi çıkartılır ve toplu programlar düzenlenir. Haftalık toplantılar da yazı ve okuma üslubuna katkı sağlar.
DARBE DÖNEMİNDE YAYININI SÜRDÜRDÜ
Dergi 1,5 yaşındayken
12 Eylül askerî
darbesi gelir. Toplumu derinden vuran süreç Sızıntı’yı sekteye uğratmaz. Çünkü siyasete bulaşmama çizgisi hep korunmuştur. Maksat sadece Allah’ı anlatmaktır. Hatta bu uğurda tepkileri önlemek için O’nun ismi dahi kullanılmamıştır. Bu yaklaşımın bir semeresi de, derginin Millî Eğitim Bakanlığı
tavsiyeli yayımlar arasına alınmasıdır.
Turgut
Özal döneminde fikir ve inançlar üzerindeki
baskı yumuşayınca Sızıntı’nın erişim alanı daha da genişler. Kütüphanelere, hapishanelere dağıtılan derginin ‘anlatma’ çabası kısa zamanda makes bulur. Devrin en gözde
iletişim kanalı TRT’ye reklâm dahi verilir. ‘
Sevgi ve hoşgörünün dergisi’ sloganı ilk kez bu reklâmlarda kullanılır. Ancak çoğu kimsenin evinde televizyon bulunmadığından, reklamı görmek için kahvehanelerde saatlerce beklenir.
29’UNCU YILI GERİDE BIRAKIRKEN...
Siyasete girmese de siyasi hareketlilikten etkilenir Sızıntı. Özellikle 28 Şubat sürecinde MEB’in tavsiye kararını kaldırması bunlardan biridir. Ama Hocaefendi bunu çok dert etmez. Asıl problem, yıllar geçtikçe dergiye gösterilen ilgisizliktir. Başyazı ve Kalbin Zümrüt Tepeleri bölümleri hariç diğer kısımlara gerekli ehemmiyet verilmemektedir. Oysa Sızıntı, geldiği noktada sayısız insanın alın teri ve duasıyla yoğrulmuş bir maziye sahiptir. Neticede en sıkı dönemlerde dahi yazı heyetlerini aksatmayan ızdırap insanı, başyazılarına ara verir. Israrlı davetler ve tazelenen ivmeyle başyazılarına tekrar kavuşur Sızıntı.
Hasrete son veren Şubat sayısındaki başyazıda dergiye nasıl baktığını ve bakılması gerektiğini de ortaya koyuyordu Fethullah
Gülen Hocaefendi: “Ben onun hâlâ ruhunu yitirmediğine inanıyor, daha uzun süre sesimize soluğumuza tercüman olabileceği düşüncesiyle oturup kalkıyorum. Zaman her şeyi soldurup tesirsiz hâle getirdiği gibi bir gün onun da böyle bir hükm-ü kazaya maruz kalacağı izahtan vârestedir; ama ben ona hissiyatımıza tercüman olması istikametinde ve Hakk’a
bakan, Hakk’ı gösteren hizmetlerinde uzun ömürler dilemeyi bir
vefa borcu biliyorum.”
SIZINTI’NIN VAZİFESİ ASLA BİTMEZ
Sızıntı Dergisi İmtiyaz Sahibi Şerafettin Kocaman:
HOCAEFENDİ YAZI HEYETLERİNİ ASLA TERK ETMEDİ
Hocaefendi arandığı dönemlerde dahi yazı heyetlerini aksatmadı. Bu bize güç verdi. Çünkü Ona göre Allah’ı anlatmada Sızıntı büyük görev ortaya koyuyordu. Toplumda herkese ulaşabiliyor, her yere girebiliyordu. Özellikle başyazılar ve orta sayfalar daha ilk günlerden dikkat çekti. Her seferinde başyazıyı kim yazıyor sorularına muhatap oluyorduk.
Kaynak Yayın Grubu Genel Yayın Yönetmeni Reşit Haylamaz:
KAİNATI DEĞİŞEN BİLİMSEL GELİŞMELERLE TEKRAR TEKRAR OKUMAK LAZIM
Bir yerde her şeyi gerçekleştirdik derseniz, orada işin miadı
dolmuş demektir. Bu sebeple Sızıntı’nın daha yapacak çok işi var. Kâinat kitabını okuma yöntemiyle hareket eden Sızıntı’nın görevi asla bitmez. Tabii, bilim ve teknolojideki gelişmelere ayak uydurmak lazım. Kimilerine göre artık böcekten, kuştan ve bitkiden verilen misallerle Allah’ı anlatmak sıradan gelebilir; ama ‘Esma’nın yansımalarında her zaman keşfedilecek yenilikler vardır. Bunları da Sızıntı’ya tekrar tekrar yansıtmak gerekir.
AKSİYON