Ya bir daha gelmezseniz

Camın sesine uyanan Doktor Abdullah Bey, bütün odayı yavaş yavaş taradı. Yatağın yanı başında küçük bir masa, masanın üzerinde yarısına kadar dolu bir sürahi, ters çevrilmiş bir bardak...

Ya bir daha gelmezseniz

Tanıdık hiçbir şey bulamayınca gözlerini yumup olan biteni düşündü. Rüzgârın sesine kulak kabarttı. Evinde olsaydı böyle bir ses duyması imkânsızdı. Günün ilk saatlerinde başlayan rüzgârla kumların sağa sola savrulması ve pıtır pıtır cama vurması... Nijer'e geleli on gün olmuştu; ama henüz alışamamıştı. Şimdi yatağından doğrulmuş; tutulan boynunu ovalıyordu. Üç dört saat ancak uyuyabilmişti. Ayak seslerinden arkadaşlarının da uyandığını anladı. Bekleyen hastaları düşününce hızla odadan çıktı. Bisküvi ve bir bardak çayla başlayan gün, gece yarılarına kadar devam ediyor; namaz ve yemek hâricinde hep ameliyat masasının başında geçiyordu. Barakadan dışarıya çıktığında, hastalar için çorba hazırlandığını gördü. İmkânların azlığı sebebiyle yemek tek çeşitti... Çölün ortasındaki bu vahada üç beş ağaç, birkaç baraka... Hastalar, ameliyathane olarak kullanılan bu tek katlı, derme çatma kulübenin etrafındaki ağaçlar altında... Günler öncesinden gelmiş olmalarına rağmen sabırla bekliyorlar... Çayını içen Abdullah Bey, zaman kaybetmeden ameliyathane için ayrılan odaya geçti. Seyyar birkaç lâmbanın aydınlattığı bu odada, yüzlerce ameliyat yapılmıştı. Abdullah Bey, bu kadar çok katarakt hastasını ve bu seviyede ilerlemiş fıtığı daha önce hiç görmemişti. İki gözü katarakt olan hastaların, imkânların sınırlılığı sebebiyle ancak tek gözü ameliyat edebiliyordu. Buna rağmen ameliyat sonrasında tek gözüyle görmeye başlayan hastaların, yüzlerindeki tebessümden ne kadar mutlu oldukları anlaşılıyordu. Sırası gelen hasta, tercüman tarafından çağırılınca, içeriye on yaşlarında bir çocuk girdi. Zorlukla yürüyen çocuk, ameliyat masasının yanına kadar gelip durdu. Bir ayağını âdeta sürüklercesine adım atan çocuğun kömür siyahı gözlerinden, çektiği acı okunuyordu. Yanında kimsesi yoktu, günler öncesinden oraya bırakılmıştı, koca bir adam gibi ameliyat sırasını beklemişti. Doktor arkadaşı muayene için çocuğun entarisini kaldırınca çocuğun neden zorlukla yürüdüğünü anladı. Zîrâ göbeğindeki fıtık o kadar ilerlemişti ki, neredeyse dizine yaklaşıyordu. Yetersiz beslenmeyle zayıflayan göbek kaslarının yırtılması ve fıtığın bu kadar ilerlemesi... Birbirlerinin yaşaran gözlerine bakan doktorlar, kenara çekilip durum değerlendirmesi yaptılar. Doktor Ahmet Bey: - Ben bu kadar ilerlemiş bir fıtığı ilk defa görüyorum. Ancak... Arkadaşının durma sebebini hisseden Abdullah Bey, diğerlerini süzdükten sonra: - Evet, Ahmet Bey... Lütfen sözünüzü tamamlayın... - Söylemesi zor; ama elimizde genel anestezi için narkoz kalmadı. Bu sebeple ameliyat yapamayız. Peki, bunu ona nasıl söyleyeceğiz... Yani bir sonraki gelişimize kadar dayanması gerektiğini... Bütün doktorlar bu durumu çocuğa nasıl söyleyeceklerinin kaygısıyla bir müddet sessizce bekledi. Yattığı yerde bir şeylerin yolunda gitmediğini hisseden çocuk, başını kaldırıp onlara baktı. Dışarıda bekleyen hastaları düşünen Abdullah Bey, derin bir soluk aldıktan sonra tercümana yöneldi. Kelimeler boğazında düğümlenmişti. Bin bir ümitle kilometrelerce yolu yürüyerek gelen ve günlerdir kumların üzerinde bekleyen bu çocuğa, ameliyat olamayacağını söylemek, söyleyebilmek... Söyledikleri, çocuğa tercüme edilirken Abdullah Bey, onu ancak göz ucuyla takip edebiliyordu. - Şu an elimizde genel anestezi için yeterli narkoz yok. - ... - Bu sebeple şimdilik onu ameliyat edemeyeceğiz. Bir sonraki gelişimizde inşallah... Doktorlar, onun ameliyat masasından kalkıp gitmesini beklerken, çocuk titrek sesiyle bir şeyler söyleyip yatağa tekrar uzandı. Abdullah Bey de arkadaşları gibi şaşkın bir şekilde olanları takip etmekteydi. Cesaretini toplayan Abdullah Bey: - Çocuk ne dedi? - Şey... - ... - Çocuk diyor ki: "Bu topraklara sizin gibi doktorların tekrar gelmesi uzun zaman alır. Belki de bir daha gelmezsiniz..." Herkes sustu... Sıra sıra harfler, kelimeler sustu... Masa sustu, masada yatan çocuk sustu. Yarım kalan ürkek cümleyi tercüman yutkunarak tamamladı: - Bu sebeple beni narkozsuz da olsa ameliyat etsinler, ben dayanırım. Çölde esen rüzgârın sesi bile duyulmaz olmuştu. Sessizlik, çocuğun kelimeleriyle büyümüş, büyümüş, odayı doldurmuştu. Yarım kalan cümleler gibi, çaylar da bardakta yarım kalmıştı. Abdullah Bey, bu yaştaki bir çocuktan beklemediği bu cevabın şokunu atlatınca, yaşaran gözlerini arkadaşlarından ve çocuktan gizleyerek: - Evet arkadaşlar... Duydunuz delikanlıyı... Ne bekliyoruz.. Çocuğu lokal anesteziyle ameliyat edeceğiz... - ... - Buna rağmen acıyı hissedecektir. Hareket etmemesi için onu masaya sıkıca bağlamamız gerekiyor. Herkes, görevinin başına geçmiş, susuyor ve sadece işini yapıyordu. Susuyor ve çocuğun sözünü sindirmeye çalışıyordu: "Bu topraklara sizin gibi doktorların tekrar gelmesi uzun zaman alır. Belki de bir daha gelmezsiniz..." Ameliyat başlamıştı. Kendisinden beklenmeyen sözlerin sahibi çocuk, ameliyat masasında sıkıca bağlı... Doktorlar, terleyen yürekleriyle onun acısına eşlik etmekte... Boncuk boncuk terledi Abdullah Bey... boncuk boncuk terledi çocuk... Sıktı dişini... Canı acısa da gıkını çıkarmadı. Bir süre sonra, çocuğun kıpırdayan dudakları dikkatini çekti Abdullah Bey'in. Bir şeyler mırıldanıyordu çocuk. Eğilip çocuğun ne söylediğini anlamaya çalıştı. Alnından akan terler, gözünden akan yaşlara; gözünden akan yaşlar, toprağa karışırken çocuğun: "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun..." (Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz) âyetini âdeta içer gibi söylediğini duydu. Abdullah Bey kalbinde titreşen kelimelerin peşine düştü gitti. Masadaki kardeşiyle aynı Allah'a inanmasına rağmen, aradaki bunca mesafeye yandı. Yandı ve andı bütün mevcudata uyarak bu mânâyı her solukta: "Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah..." Yüreğinin atışı adedince... "Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah..." Açan, sonra solan; sonra tekrar açan çiçekler sayısınca... "Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah" Uçuşan tozlar kadar... ... Olabileceklere hazırlıklı olan çocuk, ameliyat boyunca bu âyeti tekrar etti durdu. Zaman aktı gitti. Ameliyat bitince, diğer hastalar gibi bu çocuk da kendisine ayrılan bir ağaç gölgesine yatırıldı. Abdullah Bey ve arkadaşları, bu topraklardaki insanları düşündüler uzun uzun... Bu topraklardan ayrılacakları vakit gelince, geride bırakacakları binlerce hastayı düşündüler... Uzanamadıkları ellerin havada kalışını, yudum yudum içtiler gözyaşlarında... Ve bu insanların bekleyecek tahammülü kalmadığını bilerek ve artarak dönmeye niyetlenerek gittiler. Ayrılışın hüznü, kavuşmanın hasreti düştü gönüllerine... Kuşlar uçuştu çölün üzerinden, mutluluklar gelip kondu iyilik için koşturan insanların üzerine… Murat KAYA - SIZINTI
<< Önceki Haber Ya bir daha gelmezseniz Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER