İlk sayısı 6 bin basılan dergi bugün yüzbinlerce okura ulaşıyor, dünyanın çeşitli dillerinde yayınlanıyor.
1980 ihtilalini hazırlayan karanlık günlerdi. Gençler sokaklarda sağ-sol kavgasına tutuşmuş ve her gün 20-25 genç fidan anarşinin ateşinde kaybolup gidiyordu. Bu kötü gidişe dur demek isteyen bir avuç insan, ellerinden bir şey gelmemesinin üzüntüsünü yaşarken Fethullah Gülen Hocaefendi, İzmir’de vaaz ediyor ve gençliği anarşiden korumak için çırpınıyordu. Çeşitli fraksiyonlar, birbiriyle vuruşup, ülkeyi sadece kendi reçetelerinin kurtaracağı dayatması içindeyken, Gülen Hocaefendi çevresindekilere bu oyunun içinde olmamaları gerektiğini, kavga-dövüşle hiçbir şeyin düzelemeyeceğini, aslında meselenin iman meselesi olduğunu, çözümlere ilim yoluyla ulaşılabileceğini anlatıyordu. Bu dönemde inançsızlığın kaynağının cahillik değil, ilmin ve fennin yanlış bir bakış açısıyla yorumlanması olduğunu, inkâr furyasına bunun sebep olduğunu söylüyordu.
Ona göre, o dönem gençliğinin ekseriyeti, atadan babadan öğrendikleri ‘taklidi iman’a sahipti. Bu iman ise en küçük bir küfür darbesi karşısında yıkılacak zayıf bir imandı. Hocaefendi hiçbir siyasî cereyana yüz vermeyerek sadece gençliğin imanının kurtarılması gerektiği mevzuuna odaklanmıştı. Cuma vaazlarında veya camideki halka açık soru-cevap fasıllarında mesele dönüp-dolaşıp tevhid akidesine geliyor, lisede veya üniversitede materyalist ve pozitivist mülahazalarla okutulan ilmi hakikatleri o da kürsüde çok farklı bir üslupla anlatıyordu. Konuşurken yine o ilimlerin tabirlerini kullanıyor, entropi diyor, termodinamik diyor, atomdan, yıldızlardan, elektronlardan bahsediyor; DNA’yı ve mutasyonları anlatıyor, Darwinizm’in hatalarını söylüyordu. Böyle bir ortamda, gençliğin küfür seline kapılıp gittiğini, onları bu selin içinden çekip çıkarmak gerektiğini düşünenler Hocaefendinin yol göstermesiyle bir dergi çıkardılar. Hocaefendi, iman hakikatlerinin bugünkü ilimlerin lisanıyla seslendirilmesi düşüncesini çevresindekilere açmış, onlar meseleye sahip çıkarak bu dergiyi çıkarmışlardı. Bu dergi, bugün 30. yaşını idrak eden Sızıntı dergisiydi.
Yüzlerce yazar, 835.000 okur!
Sızıntı’nın nasıl bir ortamda çıktığını ve 30 yıllık serüvenini ilk yıllarından beri içinde olan Prof. Dr. Arif Sarsılmaz anlattı bize. 30 yıldır Sızıntı yazı
heyetinin içinde bulunan Sarsılmaz, yazıların bir heyet tarafından tashih edilip, kolektif bir şekilde çıkarılmasının belki de dünya dergicilik tarihinde ilk olduğunu belirtiyor ve yazı heyetinin önemini “Hocamız o kadar irşad ve tebliğ işinin arasında hiç
ihmal etmeden yazı heyetlerinin toplantısına katılırdı ve sistemin oturması için büyük gayret gösterdi. Kendi başyazısını bile yazıp heyetin önüne koyardı, bizim arkadaşlarımızın da kendi yazıları üzerindeki “kimse dokunamaz” havasını kırmak için. Her yazının kolektif bir şuurun eseri olmasını isterdi.” sözleriyle anlatıyor. Prof. Dr. Arif Sarsılmaz,
tiraj olarak ilk günden bugüne nasıl geldiğine de değiniyor: ‘İlk sayısı 6000 basıldı, ikinci sayısı 7.500, üçüncü sayısı 9.000, sonra sırasıyla 11.000, 14.000, 17.000, 19.000, 22.000, 33.000 gibi rakamlarla geçen yıl 835.000 rakamına ulaşıldı. Nereye gidiyor derseniz, artık tiraj endişesini terk ettik, şimdi daha fazla okutma peşindeyiz. Daha doğrusu bir dergiyi bir kişi
okumakla kalmasın, daha fazla insan okusun istiyoruz. Ortalama beş kişilik bir aileye giriyorsa, küçük çocukları saymazsak en az üç kişi okusun istiyoruz. Bunun için de çeşitli sohbet ve kültür faaliyetleriyle Sızıntı’nın misyonunu, gâye ve beklentilerimizi arkadaşlara anlatmaya çalışıyoruz.”
Sızıntı, her konuda yazılar yayınlıyor. Şöyle bir bakıldığında 30 yılda koca bir ansiklopedi oluştuğu da göze çarpıyor. Arif Sarsılmaz, bunu “Bütün ilim dallarında insanlığı alâkadar edebilecek ve
mesaj verilebilecek ne kadar mevzuu varsa ele alındı.” sözleriyle anlatıyor. Sızıntı dergisinin çok geniş bir yazı kadrosu var aslında.
Anadolu’nun her yerine dağılmış öğretmen ve akademisyenler Sızıntı dergisi için genel çerçeve ve üsluba uygun yazılar kaleme alıyor. Sarsılmaz, gönderilen yazılarla ilgili önceliğin milletimizin ve nesillerin ihtiyacı duyduğu mesajlarda olduğunu söylüyor. Ya bir Kur’an âyetinin veya sahih
Hadis-i Şerif’in şerhi, tedaî ettirdikleri, alternatif olabilecek yeni bir yorumla, zihinlerde bir silkelenmeye vesile olabilecek mesajlar aradıklarını anlatıyor ve ekliyor: “Kâinatın herhangi bir sayfasına ait bitki,
hayvan, insan herhangi bir canlının üzerindeki nakışları anlatıp Sahib-i Hakikisi’ne vermeli.” Batı’yı mübalağalı bir şekilde anlatan sanki her şeyde onlar asılmış, biz de kendimizi onlara tasdik ettirmek istiyormuşuz gibi sunan yazıların da karşısında olduklarını anlatıyor. Milli ve manevî değerlerimizin önde olması, İslâm medeniyetinin güzelliklerini aksettirmesi gerektiğini ifade ediyor. Yaşanmış ibretli hikâyeler, bilim adına dayatılan materyalist düşüncelerin ayıklanarak aynı konuyu “bizim” ölçülerimizde ele alan yazılar yer alıyor dergide.
Logomuzu Tamer Abi yapmıştı
Derginin zihinlere kazınmış bir logosu var. İçerikte ve üslupta zaman zaman yenilenmeler olsa da temel yayın anlayışının sürekliliğini ifade ediyor. “Rahmetli
ressam Tamer abi vardı, o yazmıştı birkaç şekilde, hocamız da o yazıyı beğenmişti, halen devam ediyor. Logomuz değişmediği gibi yazılarımızın ana ekseni de değişmedi sanıyorum.” sözleriyle de logonun hikâyesini özetliyor Sarsılmaz. Arif Sarsılmaz, Sızıntı’nın felsefi anlamda bir mektep olduğunu söylüyor ve, “Kâinata bakışta, tabiat kitabını okumada insanlara cazip gelebilecek bir tarz. Nitekim kabul gördü ki, İngilizcesi, Almancası, Rusçası ve Arapçası çıkıyor, oralarda da okuyucu buluyor.” diyor. Farklı dillerde okuyucu bulmasını ise insanlığın sıkıntılarının mahalli hassasiyetlerin dışında olmasıyla açıklıyor.
Geniş bir okuyucu yelpazesine sahip dergide, okuyucuların beklentilerine cevap vermeye çalışırken kendilerinin de okuyuculardan beklentileri olduğunu söylüyor Arif Sarsılmaz. Ona göre, bir kısım gençler daha çok lise ve üniversite çağındakiler bilim-
teknik gibi her türlü ilmî mevzuların kendine has üslubuyla takdimini beklerken, ev hanımları ve esnaftan gelen talep daha çok hikâyelerin veya çok daha basit, pratik hayatta her zaman karşılaşacakları bilgilerin verilmesi. Derginin, çok çeşitli yaş, kültür seviyesi ve tahsil farkı olan geniş bir insan kitlesini toptan kucaklama gibi bir hedefi olduğunu, bunun da bazı zorlukları beraberinde getirdiğini söylüyor. Ama okuyucuların da kendi seviyelerini yükseltme gayreti içinde olmaları gerektiğini de ekliyor. Başyazılarının ve orta sayfalarındaki yazıların ana eksen ve tavır belirleyici olduğunu da vurguluyor.
[email protected]
Gönüllere âb-ı hayat sunuyor
“Bizler vazifemizi yapıyoruz, tesirini halk etmek O’nun bileceği bir şey. Zaman zaman hem yazarlarda, hem okurda ülfet olmuyor değil. Yeni yazarlar, daha orijinal mevzular, okuyucularla
buluşma ve hasbıhâl etme gibi faaliyetlerle her iki tarafın da gayrete getirilmesi üzerinde projeler yapılıyor. Başlangıçtan beri biraz öne çıkmama ve isminde de kendini gösteren tevazuu, belki de müessiriyet eksikliği gibi hissediliyor olabilir. Ben o kanaatte değilim. Bir şey medyada çok boy gösterirse, reklâm panolarında günlerce kalırsa veya bazı hâdiseleri tetiklerse, o zaman müessir zannediliyor. Belki yıkıcı faaliyetler için böyle görülebilir. Ancak Sızıntı gönüllere ve kalplere ihtiyacı olan âb-ı hayat gibi ilim damlalarından nektarlar sunuyor. İnşa etme veya harap bir yeri ma’mur etme gibi bir faaliyet icra edilirken yavaş yavaş cereyan ettiği için müessir değilmiş gibi görülebilir. Ancak neşir hayatına başladığından beri gelen okuyucu mektuplarından ne kadar faydalı olduğunu anlıyoruz.
İmanının kurtulmasına vesile olduğunu söyleyen insanların mektupları bunu gösteriyor.”
İlim ile din, bir aynanın iki yüzü gibidir
“Tanzimat’tan bugüne Hıristiyanlıktaki dualiteyi bilim-din karşıtlığını bize de yaşatmak istediler. Hâlbuki Kur’an’ın tek ayeti bile tahrif olmamış,
Allah’ın kudret ve irade sıfatından gelen kâinat kitabı ile kelâm sıfatından gelen Kur’an, birbirine ters düşmek bir yana, birbirini bütünlüyor. Bizde ikilik yok, tevhid var; bizim anlayışımızda ilim ile din bir aynanın iki yüzü gibidir. Cebrail (as),
Hira’da mağarada
Efendimiz’e (sas) “Oku!” diye hitap ettiğinde, o gün için cahiliye Arap dünyasında şiirden başka ilim adına okunacak ne vardı ki? Oradaki hitap “kâinat kitabını oku!” şeklinde anlaşılmalı. Hayvanlarıyla, bitkileriyle, atomlardan-galaksilere, dağlardan denizlerin derinliklerine kadar her şey Allah’ın isimlerinin tecellisi. Bize de bunları okuyup değerlendirmek kalıyor. Allah (cc) insanı kâinata halife yaratmış ve eşyaya tasarruf hakkı vermiş, irade vermiş, ilim vermiş. Rehber olarak da Kur’an-ı Kerim’i ve Efendimiz’i (sas) göndermiş. Bu kadar büyük avantajlarımız var, fakat son 300 senedir uyumuşuz, değerlendirememişiz. Çok çeşitli sebepler sayılıp atf-ı cürümde bulunulabilinir. Ama
Bediüzzaman Hazretleri ve daha sonra Hocaefendi kimseye atf-ı cürümde bulunmadan meseleyi kendi eksikliğimiz ve İslâm’ı yanlış değerlendirmemiz olarak görüp kâinata bakışımızı yeniden ayarlamanın yolunu açmışlar. Dolayısıyla Risale-i Nurlar Kur’an tefsiridir ve Sızıntı da Risâle-i Nurların şerhidir. Üstâd Hazretleri o gün için küreyvât-ı hâmra ve küreyvât-ı beyzâ demiş, bizler alyuvarlar ve akyuvarlar diyoruz.”
Kainat kitabını okumak istiyoruz
“Üstâd Hazretleri zerrât ve seyyârat diyor, bizler atomlar ve gezegenler diyoruz. Tabii ki ilim durmuyor gelişiyor, Üstâd Hazretleri’nin 60-70 sene önce yazdıkları ilmi hakikatlere ait rakamlar ve değerler değişmiş, yeni bazı görüşlerle mesele biraz daha vuzuha kavuşmuş olabilir, işte Sızıntı aynı meseleleri günümüzün ilmini ve malumatını kullanarak şerh getiriyor, belki bazı hususlara yeni bakış açılarına kapı aralıyor diyebiliriz. Risâle-i Nurları incelerseniz birçok yerinde iman hakikatlerini ve bilhassa tevhid akidesini anlatırken hep kâinat kitabından söz ediyor, bitkilerden, hayvanlardan, arzdan, semavattan söz ediyor. Dağlardan, denizlerden bahsediyor. Kur’an-ı Kerim’de bazılarının ifadesine göre ayetlerin üçte biri çeşitli ilim ve fen dallarına ait hakikatler. İncir’den, zeytinden, arıdan, çekirgeden, dağların yürümesinden, denizlerin karışmamasından, embriyonun geliştirilmesinden vs. hemen hemen her şeyden değeri kadar bahsediliyor. İşte Sızıntı, bu kâinat kitabını okuma hedefi ve gayreti içinde yola çıktı, inşallah sıza sıza yol olacak, az çoklardan bol olacak.”
Prof. Dr. Arif Sarsılmaz: Gençler yerimizi dolduracak
“Dünyanın her tarafına gözünü kırpmadan bizim kültür ve ahlak anlayışımızı temsil etmek için giden bu gençler, anarşiden ve terörden uzak durarak, kâinat kitabını okunması gereken şekliyle okumaya gayret eden, bunun için üniversitelere girip, doktora seviyesine gelerek yakında bizim yazı heyetlerimizin de yerini alacaklar. Bu gençlerin yetişmesinde herkes nasıl vazifesini yapıyorsa, Sızıntı da, onların hikâyelerini destanlaştırarak, ilimlere nasıl bakmaları gerektiğini, sebeplerin arkasındaki müsebbibül esbabı göstererek
destek oluyor.”
MUSA GÜNER - ZAMAN