Sene 1934...
Türkiye, her alanda olduğu gibi musikide de devrim yapmak ister. Daha sonra 'Türk beşlileri' olarak adlandırılacak
Cemal Reşit Rey, Adnan
Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses'in de bulunduğu bir toplantıda devrimin hayata nasıl geçirileceği tartışılır. İçlerinden biri "Halka tek sesli Türk müziği dinlemeyi
yasaklayalım." der. Bir diğeri hemen
itiraz eder: "Olur mu böyle şey! Diyelim bir
çoban davarlarını otlatırken
şarkı söyleyecek olsa illa ki ikinci bir çoban bulup, 'Gel birader şu ikinci sesi uydur' mu diyecektir?" Yasak teklifinin kimden geldiği bilinmiyor. Ancak itirazın
Cemal Reşit Rey'den geldiği kesin. Rey'in itirazı ciddiye alınmaz ve tek sesli
müzik radyoda yasaklanır. Musiki devrimi içinse dünyanın o dönemki müzik başkenti
Almanya'ya başvurulur.
Berlin Filarmoni Orkestrası şefi Wilhelm Furtwangler'in önerisiyle Frankfurt'tan Paul Hindemith, müzik devrimini hayata geçirmek için Türkiye'ye getirilir.
Hindemith'ten 54 yıl sonra Frankfurt'tan bir başka müzisyen Türkiye'ye gelir. Geliş amacı müzik değildir. Tatil için gelen Piyanist Wolfgang Schneider, Almanya'ya döndüğünde eski Wolfgang değildir. Türk müziğinden etkilenen Schneider için müzik kariyerinde yepyeni bir sayfa açılır. Döndükten sonra Türk müziğini araştıran müzisyenin Türk çağdaş müziğini keşfetmesiyse iki yılını alır. Frankfurt yakınlarındaki Langen şehrinde yaşayan Schneider, 20 yıldır Türk bestecilerin eserlerini icra ediyor. Ömrünü Cemal Reşit Rey, Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin gibi isimlerin eserlerini araştırmaya adayan müzisyen, kaynaklara ulaşmak için
Türkçe de öğrenir. Frankfurt'ta gerçekleştirdiğimiz röportajı 'kendisini çok daha rahat hissettiği'ni söylediği 'Türkçe' yapacak kadar....
Türkçe dilbilgisiyle rahatlıyordum
Schneider, Almanya'ya döndükten sonra kendisini çok yoğun bir çalışma ortamının içinde bulur. Sınavları için gece gündüz piyano çalışan müzik öğrencisi,
ders aralarında rahatlamak için Türkçe dilbilgisi çalışır. Böyle böyle Türkçe öğrenen Schneider'in Türk müziği serüveni daha sonra başlar. "O dönemde tabii ki Türk çağdaş müziğiyle ilgilenmiyordum. Buradaki çağdaş klasik müziğe ilgim vardı. Zaten Türkiye'de böyle bir zenginlik olduğu da aklıma gelmezdi." diyor ancak böyle sözleri başkalarından sonraki yıllarda sıkça duyacaktır.
Türkçe öğrenmeye başladıktan sonra Almanya'daki Türklerler yakın ilişki kuran Schneider, kültür etkinliklerine davet edilir. Bu toplantılardan birinde "Bizim bestecilerden birini çalsana." diyen arkadaşına "Türk besteciler var mı ki?" diye sorar. Arkadaşının Adnan Saygun'un ismini zikretmesiyle Schneider'in de Türk bestecilerle tanışma serüveni başlar. Sonra saatlerce Adnan Saygun eserlerini çalışan müzisyene bir süre sonra kaynaklar yetmez. O dönemde internet de olmadığından Türkiye yolları görünür ona.
'Türk besteci' kavramını Almanlara anlatmakta hâlâ zorlandığını anlatan piyanist, "Türk bestecinin eserini çalmak hâlâ
doğal bir şey olarak görülmüyor." diyor. Bu konuda en ilginç tepkiyi ise Frankfurt Üniversitesi'nde müzikoloji bölümü
profesörlerinden biri vermiş. Öğrencilerinden 1900 ile 1930 arasında bestelenen
yabancı müzik eserlerini araştırmalarını isteyen profesör, Schneider'in "Türk bestecileri araştıracağım." cevabı üzerine kahkahalarla gülmüş. Profesörün tepkisine daha mesafeli bakabildiğini söyleyen müzisyen, "Türk olsam
hakaret olarak algılardım." demeden geçemiyor. "Almanlardan aldığınız bu tepkiler sizi karamsarlığa düşürmüyor mu?" sorumuza cevabı oldukça net: "Türk bestecileri severek çalıyorum. Yorumlarımı ortaya koyuyorum. Gelen gelsin, gelmeyen gelmesin. Seven sevsin, sevmeyen sevmesin."
Şimdilerde Almanya'da Türk beşlilerin 100.
doğum yılı
anma programları dahil Türklerin düzenlediği sergi açılışları ve
okuma akşamlarında piyanonun başına geçen Schneider, Almanları ve oradaki Türkleri çağdaş Türk müziğiyle tanıştırıyor.
Schneider, çağdaş Türk müziğiyle ilgilense de
halk ozanlarıyla aynı sahneyi paylaşacak kadar da geleneksel müzikle ilgili. 'Elementler' adlı bir etkinliğe bağlamasıyla katılan ozana piyanosuyla eşlik eden müzisyen, "Bu değerleri korumazsak gelecekte onun yaptıklarını kim yapacak?" diye soruyor.
Tek seslilik yanlış bir kavram
Tek sesli müziğin yasaklanması konusunda "tek sesliliğin her konuda yanlış bir kavram olduğunu" söylüyor.
Osmanlı müziğinden örnek veren Schneider, "Osmanlı müziğinde makam ve usul var. Usul ikinci ses değil ama ikinci bir müzik öğesi. Bu müziği korumak, tarihini araştırmak lazım. Yeni yorumcular yetişmeli." diyor. Schneider, 'hazine' olarak nitelendirdiği halk müziği konusunda ise "Türk halk müziği canlı bir gelenek. İnsanların bütün yaşadıklarını ifade eden bir müziktir. Türkiye'nin özelliği sadece bir müzik türünün mevcut olmaması, birçok müzik türlerinin bir arada olması. Ya çağdaş ya halk müziği ayrımı çok yanlış bir şey." diyor.
Repertuarı oldukça geniş olan Schneider, birçok ülkeden klasik ve çağdaş bestecilerin eserlerini icra ediyor. Fakat çıktığı bir konserde Türk bestecilerden bir eser yoksa 'bir şeylerin eksik kaldığı'nı hissettiğini ifade ediyor.