Peygamber Efendimiz'in hayat akışı

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) çok hassas ve duyarlı bir ruha sahip idi.

Peygamber Efendimiz'in hayat akışı

Çevresine bakınca insanların bakışlarından onların içlerini okur; bakışlara göre insanları ve onların duygularını hisseder, olumsuz şeyleri sineye çekerdi. Zaten bu kadar hassas ve duyarlı olmasa idi onun için semâ âlemlerine kapı aralanması da mümkün olmazdı. O (sallallahu aleyhi ve sellem), fizik ile metafiziği birden duyan ve yaşayan bir ruha sahip olmakla beraber yarım adım atarak hemen öbür âleme geçebilecek derecede bir enginliğe sahipti. Bir yetimin ağlamasıyla ızdırap duyar, hatta bazen hıçkıra hıçkıra ağladığı da olurdu. Tabii mukavemet gereken yerde de mukavemetini gösterirdi. Üstad Bediüzzaman hazretlerinin de ifade ettiği gibi, zıt sıfatları nefsinde cem etmesi O'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) engin bir yanı ve peygamberliğinin de deliliydi. Gelin şimdi bu ölçüde yüksek bir duyarlılığa sahip olan o nebinin hayatının akışını gözden geçirmeye çalışalım: O hassas ruh (aleyhi ekmelü't-tehaya), çocuk yaşta iken yetimlik yaşamış, iki-üç yaşında iken annesinin kocasız dul bir kadın olduğunu derin derin içinde hissetmiştir. Hayatı boyunca da bu hisleri hep ruhunda duymuştur. Daha sonraki hayatı da uzun süre bir dedenin evinde geçmiştir. Bütün âlemin babası vardır, ama O (sallallahu aleyhi ve sellem) babasını daha doğmadan kaybetmiştir. Hayatı dört -veya daha kuvvetli rivayete göre altı- yaşına kadar böyle geçmiştir. Tam anasını idrak edip sıcaklığını ve okşamalarını duyacağı an o da ötelere göç etmiştir. Sekiz-on yaşına girince annesi gibi dedesi de O'nu bağrına basıp "evladım" deyince Allah, onu da huzuruna almıştır. Aslına bakılırsa bunların her bireri kendi çapında çok büyük değişik birer imtihandır. Bi'set-i seniyyenin 8. senesinde -ki bu seneye senetü'l-hüzn veya âmu'l-hüzn denmiştir- Cenab-ı Hak, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) iki dayanağı sayılan Hz. Hatice'yi ve Ebû Talib'i de almıştır. Bunların hepsi derinlemesine düşünüldüğünde her birinin ayrı dalga boyunda büyük birer imtihan ve ibtilâ olduğu anlaşılacaktır. Adeta Nebiler Serveri iç içe imtihanlar ve ibtilâlar yaşamıştır. Öyle ki sebepler açısından hiçbir hâmisi kalmamış ve sanki Cenab-ı Hak O'na fiilen: "Senin başka hâmin olmamalı. Ben sana yeterim. Sen sürekli "Hasbunallahü ve ni'me'l-vekil- Allah bize yeter, O ne güzel yardımcıdır." diyecek, sana inananları da arkana alacak ve onlara örnek olacaksın. Veyahut da "Hasbiyallâhu- Allah bana yeter" diyecek, tek başına bana dayanacak ve bana itimat edecek ve ruhunda sürekli bana teslimiyeti, tefvizi ve sikayı en âlî derecede yaşayacaksın." demektedir. Bu duyguyu bazen başkaları da ruhlarında derinlemesine hissetmiştir. Ahireti özleyip oraya gitme arzusu içlerinde tutuşunca bu hislerini mantıklarıyla baskı altına almış, ahirete tatlı tatlı yürümeye niyet etmişken geriye durmuş, şahsi kaderlerine razı olmuşlardır. Hassasiyeti O'nun için büyük ızdırap vesilesiydi Son olarak Allah Resûlü'nün hayat-ı seniyeleriyle alakalı bir hususu daha arz etmek istiyorum. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), arkadaşlarına öyle alışıktı ki, vefat-ı seniyelerine bir hafta kala başını kaldırıp ashabına bakmış, sonra tekrar başka tarafa çevirmiş ve ağlamaya başlamıştı. Daha sonra da bu hareketini tekrarlamıştı. Çevresiyle bile bu kadar alakadar olan ve onlara karşı derin bir alaka duyan bir insanın ne derin bir hassasiyete, ne engin bir duyarlılığa sahip olduğu her türlü açıklamadan vârestedir. Fazla söz zait, konuyu sizin idraklerinize havale ediyorum. O (sallallahu aleyhi ve sellem) bu duyarlılık içinde oladursun bir gün etrafına gelip giden insanların ciddi tehdit altında olduklarını ve yanına rahat bir şekilde sokulamadıklarını görüyor; görüşmeler sağda solda hep kaçamak gerçekleşiyor. Bu durumda O (sallallahu aleyhi ve sellem), üç-beş kişilik meclisler teşkil edip onlarla yetiniyordu. O zamanlar hiç olmazsa eve döndüğünde de derdini dinleyecek ve kendiyle manevi alışveriş yapacağı, ufkuna göre bir zevcesi vardı. Ne var ki Allah (celle celaluhu), onu da elinden alınca sekiz-on (veya on-on beş) yaşlarındaki yetim çocukları ile baş başa kaldı. Bu arada onların en büyükleri olan Zeynep ve Rukiye kocaya gitmiş de olabilir. Valideleri vefat edince bütün dayanakları ve destekleri gitmiş oluyordu. Bunun ne derece zor bir hadise olduğunu ancak böyle bir durumu kendimiz bizzat yaşayarak anlayabiliriz. Dışarıda O'nu tehdit eden bir şiddete mukabil, alışık olduğu evde yalnızlığın O'na (sallallahu aleyhi ve sellem) verdiği ızdırabın derinliğini de varın siz kıyas edin. İşte Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bu ölçekte sıkıntılara maruz idi. Allah O'na bu tür imtihanları tattırıyor ve daha ağırlarına hazırlıyordu. Evet, O (sallallahu aleyhi ve sellem) daha hayatta iken çocuklarının ölümlerini görecekti. Zira O, arkadan gelen insanlara her hususta bir rehberdi. O'nun yolundakiler de aynı şeyleri çekeceklerdi. Ancak, bu kadar imtihana karşılık Efendimiz, hiçbir zaman feryad ü figan etmemişti. Bu gibi hadiselerin o ölçüde hassas bir ruhta nasıl tesir icra ettiğini ve sinesinde nasıl duyulduğunu Allah Resûlü'nün hassasiyeti içinde aramak ve anlamak lazımdır. ÖZETLE: 1) Efendimiz çevresine bakınca insanların bakışlarından onların içlerini okur; bakışlara göre insanları ve onların duygularını hisseder, olumsuz şeyleri sineye çekerdi. 2) Allah Resulü, fizik ile metafiziği birden duyan ve yaşayan bir ruha ve yarım adım atarak hemen öbür âleme geçebilecek derecede bir enginliğe sahipti. 3) Efendimiz, hayatta iken çocuklarının ölümlerini görecekti. Zira O, arkadan gelen insanlara her hususta bir rehberdi. O'nun yolundakiler de aynı şeyleri çekeceklerdi.
<< Önceki Haber Peygamber Efendimiz'in hayat akışı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER