Zenginlikle gelen gaflet

Gülistan’da şöyle bir hikâye anlatılır:Hz. Musa (aleyhisselam) zamanında çok fakir biri vardı.

Zenginlikle gelen gaflet

O kadar fakirdi ki, kum ile tesettür ederdi. Bu kişi bir gün Hz. Musa’ya, “Rabbime benim için dua et de, beni zenginleştirsin!” dedi. Hz. Musa’nın duası üzerine Hz. Allah kendisine, “O kuluma söyle, bu hali onun için daha hayırlıdır.” buyurdu. Ama beriki ısrar edince, kendisine imkân bahşedildi. Bir koyun aldı, bundan sürüler meydana geldi ve adam zengin oldu. Gel gör ki, zenginlik bu adamı azdırdı; derken içkiye başladı. Hz. Musa (aleyhisselam) bir gün bir yerde bir kalabalık gördü ve “Bu kalabalık neyin nesidir?” diye sorunca, kendisine şu cevabı verdiler: “Birine kısas uygulanıyor. Adam, fakir biriydi. Sonra zenginleşti; fakat malıyla azdı, içki içti ve derken tuttu birini öldürdü. Şimdi de, cezasını görüyor!” Mükemmel fert Çilehaneler insanın irade gücünü artırır. Fert kendini orada bütün derinlikleriyle bulur, idrak eder ve tanır. Şu kadar var ki mükemmel bir fert de ancak yine mükemmel bir toplum içinde yetişir. İnsanlar arası münasebetler, âdâb ü erkân hep iyi bir toplum içinde öğrenilir. Mesela Osmanlı dönemindeki terbiye sistemi köylere varıncaya kadar her yeri içine alıyordu. O terbiyeyi alan insanlar, köylerde bile yaşasa, sarayda yetişmiş insan imajı veriyorlardı. Ben on iki yaşımda iken, Osmanlı’nın yıkılış döneminde yetişmiş ve seksen yaşında öyle ihtiyarlar gördüm ki, her yönleri ile zirve idiler. Kim bilir, daha önceleri ne zirveler, ne zirveler yetişmişti.? Âzâmi zühd ve takva Sürekli düşünerek ve tecessüs ederek yaşamak, mâneviyatın bir buudunu teşkil eder ve çok önemlidir. Ne var ki, ülfet ve ünsiyet bunu engelleyebilir. Bu sebeple ülfet ve ünsiyeti kırmak gerekir. Aslında, zamanımızda pek çok kimse, mâneviyata inanmadan yaşıyor. Onun için Bediüzzaman Hazretleri, “Âzâmi zühd ve takvaya bir cemaat sahip çıkmalı” diyor. Aksi takdirde herkes mesul olur. Sohbetteki insibağ Bir dostun şöyle bir itirafına şahit oldum; diyordu ki: Merhum Necip Fazıl’ın yanına tam on sene gidip geldim. Her gidişimde söylediği şeyler benim için ona ait eserleri birkaç defa daha bitirmekten faydalı oldu. Evet, huzurda bulunmak çok önemlidir; ancak huzurunda bulunulan zata göre insibağ farklılık arz eder. Büyüklerin kendilerine göre birer atmosferleri vardır. İnsan o atmosfer içine girdiğinde ayrı bir iklime, ayrı bir buuda ulaşmış gibi olur. Sohbetindeki insibağ açısından en büyük zirveyi Efendimiz tutmuştur. Onun içindir ki, O’nun sohbetiyle yetişmiş sahabeye bir başkasının sohbet halkasında yetişenlerin ulaşması mümkün değildir. Teokratik düzen Teokratik düzen, İslâmî, şer’i bir sistem demek değildir. Tam aksine, kurumlaşmış dinî bir sınıfın kendi içtihat ve görüşleriyle sistemleştirdikleri bir idare tarzıdır. Bir kesim İslâm adına ona sahip çıkmakla hata etmekte, diğer bir kesim de teokrasi deyip İslâm’a saldırmakla günahlara girmekte... Teknik ve teknoloji Âdet-i İlâhî olarak, insanlar rızâ-i İlahî dışında bir şeyin üzerine çok düşmüşlerse, o şey başlarına hep dert olmuştur. Elektronik dünyası.. pilotsuz uçaklar... İhtimal bunlar ileride belki icat edenlerin dahi başına dert olacağa benziyorlar. Bunların dünlerinden ve bugünlerinden de bu anlaşılıyor. Evet, bir öfke ile neler olmaz ki? Birisi sana kötülük etse, bir düğmeye basmakla her yeri harap edebilirsin. Hal-hatır sormak “Nasılsınız?” sualine karşılık, maddî hastalıklarım sebebiyle, yalan olmasın diye, “iyiyim” demiyorum. Mânen zaten hiç bir zaman iyi olmadım. O bakımdan, “Nasılsınız?” sorusuna, “Allah iyi etsin!” diye karşılık veriyorum. Bunun gibi herkes kendine göre bir cevap verebilir. Yalnız, “Nasılsınız, iyi misiniz?” diye sormak yerine, “İnşâallah iyisinizdir” demek daha muvafık olur zannediyorum. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile ashabı arasında bu türden hal-hatır sormanın cereyan ettiğini bilmiyorum. Yine de, İslâmî ölçüler içinde kalmak kaydıyla hal-hatır sormakta mahzur olmasa gerek.
<< Önceki Haber Zenginlikle gelen gaflet Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER