Yumurtadan çıkıp kanatlanan
küçük beyaz bir güvercin
Hasankeyf’in üzerinde uçmaya başlamış; bir kereyle yetinmeyip durmadan uçmuş. Herkes yavru güvercini şaşkınlıkla izlerken
hain bir avcının fırlattığı ok onun cansız bedenini
Dicle’nin serin sularına ulaştırmış. Rivayete göre güvercin ağlamış, vücudundan çıkan kanlar ise günlerce Dicle’nin kızıl akmasına sebep olmuş. O gün bugündür Hasankeyf için hüzün ve acı başlamış derler. Tabii rivayet ne derece doğrudur bilinmez ama küçük güvercini yaralayan okun Hasankeyf’in kaderini çizdiği kesin. Uğruna savaşlar yapıldı, nice yiğidin kanı Dicle’nin
toprak renkli suyuna karıştı. Acı var hep onun tarihinde. Ama en büyük şoku 21. yüzyılda adını koyamadığı garip bir savaşta yaşıyor. Bu yüzden Dicle Hasankeyf’e bakıyor, o Dicle’nin özgürce akışına harap haliyle gıpta ediyor gibi.
KENT 5 YIL İÇİNDE TAMAMEN BİTER
Bilinen tarihiyle 3 bin 500 yıllık antik
kent için
Güneydoğu’nun ‘
Efes’i diyorlar. Ama Efes kadar kıymeti hiç olmamış. Öyle ki, yapılması düşünülen Ilısu Barajı suları altında kalacak olması bile siyasi bir
kavga haline getirilmiş. Mağaralar şehri anlamına gelen Hasankeyf’te yapılan eylemler,
gösteriler çoğu zaman siyasi bir
platform alanını andırıyor. Geriye ne
baraj kaygısı ne de Hasankeyf’in geleceği arzusu kalıyor. Elbette bu değil sadece Hasankeyf’in keyfini bozan. İhmal edilmişlik, terk edilmişlik de dünyada bir benzeri olmayan tarihî mekanın sonunu hazırlamış. Konunun en dramatik tarafı ise, baraj yapılsın mı yapılmasın mı polemikleri arasında Hasankeyf’in hayatî durumunun bu tartışmalardan çok uzakta kalmış olması.
Tarihî bölgede üç yıldır çalışmalar yapan
Selçuk Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülselam Uluçam, Hasankeyf ile ilgili bütün tartışmalara son noktayı koyuyor: “Bunu açık ve net söylüyorum, Hasankeyf bitti.” Uluçam’a göre bu saatten sonra barajın yapılıp yapılmaması o kadar önemli değil. Gündemde hep baraj yapılacak mı yapılmayacak mı sorusu var. Bu yanlış bir durum. Ve bu yıllardır tartışılıyor. Tartışmalar yapıldıkça Hasankeyf
ihmal edilmiş, mevcut eserleri kurtarmak için kimse bir şey yapmamış. Baraja gerek yok, Hasankeyf zaten bitmiş, tükenmiş durumda. Hasankeyf alanındaki mevcut eserlere bir de ömür biçen Uluçam, “Böyle devam ederse
antik kent 5 yıl içinde tamamen biter. Görülen eserlerden tabir yerindeyse eser kalmaz. İlk inceleme yaptığımda birçok eser iyi durumdaydı. Ama aradan üç yıl geçti ve canlı tarihi oluşturacak ilaç niyetine sağlam tek bir eser yok. Tabii şartlar da bunda etkili oldu ama ağır tahribatı insanlar yapıyor. Koruma adına da bir çalışma olmaması korkunç bir tabloyu ortaya çıkarmış. Mesela Zeynel Bey Türbesi lime lime olmuş. Kubbesi SOS veriyor. Doğal yapıda da
çökme var.” diyor.
Baraj yapılması halinde sular altında kalmaması için önemli eserlerin başka bir alana taşınması da gündemde. Tarihî dokuların taşınması yılları alacak. Ancak Prof. Uluçam, şu anki haliyle Hasankeyf’in taşınmasının mümkün olmadığı görüşünde: “Taşınacak durumda olan sağlam hiçbir eser yok. Fakat ciddi bir onarımdan sonra taşınma işlemi yapılabilir. Ancak bunun için bir yıl daha beklemek bile çok geç olabilir.” Uluçam eserlerin taşınacak durumda olmadığına ‘
Bilim Kurulu’nun karar verdiğini de sözlerine ekliyor. Bu kurul kendi alanında deneyim sahibi,
arkeolog, sanat tarihçi, tarihçi, mimar ve mühendislerden oluşuyor.
Hasankeyf baraj suları altında kalacak söylemi 1950’den beri devam ediyor. Devlet 56 yıldır buraya yönelik bir baraj projesi üzerinde çalışmalar yapıyor. Ancak GAP’ın (Güneydoğu
Anadolu Projesi) kısmen faaliyete girmesiyle bu alan için düşünülen Ilısu Barajı’nı acilen gündeme getirmiş ve 15 yıldan beri de üzerinde tartışmalar sürüyor. Ancak her şeye rağmen Hasankeyf’in tek düşmanı geliyorum diyen baraj olmamış. 1965’te Hasankeyf için hazırlanan modernleştirme projesi çerçevesinde dozerlerle antik kentin önemli bir kısmı düzeltilmiş. Dümdüz edilen anıtların temelleri üzerine yeni
beton evler inşa edilmiş. Tabii burada 1950’deki baraj projesi ile 1965’teki modernleştirme çalışması birbiriyle çelişiyor. Garip bir durum ama DSİ’nin (
Devlet Su İşleri) projesine
Karayolları ve
İskan Bakanlığı pek itibar etmemiş.
KADAVRA NİYETİNE
Hasankeyf kazı başkanı Prof. Dr. Abdülselam Uluçam ve öğrencileri 2006 yılı için üç aşamalı bir çalışmayı yürütüyorlar. Geride kalan iki dönemde çalışmalar daha çok genel
temizlik, yer ve durum tespiti ile geçmiş. Haziran ayının sonunda başlayan ve şu anda devam eden kazılar Kasımiye bölgesinde sürdürülüyor. Uluçam’ın amacı gün yüzüne çıkmamış Hasankeyfi güneşle buluşturmak. Bu amaçla toplam 40 öğrenci ile 40 dereceyi aşan sıcaklıkta çalışmalar bütün hızıyla sürdürülüyor. Uluçam öğrencilerle çalışmak zorunda kaldığından da biraz şikâyetçi. Kazı alanında çalışan 210
işçi asgari ücretin azlığını bahane ederek işten ayrılmış. Bu da ağır olan işleri yavaşlatmış. Kız ve erkek öğrencilerden oluşan yeni
ekip deneyimsiz olduğu ve coğrafî şartlara alışık olmadığı için çalışmalarda zaman zaman zorluklar yaşanıyor.
Öğrencilerini buraya getirmekte biraz zorlandığını söyleyen Uluçam, “Terör var korkusu bazı öğrencilerimizi ve ailelerini tedirgin ediyordu. Ancak bu durumu aşmak biraz zor oldu. Burasının güvenli bir yer olduğunu gelen öğrencilerimiz daha iyi anladı. Şimdi çok iyi çalışıyoruz. Hepsi heyecanlı gençler ve Hasankeyf dokusuna bir katkı sağlamak için canla başla çalışıyorlar. İşçilerimiz çalışmak istemedi, biz de düşündük ve buraya öğrenci getirdik. İşler yavaş gidiyor ama memnunum. Ama bize yarın baraj yapılacak elinizi çabuk tutun derlerse o zaman son çare olarak
Batman,
Diyarbakır,
Mardin amele pazarlarından insanları otobüsle buraya taşımak zorunda kalırım. Bu da arkeolojik kazı için ilginç bir ekip olur sanırım.”
Hasankeyf’te hâlihazırda sürdürülen arkeolojik kazılar sonunda çıkan eserler sular altında kalacak. O zaman bu çalışmaya ne gerek var sorusu gündeme geliyor. Prof. Uluçam bu soruya da net
cevap veriyor: “Bizim çalışmamızın barajla ilgisi yok. Amacımız Hasankeyf’in dip tarihini öğrenmek. Öğrencilerim için burası iyi bir
kadavra alanı. Kendileri her şeyi yerinde görerek öğreniyor. Çıkan eserleri müzelere gönderiyoruz, taşınmazları ise fotoğraflayıp belgeleştiriyoruz. Uzmanlara göre barajın ömrü 400 yıl kadar olacakmış. Bütün yaptığımız çalışmalar sular altında kalacak. Nasıl bir durum bilmiyorum, içim gidiyor.”
Hasankeyf’teki
kazı çalışmaları radyoaktif cihazlarla
röntgen çekilerek sürdürülüyor. Tespit edilen alana nokta çalışması uygulanıyor. Kasımiye bölgesinde tespit edilen yeni bir şehir üzerinde Uluçam ve ekibi eylül ayına kadar çalışacak. Sadece alan kazısı yapılmıyor, ortaya çıkarılan eserler de detaylı bilgileriyle birlikte müzelere gönderiliyor. Bu zamana kadar 5 bin irili ufaklı tarihî eser korunması için müzelere gönderildi. 2006 yılı için 1 milyon 500 bin YTL
ödenek ayrıldı. Ödeneği GAP İdaresi, DSİ ile
Turizm ve
Kültür Bakanlığı karşılıyor. Ancak
aslan payını şüphesiz GAP idaresi ödüyor. Roma,
Bizans, Sasani ve
İslam kültürünü taşıyan Hasankeyf’in tarihi milattan önceye dayansa da en görkemli dönemini 130 yıl başkentlik yaptığı Artuklular zamanında yaşamış. Hasankeyf’in sembollerinden biri olan üç
köprü bu döneme ait en önemli eser olarak ayakta kalmış. 40,5 metre kemer açıklığıyla dünyanın en büyük taş köprüsü özelliğine sahip bu abidenin bir benzeri daha yapılabilmiş değil. Ancak Artuklu şehrinde daha çok Eyyübi izine rastlanıyor. Eyyübi
Cami,
İmam Abdullah Zaviyesi ve kümbeti bunlardan birkaçı.
1975 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu’nun kararıyla Birinci Derecede SİT alanı ilan edilen ve 1981’de koruma altına alınan antik kent aynı zamanda paylaşılamamanın da gazabına uğruyor. Batman ve Mardin arasında aidiyet kavgası ortasında kalan Hasankeyf resmî olarak Mardin’e bağlı ama Batman her işlemin içinde bürokrasinin bir parçası olarak beliriyor. Bu garip durum araştırmacıları da bezdiriyor. Abdülselam Uluçam bu konuda yaşadıkları çarpıklıkları şöyle aktarıyor: “Tarihte konumundan dolayı paylaşılamayan Hasankeyf günümüzde de aynı durumla karşı karşıya. Burası Kültür ve Tabiat Varlıkları bakımından Diyarbakır’a bağlı, çıkan eserler Mardin Müzesi’ne gönderiliyor, idari yönden de Batman İl Turizm ve Kültür Müdürlüğü’ne bağlı. Örneğin Zeynel Bey Türbesi’nin tapu
kadastro işlemlerini Batman’dan çözüyoruz, hemen karşı taraftaki köprü ayakları için ise işlemleri Mardin’den takip ediyoruz. Bu bizim için çok zor bir durum.”
PKK HASANKEYF’İ SOYMUŞ
Hasankeyf bölgesinde kaçak kazılar, resmî kazıların önüne geçmiş durumda. Kazı başkanı Prof. Dr. Abdülselam Uluçam,
define avcılarının kendilerinden önce davrandığını söylüyor. Son olarak Kasımiye bölgesindeki hamamları kazıyan defineciler buradaki çinileri söküp kaçırmış. Ancak Hasankeyf için bugünlerde
politika üreten ve bazı eylemleri destekleyen
terör örgütü PKK, bölgedeki tarihî eser kaçakçılarının başında geliyor. Örgütün, özellikle 1995-96 yılları arasında Hasankeyf’ten çıkarılan irili ufaklı binden fazla eseri yurtdışına göndererek satışını sağladığı belirtiliyor. Kaledeki, antik kapı parçalarını, mozaikleri söküp götüren örgüt mensuplarının bunları Bekaa Vadisi üzerinden
Avrupa ülkelerine taşıdığı vurgulanıyor.
Hasankeyf’in yağmalanması 1800’lerden itibaren başlamış. Özellikle
Alman ve
Fransız arkeologlar bölgeye gelip kazı yaptıkları ve buradan birçok eseri kendi ülkelerine taşıdıkları biliniyor. Sultan Abdülhamid’in Hasankeyf’teki yağmayı durdurmak için özel güvenlik birimini görevlendirdiğini de tarihî belgeler bize aktarıyor. Cumhuriyetle birlikte köylüler tarafından tahribata uğrayan Hasankeyf 1945’te yoğun kaçak kazılara sahne olmuş. Bölgenin önemli bir antik kent oluşunun fark edilmesinden sonra koruma yollarına başvurulmuşsa da başlayan yağmaları önlemek pek mümkün olmamış. Ama bilinen en büyük vurgunun terörün etkili olduğu dönemde yaşandığı belirtiliyor.
AKSİYON