Annesinin Gülserveri, “ben seni daha üç yaşında bir çocukken, manevi himayeme almıştım.” diyen Üstadının “Başyaveri” hizmetkârı, sır kâtibi, öl deyince hemen ölecek kadar ona bağlı havarîsî ve daha sayamadığımız bir çok faziletlere sahip bu büyük ruh,
Bediüzzaman Said
Nursi Hazretlerinin son döneminde birinci muhatabı olan talebesi Zübeyir Gündüzalp’dir.
1920 senesinde
Konya'nın
Ermenek kazasında dünyaya gelen, neseben Kafkasyalı olmasından mıdır? nedir, Şeyh Şamil'in ruh ve edâsını üzerinde görmenin mümkün olduğu çelik iradeli, keskin bakışlı, tam bir ciddiyet ve vakar abidesi bu aziz zat aramızdan ayrılalı tam 38 yıl oldu.
Bütün samimiyeti ve ihlâsı ile iman ve Kur’an hakikatlerinin neşredilmesi ve yaygınlaşması yolunda gayret sarfetmiş, mücadele etmiş, hiçbir beklenti içerisinde olmadan hep koşmuştur. Bu gayret-i diniyesi ebediyete intikâl ettiği tarih olan 2
Nisan 1971 tarihine kadar fasılasız devam etmiştir.
Cenab-ı Hak, çoklarına nasip ettiği gibi kendisi de onun ahirete teşyîine katılma imkanını bulan ve tanımayı kendi adına şeref kabul eden, fakat; ondan gerektiği gibi istifade edememeyi de bahtsızlık sayan Muhterem
Fethullah Gülen Hocaefendi de; “Zübeyir ağabey, kendini görenlerde hemen inanmış bir insanı görmüş hissi uyarırdı. İddiası yoktu, şakası yoktu, latifesi yoktu ama muhataplarını mutlaka inandırır ve ikna ederdi. Söz ve tavırlarıyla rahatsız edici de değildi. Öyle bir
dava adamıydı ki, “Teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopacaksa ‘bir
genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o kalbin
atom zerratı adedince paramparça olması lazım gelir” diyor idam sehpalarında noktalanabilecek bir yolda yürürken bile hakikati haykırmaktan geri durmuyordu.” diyordu.
Sayamadığımız bir çok faziletlere mahzar, mana aleminin
sultanlarında biri olan bu büyük şahsiyetin hizmetlerini ve meziyetlerini satırlara sığdırmaya ve kelimelerle anlatmaya çalışmak bizim haddimize düşmez. Ama en azından sonraki nesiller için birer yâd-ı
cemil olacak kahramanlardan biri olan Zübeyr Ağabey’e bir
vefa ve kadirşinaslık adına birkaç başlıkla da olsa yeni nesillere tanıtılması, saygıyla ve rahmetle hatırlanmasına vesile olur düşüncesindeyiz.
NURLARLA VE ÜSTADLA TANIŞMASI
Konya Postanesinde memuriyete devam ederken 1944 yılından sonra hemşehrisi vasıtasıyla
Risale-i Nurlarla tanışır.
Emirdağ’ında mecburi ikamette bulunan Üstadına 1946 yılında gerçekleşen ilk ziyaretinde
tarif edilmez bir hâl yaşar. Kendinden geçer, bir
ağlama ve hıçkırık tufanına tutulur. Bu ilk ziyaret onun ruhunda derin bir tesir bırakır.
Üstadın verdiği ilk
ders bir ikaz mahiyetindedir; “Mesleğimiz meşakkattir, meşakkat ise alâmet-i makbuliyettir.”
Bu ilk ders hayatının sonuna kadar karşılaşacağı çile ve meşakkatlere hazır olmasının işaretlerini de taşımaktadır.
KENDİNİ İHBAR EDEN ADAM
Emirdağ’ında bulunan
üstadı ve değişik vilayetlerden toplanan 50 civarında ileri gelen nur talebeleri ile birlikte
Bediüzzaman Hazretleri 1948 yılında tutuklanarak
Afyon hapishanesine konur ve ağır cezaya sevk edilirler. Zübeyir Gündüzalp, çok kıymetli talebelerin ve hürmetli üstadının yanında olmadığı için çok müteessir olur. Üstadına bağlılığından ötürü içeri girmenin yollarını arar. Bir hapishane ziyareti sırasında Ceylan Çalışkan “Ondan kolay ne var!
İnönü’ye bir telgraf çek, ertesi gün yanımıza gelirsin…” diye yol gösterir.
Hapishaneden ayrılı ayrılmaz İnönü’ye şu mealde bir telgraf çeker:
“Siz nur talebelerini Afyon hapishanesine topluyorsunuz, ama
Akşehir’de
posta memuru Zübeyir Gündüzalp’i görmüyorsunuz…”
Ardından gelen bir emirle hemen tutuklanır ve o da Afyon hapishanesine konulur.
Hapishanenin kapısından içeri girer girmez ellerini açarak medrese-i Yusufiye’ye girdiğinden dolayı
Allah’a şükreder.
Altı ay sonra diğer talebelerle
tahliye olanların listesinde kendi adı yer alınca hapishane müdürüne çıkıp, sırf Üstadından ayrılmamak için tahliyesinin yanlış olduğunu söyler.
Müdür “Öyle şey olmaz” demesine rağmen tekrar yapılan bir hesapla 40 gün önce tahliye edildiği ortaya çıkar. Böylece kırk gün daha hapiste kalıp sevinç ve şükürle Üstadın hizmetine devam eder.
BİN TALEBE KADAR
Zübeyir Gündüzalp’in Afyon
mahkemesinde yapmış olduğu müdafaa tek kelimeyle “muhteşem”dir. Bir ihlas, sadakat, cesaret, belagat abidesidir. Bu uzun müdafaanın bir yerinde şöyle der:
“Sorgu hakimliğin de, ‘Sen Risale-i Nur’un talebesi imişsin…’ denildi. ‘Bediüzzaman
Said Nursi gibi bir dâhinin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa iftiharla, ‘Evet, Risale-i Nur şakirdiyim.’ derim.” der.
Bunu üzerine Üstad, mahkeme huzurunda oturduğu yerden kalkarak, “Bin talebe kadar kabul ettim.” der.
DAVASININ KARA SEVDALISI
Bundan sonraki hayatı, biraz
Eskişehir ve
Ankara ile nihayet büyük kısmı İstanbul'da iman ve Kur’an hizmetleri içerisinde geçmiştir.
Üstad kendisine “Hayatım, hayatınla devam edecek.” demiş, kendisinden sonra “meslek ve meşrebi temsil” misyonunu ona yüklemişti.
Hayatının en verimli çağları olan
gençlik yıllarını, muazzez Üstadının hizmetine adamış, adeta vücudunun bir parçası gibi gece-gündüz yanından hiç ayrılmamış, gölge gibi takip etmiştir.
Üstadın ne zaman çağıracağı belli olmadığından çoğu zaman geceleri uykusuz kalır. “Üstadın hizmetini aksatırım” endişesiyle uyku giderici haplar kullanır. Bazen da uykusu gelip yattığında çağrılırımda uyanamam diye kapının eşiğine yatar, kapıdan çıkarken benim üstüme basar da bu sayede uyanırım diye yattığı çok olmuştur. Bünyesi uykusuzluğa alıştığı için Üstadın vefatından sonra bu defada uyku veren ilaçlar kullanmaya başlamış. Kaldığı özel odasının köşesinde görenlerin ifadesine göre neredeyse ‘bir çuval ilaç vardı’ demektedirler. Bütün bu yaşananlar ve yan tesiri olan ilaçlar vücudunun zayıf bünyesinin dengesini iyice bozar.
Hastalığının ilerlediği son zamanlarında kendisini
tedavi etmek isteyen doktorlara:
"Ben Risale-i Nur'larla insanların imanını kurtarmaları için gece-gündüz çalışma diye bir kara sevda hastalığına tutulmuştum. Sizin tıbbiyenizde, doktorluğunuzda 'kara sevda' hastalığının ilacı ve tedavisi var mıdır?" diye sorular yöneltir.
FİTNEYİ BENİM CESEDİM KARŞILAR
Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ’da iken yazdığı bir mektubunda; siyasî ve ideolojik boğuşmaların neticesinde ülkede anarşinin tahribata geçme imkânı bulacağını yönündeki endişelerini açıklar.
Ayrıca Şualar (sh.269) isimli eserinde "Felak" sûresinde iki kelimeden ebced hesabı ile 1971 yılında anarşinin şiddetleneceğine işaret ederek şöyle kaydeder: “Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü
ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak” demektedir.
12
Mart 1971
muhtırasına gelinen süreçte, ülkemizde eylemler artmış. Hatta bu eylemler sağ sol çatışması olmaktan çıkarak, anarşi hareketlerine dönüştüğü görülecektir.
Bir kardeşin 1971 fitnesinin mahiyetini ısrarla sorması üzerine “71 gelir, benim cesedim onu karşılar.” demiştir.
"
12 Mart Muhtırası" olarak Türk siyasi tarihinde yerini alan hadisede
Türk Silahlı Kuvvetleri "
Parlamento ve Hükümetin süregelen tutum, görüş ve icraatının yurdu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve
ekonomik huzursuzluk içine soktuğunu” gerekçe göstererek muhtıra vermiştir.
Zübeyr Ağabey, nasıl yaşadı ise öyle de Allah’a yürümüş. Muhtıradan 20 gün sonra ve genç sayılabilecek bir yaşta bu milletin üzerindeki felaketi bir paratoner gibi cesedi ile karşılamış. Fatih Camiinde büyük bir kalabalıkla kılınan cenaze namazının ardından hafif hafif çiseleyen yağmur altında
Eyüp Sultan sırtlarındaki ebedi makamına defnedilir.
Son söz olarak onun dediği gibi; “Kalemen, amelen, lisanen çalışmak” gerek.
Aziz ruhuna dua ve fatihalarla...
Araştırmacı-
Yazar Mustafa KÖFKECİ
Faydalanılan kaynaklar:
(1) Nurun Büyük Kahramanı Zübeyir Gündüzalp, İhsan Atasoy, Nesil Yayınları, Ekim 2005
(2) Nur’un Kahramanları, Mustafa Öztürkçü, Nesil Yayınları, Mayıs 2002
(3) Kırık Testi, M.Fethullah Gülen.