SİYASETTEN “ÖTESİNİ” OKUMA YOLCULUĞU: DERİN SİYASET
Siyasete, o denli tarafgir gözlerle bakıyoruz ki, giderek; “Muhabbetin gözü kusuru görmez” sözüne mâsadak haline geliyoruz, körleşiyoruz. Baksak da görmüyoruz. Görsek de kesinlikle ayrıntıları okumuyoruz. Okusak da, bu merkezde yaptığımız yorumlara, ekseni etrafında dolaştığımız akımlardan pozitif yansımalar alamıyoruz... Dışlanıyoruz...
Mukabilimizdeki siyasi düşünceye ise, kendi siyasi ekolümüzün aksine, sadece kusurunu görmek fikriyle atf-ı nazar ediyoruz. Yaptıkları başarılı işleri ise, eğer mümkünse, görmezden geliyor; hatta daha mümkünse inkâr ediyoruz. Kabullenemiyoruz. Meleği, eğer bize uymuyorsa
şeytan; şeytanı eğer fikrimize uyarsa melek biliyoruz. Evet,
Türkiye'nin özellikle son bir asır boyunca yaşadığı siyasi keşmekeşin belki en büyük sorunsalı da bu: Siyasete tarafsız gözlerle bakamamak. Baksak da sorgulamamak. Sorgulasak da, haklı nedenlere dayanamamak!
Bediüzzaman'ın da,
siyasetle ilgili fikirleri sorulduğunda; “Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım” demesinin bir hikmeti bu olsa gerektir. Yani tarafgirlikte körleşme...
Ünal Tanık, yirmi yılı aşan gazetecilik tecrübesi içinde, bu sorunu aşabilen nadir isimlerden birisi. Yıllardır, bu tarafsız habercilik anlayışını “başarı” ve “kalite”nin buluştuğu bir platformda sürdürmeyi başarabiliyor. Kendisi, kariyeri boyunca, çok farklı basın kuruluşlarında, yöneticilik de dahil, pek çok görevi başarıyla yapmış bir isim. Ve yapmaya da devam ediyor... Tarafsızlığıyla her kesimden insanın takdirini alıyor. Bu başarısı ona, siyaseti, daha yukarıdan ve bazen de daha içeriden farklı açılarla görebilme yeteneğini kazandırmış. Olayları; bir akımın veya kesimin temsilcisi olmadan aktarabilme ve ayrıntılarını tahlil edebilme, en büyük hedefi.
Ocak ayı içinde Nesil Yayınları'ndan çıkan Derin Siyaset: Vesayetin Çöküş Süreci isimli kitabının, başlığıyla kastettiği anlam katmanlarından birisi de, belki bu. Çünkü siyaset, tarafgirliklerimiz nedeniyle derinliklerine konsantre olamadığımız ve tarihsel süreci içinde bir bütün olarak temaşa edemediğimiz sorunlu bir alan. Bu alan içinde var olan ve görev alan fertlerin bir cümleleri, bir sözleri sadece “o anlık” ve “o günlük” düşünülüyor. Tepkiler kontrolsüz veriliyor. Geleceği ve geçmişiyle; getirdikleri ve götürdükleriyle beraber ele alınamıyor. Bu da, tarafsız tahlillerin ve sisteme dair temel sorgulamaların yapılmasında en büyük engeli teşkil ediyor. Zira bu sürecin tâbileri, yani
halk, sadece anı düşünüyor ve ana göre hareket ediyor.
Kitapta geniş eleştirilere tâbi olan, bir zamanların büyük bir isminin cümlesiyle durumumuzu özetleyecek olursak; herkes dünü dünde bırakıyor, bugünü ise sadece bugünde yaşıyor. Günübirlik düşünüyor... Hâlbuki siyaset, karakterleriyle birlikte dünde ve bugünde hep varolan bir süreç. En
küçük hamleleriyle bile düne ve bugüne tesir eden bir süreç. Bir zincirleme reaksiyon... Bu nedenle de, bu satranç tahtasında hiçbir hamle görmezden gelinemez.
Kitabın bölümleri içerisinde
yolculuk yaparken
Demirel'in dünden bugüne siyasi kimliğinde sahip olduğu gelgitler şiddetle nazarınıza çarpıyor. Bir dönemin en büyük ordu karşıtı olarak görülen Demirel'in, her ne hikmetse, daha sonraki süreçte ordu kökenli cumhurbaşkanlarının başmimarı haline geldiği ortaya çıkıyor. 28
Şubat sürecine yaklaşıldıkça da aynı Demirel, tamamen ordunun ağzıyla konuşmaya başlıyor.
Fakat aynı Demirel, 1980 darbesinden sonra da Kenan
Evren'in bulunduğu bir Çankaya'ya çıkacağına dağa çıkmayı
tercih edeceğini söylemişti. Ve bulduğu her fırsatta ordunun müdahil zihniyetini eleştirmişti. O sözünde de pek sebatkâr kalamadığını, pek çabuk zihniyet değiştirdiğini daha sonra
Kenan Evren'i ziyaret etmesiyle anlıyoruz. Daha sonraları o kadar iyi anlaşıyorlar ki; Kenan Evren, kendisinden sonraki
cumhurbaşkanı adayı olarak Turgut Özal'a onun ismini
tavsiye ediyor.
Yine
Devlet Bahçeli ile MHP'nin
gelişim yolculuğu da, kitapta tahlil edilen meselerden.
Yazar, bazı yönleriyle (özellikle MHP gençliğini şiddetten uzak tutması açısından) Devlet Bahçeli'yi takdir ederken; muhalefette pek çok kereler
CHP ile ayın kulvarda yer almasını, hassaten
referandum sürecindeki yanlış adımlarını “Tabanını yeterince okuyabildi mi?” sorusu eşliğinde eleştiriye tâbi tutuyor.
Kitap, bir yönüyle de, geçmişten günümüze siyasi kırılmaların anatomik bir yolculuğu gibi...
Ak Parti'nin de icraatlarıyla tahlil sürecine tâbi tutulduğu kitap; özellikle Ak Parti ve Doğan
Medyası arasındaki mücadeleyi, iki kesimin de hatalarını tahlil ederek masaya yatırıyor.
Ünal Tanık'ın, özellikle Doğan Medyasının yapısı üzerine eleştirileri çok dikkat
çekici. Hatta orada bahsettiği anekdotlar, ezberlerinizi bozacak nitelikte... İktidar olduğu ilk dönemlerde Ak Parti aleyhine tek bir cümle dahi kurmayan Doğan Medyasının ilerleyen dönemde nasıl suret değiştirdiğini nedenleriyle inceliyor.
Tabii bu süreci tahlil ederken, ülkenin siyasal anlayışının sol yamacında yaşanan bir büyük değişime de değinmeden geçmiyor. Bir Kılıçdaroğlu-
Baykal kıyaslaması yapmayı da
ihmal etmiyor. Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin başına geçiş sürecini, sürecin bütün aktörleriyle birlikte irdeliyor, inceliyor, tahlil ediyor. Baykal,
Önder Sav,
Gürsel Tekin,
Kemal Kılıçdaroğlu gibi kişilerin portreleri üzerinden CHP'nin geleceği ve değişim için gelecekte cesaretle atması gereken adımlar üzerine yorumlarda bulunuyor. İyi bir muhalefetin,
iktidarı en azından korkutacak kadar kuvvetli bir muhalefetin demokrasinin gereklerinden olduğunu ifade ediyor... Kitap bu yönüyle de siyaset anlayışınızdaki taşları yerinden oynatabilir.
Siz de eğer anahaber bültenlerinden, gazetelerden ve çeşitli medya organlarından zihninize yapılan bilgi bombardımanından bıktıysanız; derinlikli bir siyasi
okuma adına bu kitabın sayfalarında bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Olayları öncesi ve sonrasıyla tahlil edebilme adına keyifli ve sürükleyici bir yolculuk: Derin Siyaset...
1973'te Türkiye'nin beşinci Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay'dan sonra yeni Cumhurbaşkanı bir türlü seçilemedi. Bunun üzerine Sunay'ın
Cumhurbaşkanlığına devam edebilmesi için askeriyenin de baskısıyla
Anayasa değişikliğine gidilmesine karar verildi. Hesaplamalara göre,
Anayasa değişikliği kabul edilecek ve Sunay cumhurbaşkanlığına devam edecekti. Ancak ‘
evet' oyu verecek bağımsız bir milletvekilinin
Meclis berberinde olması ve ancak
oylama bittikten sonra genel kurula gelebilmesi Sunay için yapılan anayasa değişikliğinin bir oy farkla kabul edilememesine yol açtı.
Türkiye tarihinde yaşanan bu ilginç anekdot yıllardır internet medyasında yöneticilik yapan ve kendine ait yeni bir haber sitesi kuran deneyimli gazeteci Ünal Tanık'ın kitabında yer alıyor. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmeden önce ortaya atılan ‘uzlaşma' kavramını daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle karşılaştıran Tanık, aslında hiçbir Cumhurbaşkanının ‘uzlaşı' ile seçilmediğini ortaya koyuyor.
Ünal Tanık'ın Derin Siyaset: Vesayetin Çöküş Süreci adlı kitabında Türkiye'nin özellikle son yıllarda geçirdiği büyük değişimi anlatılıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşananlar,
Ergenekon davası süreci, topluma yansımaları ve bir numaranın kim olabileceği hakkında bilgiler, CHP'de yaşananlar, Mavi Marmara'ya yapılan saldırı ve yeni Türk dış politikası, TÜSİAD'ın yeni oluşmakta olan
Anadolu sermayesine bakış açısı,
Kürt meselesinin yarını ve MHP, 12
Eylül referandumunun oluşturduğu yeni siyasî konjonktür gibi konular derinlemesine incelenmekte.