'Ölüm, bizim Nevruz günümüzdür'

Geçtiğimiz yüzyılda yaşamış ve dönemin büyük dimağlarından Bediüzzaman Said Nursi’nin aramızdan ayrılışının bugün itibari ile aradan 47 yıl geçmiş...

'Ölüm, bizim Nevruz günümüzdür'

Risale-i Nur eserlerinin müellifi Bediüzzaman’ın vefatının da içinde olduğu Mart ayının hayatında ayrı bir yeri olduğu, müdekkik nazarların dikkatini çekmiş olmalı. Bunu kendisi de hissetmiş olmalı ki yaklaşık 100 yıl önce söylediği: “Mart ve mayıs ayları, müstebit aylardır.” sözü çok manidardır. Vefatı yıldönümü vesilesiyle Bediüzzamanın ‘80 kusur senelik ömrümde rahat yüzü görmedim’ dediği meşakkatli ve bir o kadar da tevafuklu sırlarla dolu hayatında Mart aylarında karşılaştığı acı ve sıkıntılarından önemli ve ilginç kesitler. Divan-ı Harb’de beraatı Meşhur 31 Mart (1909) hâdisesi meydana gelir. İsyan hareketinde yatıştırıcı ve müsbet rol oynamasına ve bir nutukla isyan eden sekiz taburu itaate getirmiş olmasına rağmen hâdiseye Bediüzzamanın da adını karıştırmışlardır. Kendisi Divan-ı Harb'e verilir. Bu vesile ile bazı dostlarını da ezmişlerdir. Fakat sonradan ortaya çıkıyor ki, mes'ele başkaları tarafından çıkarılmış. Şeriat isteyen ve o hâdisede ismi karışan on beş kadar hoca idam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü halde muhakeme olunur. Bediüzzaman o dehşetli mahkemeden idamını beklerken ‘divan-ı harb’ deki kahramanca müdafaası neticesi beraat etmiştir. (1) Bu konu ile ilgili farklı bir ayrıntıyı muhterem Abdullah Aymaz’ın, Zaman Gazetesindeki köşesinde çıkan bir yazısından okuyalım: “Müstebid aylar: Mart ve Mayıs “Bediüzzaman memleketin bilhassa geri kalmış Güneydoğu’nun eğitim derdini dile getirmek için birkaç defa İstanbul’a gelmiş; fakat derdini anlamayanlar tarafından ya tımarhaneye gönderilmiş veya hapishaneye atılmıştı. Onun için son derece üzülmüş ve şöyle demek mecburiyetinde kalmıştı: “Mart ve mayıs ayları, müstebid aylardır. Martı, kadro haricine çıkarmalı. Mayısı da tekaüd (emekli) etmeli, tâ malî denge kurulsun. Çıkılmayacak yola sapılmış. Elhâsıl: Ya ben İstanbul’da kalacağım, yahut da bu iki ay gitmeyecek ise ben veda edeceğim.” 31 Mart hadisesi ve zindanlara doldurulan suçlu suçsuz pek çok insanın işkenceye uğraması bir kısmının da idam edilmesi Bediüzzaman’ı böyle konuşturuyordu. Çünkü umumî bir af çıkarılarak yaraların sarılmasını ve ülkede istikrarın sağlanmasını istiyordu. Olmadı. İspanyol nezlesi gibi bulaşıcı bir siyasetin hüküm ferma olmasından ve eski Bizans oyunlarının hâlâ devam etmesinden dolayı rahatsız olan Bediüzzaman 1910 yılında bir Vedânâme yazarak İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalır. Oradan Van’a giderek inzivaya çekilir.” (2) Rusların Şark vilayetlerini işgal ettiği sırada talebelerinin başında gönüllü alay kumandanı olarak büyük fedakarlıklar gösterir. Bu arada yaralı bir vaziyette Ruslara esir düşer. Tarih Milâdi 2 Mart 1916’dır.(3) İki yıldan fazla süren esaret hayatından sonra harika bir şekilde kurtulur ve Polonya üzerinden Almanya’ya, oradan da tren yolu ile İstanbul’a gelir. Ankara’ya küstü Ankara’da yeni meclis kurulmuştur. Bediüzzaman Milli hükümetin Ankara’da kuruluşuna ve İstanbul’daki kuvvetlerin bu hükümete yardımlarına bütün gücüyle çalışır. Gösterdiği bu fedakarlık ve çalışmalarından dolayı Ankara’nın davet edilir. Yaz ayında Ankara’ya gelir. 9 Kasım l922’de Bediüzzaman'a Meclis'de karşılama yapılır. Ancak, Ankara’da bulunduğu süre içerisinde siyasetin çirkin oyunlarını ve dine karşı lakaytlığı görür. Siyaset yoluyla bir şey yapılamayacağını anlar. Mart 1923’de işlenen bir cinayet Ankara’dan ayrılma konusunda kendisinde kesin kanaat oluşturur. Kendisinin telif etmiş olduğu Hubâb Risalesinin, matbaasında basılan Trabzon mebusu, asil, dindar, yiğit ve Meclisteki dine olan lakaytlığı şiddetli konuşmalarıyla önlemeye çalışan Ali Şükrü Bey adi bir suikastla öldürülmüştür. Bu hadiseden de ürperen ve endişe eden Bediüzzaman, bütün ısrarlara rağmen Ankara’dan umduğunu bulamadığı için ayrılmak mecburiyetinde kalır. Yine kaderin bir cilvesi bu defa da payitahtlığa hazırlanan Ankara’ya küser. Son defa Van’a giderek inzivaya çekilir. l925 yılının Şubat ayı ortalarında hükümete isyan eden ve din namına ihtilale teşebbüs ederek ayaklanan Şeyh Said hadisesi gittikçe genişlemiş. Mart ayı içerisinde Diyarbakır ve dolaylarında isyancılarla Türk Silahlı Kuvvetleri arasında çarpışmalar daha da şiddetlenerek devam etmektedir. Neticede isyan bastırılmış. Bu hadiselere dayalı olarak Şark vilayetlerinden bir çok alim gibi Bediüzzaman’da emniyet gerekçesiyle Van'dan sürgün edilir. Rusya’daki esaretten kurtulmak için haftalarca yürümek mecburiyetinde kalan Bediüzzaman Mart ayında bu defa da elleri kelepçeli olarak, kah yürüyerek, kah vapurla, kah hayvan sırtında yorucu ve ızdırablı sürgün yolculuğunu Burdur’a doğru yapar. 27 Mart l936 tarihinde Eskişehir hapsinden tahliye edilen Bediüzzaman, Kastamonu'da ikamete mecbur edilmiş. Bediüzzaman Mart 1944 yılında Denizli hapsinde iğne ile yine zehirlenir. Durumu çok ağırdır. Nur Risalelerinin ilk kâtiplerinden ve çok kıymetli bir talebesi İslâmköylü Hafız Ali Efendi dokuz aylık tutukluluk esnasında Üstad'ı Bediüzzaman'a bedel kendini feda ederek vefat eder. Tarih l7 Mart l944. (4) Bediüzzaman, 18 Mart 1960’da Emirdağ'ında çok şiddetli zatürree hastalığına yakalanmış. Hasta vaziyette Isparta’ya, ertesi günde acele olarak “vefatım orada olsun” diyerek Urfa’ya hareket etmiş. Ramazan'ın 25. günü yani 23 Mart l960’da Urfa’da bu fani âleme veda eder. “Muhterem zât bir soruya cevap verirken, güzel tahlillerin yanında bir ihbar-ı gaybî nevinden vefat gününü de kerametkârâne ifşa edivermiş, “Vel mevtü yevmu Nevrûzina” yani “Ölüm, bizim Nevruz günümüzdür.” deyivermiştir. Gerçekten de vefatı Nevruz gününe rastlamıştır.” (5) (1) Tarihçe-i Hayat, Said Nursi, sy.56 (2) 21 Mart 1999, Göze Takılanlar, Abdullah Aymaz (3) Bediuzzaman’ın Rusya Esareti /Ahmet Ersöz /sh:117 (4) Son Şahitler, Necmettin Şahiner, Sh.395 (5) 21 Mart 1999, Göze Takılanlar, Abdullah Aymaz Mustafa KÖFKECİ - ARAŞTIRMACI YAZAR 1922’de Konya’da doğan, Akif-i Sânî ünvanıyla meşhur Ali Ulvi Kurucu, uzun ve bereketli bir dünya hayatından sonra 3 Şubat 2002’de Medine’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Medine’de Cennetü’l-Bakî mezarlığına defnedilen Kurucu, Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatını anlatan “Tarihçe-i Hayat”ın önsözünü yazmıştı. Tarihçe-i Hayat'ın önsözünden... Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse, İnsan da, o imandaki son sırra ererse, En azgın ölümler ona zincir vuramazlar; Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar_ Rabbimden iner azmine kuvvet veren ilham, Peygamberi rüyada görür belki her akşam. Hep nur onun iman dolu kalbindeki mihrap, Kandil olamaz ufkuna dünyadaki mehtap. Kar, kış demez, irkilmez, üzülmez, acı duymaz; Mevsim, bütün ömrünce ılık gölgeli bir yaz. Cennetteki âlemleri dünyada görür de, Mahvolsa eğilmez sıra dağlar gibi derde. En sarp uçurumlar gelip etrafını sarsa, Ay batsa, güneş sönse, ufuklar da kararsa, Gökler yıkılıp çökse, yolundan yine dönmez, Ruhundaki imanla yanan meş'ale sönmez! Kalbinde yanardağ gibi, iman ne mukaddes! Vicdanına her an şunu haykırmada bir ses: Ey yolcu! Şafaklar sökecek, durma, ilerle, Zulmetlere kan ağlatacak meşalelerle_ Yıldızlara bas, çık yüce âlemlere, yüksel, İnsanlığı kurtarmaya Cennetten inen el!
<< Önceki Haber 'Ölüm, bizim Nevruz günümüzdür' Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER