Yükselen hava kütlesi, atmosferin dışına çıkamayacağından, önce dikey, sonra da yatay yönde hareketlenir. Havanın ısınıp yer değiştirmesi, basınç değişikliğine sebep olur. Basınç; yerçekimine, sıcaklığa ve rakıma bağlı olarak değiştiğinden dünyanın her tarafında aynı değildir. Bu durumda yüksek ve alçak basınç merkezleri oluşur. Hava, yüksek basınç alanlarından alçak basınç alanlarına doğru akar ve böylece rüzgârlar ortaya çıkar. "Yüksek basınçtan alçak basınca doğru olan hava hareketi" rüzgâr olarak
tarif edilir.
Basınç merkezleri arasındaki yatay uzaklık, yer şekilleri, basınç farkı ve dünyanın kendi ekseni etrafındaki hareketi gibi faktörler, rüzgârın hızına tesir eder. Kısa mesafede basınç farklılıklarının fazla olduğu yerlerde rüzgârın hızı fazladır. Çünkü yatay uzaklık az olduğundan, sürtünmeden kaynaklanan hız kaybı da az olur. Yer şekilleri de rüzgârın hızına tesir eder. Meselâ engebeli bölgelerde, dünyanın dönüş hızının daha yüksek olduğu Ekvator çizgisinde ve onun yakınında, dönüşten kaynaklanan savrulma sebebiyle rüzgârın hızı daha azdır. Basınç merkezlerinin konumu, sıradağlar, boğazlar, derin ve uzun vadiler gibi sebeplere bağlı olarak rüzgârların yönü değişir.
Rüzgârların "aşılayıcı" özelliği
Okyanusların ve
denizlerin yüzeyinde, köpüklenme sebebiyle sürekli hava kabarcığı meydana gelir. Bu kabarcıklar patladığında, milimetrenin yüzde biri çapında binlerce damlacık havaya fırlar. "Aerosol" denen bu parçacıklar, rüzgârlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karışarak atmosferin üst katmanlarına taşınır. Rüzgârların bu şekilde yükseklere taşıdığı parçacıklar, burada su buharı ile buluşur. Bu parçacıkların etrafına toplanarak yoğunlaşan su buharı, su damlacıklarına dönüşür. Bu damlacıklar, bir araya gelerek nispeten daha yoğun bulutların teşekkülüne vesile olur. Bir süre sonra da yağmur yüklü bulutlar, âdeta bir nakliye vasıtası vazifesi gören "müjdeci" rüzgârlarla çeşitli coğrafyalara "taşınır", yani sevk edilir (A'râf, 57; Fatır, 9; Hicr, 22). Allah'ın (celle celâlühü) kudret ve hikmet delillerinden bir "âyet" olarak zikredilen rüzgârların vazifelerinden biri de, aşılayıcılıktır (Furkan, 48–49).
İtalya'ya zaman zaman kırmızı yağmurların yağdığı belirtilir. Bunun sebebi olarak da, rüzgârlarla Afrika'dan gelen kırmızı tozların (ince kum) bu yağmurlara yoğunlaşma çekirdeği teşkil etmesi gösterilir. Yurdumuza bilhassa nisan ayında giren kırmızı tozlar,
erozyon göstergesi değil, Büyük Sahra'dan gelen çöl topraklarıdır. Rüzgârlarla taşınan bu tozlarda yüzde beş nispetinde +3 değerlikli
demir bulunur. Bu demir, havada güneş ışığı karşısında +2 değerlikli hâle gelir. Bu çok açık bir rahmettir. Çünkü bitkiler +3 değerlikli demiri değil, sadece +2 değerlikli olanı alabilecek şekilde yaratılmıştır. Böylece, bir rahmet olarak gelen yağmurlar ile bir müjdeci olarak iş gören rüzgârların taşıdığı demir elementi bitkilerden bol mahsûl alınmasına vesile olmaktadır.
Diğer yandan, Sahra Çölü'nden rüzgârla gelen bereketli tozlar, yağmurla denize indiğinde balıkların ve diğer deniz canlılarının besleneceği plânkton gibi mikroorganizmaların çoğalmasına vesile olmaktadır. Pasifik'te yapılan araştırmalar, az nispetteki bir demir aşılamasının bile mikroskobik canlıların miktarında büyük bir artışa vesile olduğunu göstermiştir. Fitoplânktonların (fotosentez yapabilen mikroskobik canlılar) çoğalması için gerekli azot, fosfat ve silisyum gibi temel elementler, denizlerin beşte birinde kullanılamamaktadır. Açık denizlerde demirin az bulunması, bunun sebebi olarak gösterilmektedir.
Yağmurun yağmasında rüzgârlara verilen bu önemli vazifenin, insanların tabiat hâdiseleri hakkında detaylı malûmat sahibi olmadıkları bir devirde Kur'ân'da bildirilmiş olması, ondaki i'caza güzel bir misaldir. Âyette rüzgârların, bitkilerin döllenmesinde oynadığı role de dikkat çekilmektedir. Rüzgâra yüklenen bir başka fonksiyon da, bitkilerde olgunlaşan polenleri (erkek gamet) uçurup dişi
çiçeklerin üzerine bırakmadır. Birçok açık tohumlu bitki, çam, palmiye ve benzeri ağaçlar, çiçek veren bütün tohumlular ve çimensi otların tamamı rüzgârla döllenir. Böylece rızık ve bereket vesilesi olan rüzgârlar,
besin zincirinde mühim bir yer tutan birçok bitkinin varlığının devam ettirilmesinde vazife görür. Ayrıca, yine bir rahmet eseri olarak, rüzgârlarla hava
temizlenir; yeryüzündeki bütün canlılar temiz hava teneffüs eder.
Enerji kaynağı olarak rüzgâr
Rüzgâr enerjisi ilk olarak M.Ö. 2800 yıllarında Orta Doğu'da kullanılmıştır. M.Ö. 17. yüzyılda, Mezopotamya ve Çin'de sulama için rüzgâr gücünden faydalanılmıştır. Türkler ve İranlılar, yel değirmenlerini M.S. 7. yüzyılda kullanmaya başladıkları hâlde, Avrupalılar 12. yüzyılda, Haçlı Seferleri'nden sonra kullanmaya başlamıştır.
Tahıl öğütmek, su pompalamak, hızar çalıştırmak gibi gayelerle geliştirilen yel değirmenleri Avrupa'da
Sanayi Devrimi'ne kadar hızla yayılmıştır. 18. yüzyılın sonunda yalnızca Hollanda'da 10.000 yel değirmeni bulunuyordu. Ancak rüzgâr gücü; buhar makinesinin icadıyla ve odun, kömür gibi yakıtlardan kesintisiz enerji üretimine başlanmasıyla ehemmiyetini kaybetmiştir. 1891'de rüzgâr türbini denen ve elektrik üretiminde kullanılan ilk makineler îmal edilmiştir. Bundan kısa bir süre sonra ABD'de
küçük güçteki rüzgâr türbinleriyle elektrik enerjisi üretilmeye başlanmıştır. Fosil yakıtların
ucuzluğu sebebiyle bir müddet pek rağbet görmeyen rüzgâr enerjisi, 1970'li yıllardaki petrol krizi sebebiyle yeniden hatırlanmış ve rüzgâr enerji santralleri kurulmaya başlanmıştır.
Enerji talebinin her geçen yıl artması ve
fosil yakıtların gittikçe azalması sebebiyle günümüzde yeni
enerji kaynakları aranmaktadır. Bazı bilim adamlarına göre 2030 yılında petrol rezervleri ihtiyacı karşılayamayacaktır. Ayrıca fosil yakıtların sebep olduğu atmosferdeki karbondioksit miktarı her yıl artmaktadır.
Rüzgâr enerjisi, tabiatı kirletmeyen, ucuz bir enerjidir. Rüzgâr santralının kuruluş ve işçilik masraflarından başka masrafı, hemen hemen yok gibidir. Ayrıca tükenme ihtimalinin olmaması yönüyle de fosil yakıtlar ve
nükleer enerji ile
rekabet edebilecek özelliktedir. Rüzgâr santrallerinin oldukça yüksek olan maliyeti de, teknoloji geliştikçe ve kullanım sahaları arttıkça düşmektedir. Rüzgâr türbinleri, tesis edildikleri sahanın sadece yüzde birini kaplar. Dolayısıyla, kalan kısımlar ziraî faaliyetler için kullanılabilir.
Dünya ülkeleri, elektrik ihtiyacının bir kısmını rüzgâr enerjisinden karşılamaktadır. Dünyanın rüzgâr potansiyeli 53.000.000.000 (elli üç milyar) MW (megawatt) olup, mevcut kurulu rüzgâr gücü 12.000 MW civarındadır. Türkiye'nin toplam rüzgâr enerjisi potansiyeli 83.000 MW'tır. Bu potansiyel, teorik olarak Türkiye'nin elektriğinin tamamını karşılayabilecek seviyededir.
Rüzgârların Kur'ân-ı Kerîm'de "karanın ve denizin karanlıklarında yol gösteren ve İlâhî rahmetin bir müjdecisi" olarak (Neml, 63) anlatılması, onun fosil yakıtlar yerine temiz bir enerji kaynağı şeklinde kullanılmasının bir işareti olarak düşünülebilir. Rüzgâr konusunda dikkat
çekici mühim bir husus da, Kur'ân'da Hz. Süleyman'a (as) rüzgârlardan en üst seviyede faydalanma kabiliyeti verildiğinden bahsedilmesidir. "
Sabah gidişi bir aylık mesafe,
akşam dönüşü bir aylık mesafe" (Sebe, 12) ifadeleri, rüzgârlama mantığından faydalanılarak üretilen
uçak ve balon teknolojisine bir işaret olabileceği gibi (
Risale-i Nur Külliyatı, 20. Söz) gelecekte rüzgârdan ve özellikle "şiddetli rüzgârdan" (Enbiya, 81) çeşitli şekillerde faydalanılabileceğine de bir işaret olabilir.
Cenab-ı Hak, hadlerini aşıp azgınlaşan ve zulüm işleyen milletleri cezalandırırken de rüzgârları istihdam etmektedir. Kur'ân'da, Ad kavminin kökünün, ortalığı kasıp kavuran bir kasırga ile kurutulduğu (Zariyat 41) ve kasırgaların "taş yağdıran" bir felâkete dönüştürülebileceği beyan edilmektedir (Mülk, 17). Dolayısıyla, esas itibariyle rahmet eseri olarak yaratılan yağmur ve rüzgâr gibi fizikî hâdiselerin insanlığın felâketine de sebep olabileceği unutulmamalıdır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), en ufak bir rüzgâr esmesinde bile "Allah'ım (celle celâlühü) bundan gelebilecek şerlerden sana sığınırım. Bununla hayırlar getirmeni umarım." şeklindeki beyanları, bu hakikate işaret etmesi açısından oldukça önemlidir.
İbrahim UĞURLU -
Sızıntı Dergisi