Değişen şartlarda taviz verilmeyecek tek nokta!

Din Sosyolojisi Uzmanı Taha Ünal, "şartların, anlayışların, yaklaşımların değişmesinde" taviz verilmeyecek noktayı yazdı...

Değişen şartlarda taviz verilmeyecek tek nokta!

Değişmeyen ilkeler ve 'değişen şartlar(!)' Tekamül, gelişme ve olgunlaşma, gerek insan, gerekse de toplumlar için doğal bir süreçtir. İnsanın, dünyaya, ‘öğrenerek mükemmelleşmek’ için gönderildiğini göz önünde bulundurursak; tekamül etmeyen bir insanın, yaratılış amacını tam olarak gerçekleştiremediğini söyleyebiliriz. Şartların, anlayışların, yaklaşımların değişmesi, toplumları da bu anlamda zorlar ve gelişen, değişen hayat şartlarına göre yeni bir anlayış geliştirilmesini zaruri kılar. Ancak, burada gözden ırak edilmemesi gereken hassas bir nokta var. O da, nelerin değişip nelerin değişmemesi gerektiği noktasında herhangi bir kafa karışıklığına meydan verilmeden, çok net olunup, bu noktadan taviz vermemektir. Bunu basit bir misalle fehme takrib edersek; eskiyen bir binanın gerekli bakım ve tezyinatı yapılırken, ilk dikkat edilmesi gereken temelidir. Çürük bir temel üzerine, çağın en modern teknikleriyle, en gelişmiş araçlarıyla mükemmel yenilikler, göz alıcı müzeyyanatlar bile yapsak, kısa bir süre bile geçmeden beyhude uğraştığımız ortaya çıkacaktır. Önce temel sağlama alınmalı, inşa edilecek her şey bu temel üzerine bina edilmelidir. İnsanlığı ve insanların oluşturduğu kanun, kural ve kurumları, bina veya binalar gibi düşünürsek, bu binaların temeli ne olmalıdır? Bu kanun, kural ve kurumlar hangi sağlam temeller üzerine inşa edilmelidir? İşte bu soruya en doğru cevabı değişmeyen, akıl üstü bir kaynak verir. Yüce Kitabımızda: Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah’ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın”(Fatır, 35/43) buyrulmaktadır. Ayette “Sünnetullah” tabiri geçmektedir. Sünnetullah: Allah’ın sünneti, kanunu demektir. Allah’ın varlık âleminin düzeni için koymuş olduğu kurallardır. Bu kurallar bir taraftan tabiatta(tohumun dikilip sulandıktan sonra çimlenmesi gibi) değişmez prensipler olarak tecelli ederken, diğer taraftan da insanın tarihî süreç içerisinde benimsediği misyonla ilgili olarak geçerli kaideler olarak tecelli eder. Adalet, bu kaidelerin başında gelir. Adaleti sağlayan temel saiklerin başında ise: herkesin kanun önünde eşit olması, kişinin farkını, soy, sop, nesep ile değil; şahsi, gayret ve çalışmasıyla ortaya koyması (Kişi için ancak çalıştığının karşılığı vardır, Necm, 53/39), yine birinci maddeyle bağlantılı olarak, konulan bir kural veya cezanın, kişinin toplumsal statüsüne bakılmadan herkes için uygulanabilmesi gibi faktörler vardır. Işte, bu ve bunun gibi kurallar, insanlığın bidayetinden bu yana değişmeyen ve gerek fert, gerekse de cemiyetin hakiki tekamüle ulaşması için olmazsa olmaz, temel kanunlardır. Bu meyanda, üstünlüğün, nesep ve akraba bağları ile olmayıp, şahsi gayret ve hak edişle olduğuna dair; Allah Rasulü (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, vefat etmeden önce oluşturduğu ordunun başına, önde gelen sahabilere rağmen, azadlı kölesi Zeyd (r.a.)’in oğlu genç Üsameyi ataması; yine kanun önünde herkesin eşit olduğuna dair: Eşraftan birinin işlediği suç üzerine, cezalandırılmaması adına araya giren sahabilere oldukça hiddetlenen Allah Rasulü’nün: “Vallahi kızım Fatıma da suç işlemiş olsaydı, onu da kesinlikle cezalandırırdım” diyerek kararlılığını ortaya koyması, çok önemli iki örnektir. Böylece, değişmeyecek olan Kur’an’ın en büyük temsilcisi (sav), toplumun tekamülü adına, nelerin değişmemesi, hatta değiştirilmesinin bile teklif edilmemesi gerektiğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Kuralların, amir-memur, işci-işveren demeden herkes için eşit uygulanması, rekabet ve istihsalin arttığı günümüz modern dünyasında çok daha önem kazanmış bulunuyor. Özellikle belli bir amaç ve gaye için yola çıkmış, milletin kendilerine büyük bir itimat beslediği kesimlerin bu noktada çok daha hassas davranması elzem. Çünkü, onlara “değişmeye”nin temsilcileri ve uygulayıcıları olarak hüsn-ü zan besleniyor. Bu hüsn-ü zan da, bahsi geçen kurumlar ve bu kurumların yönetici ve temsilcilerinin, muhatap oldukları bütün toplum kesimlerine, nesebi veya sosyal satatüsüne göre değil; eşit ve şahsi liyakat esasına göre muamelede bulunmalarını zaruri kılıyor. Taha ÜNAL / Din sosyolojisi uzmanı [email protected]
<< Önceki Haber Değişen şartlarda taviz verilmeyecek tek nokta! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER