Yılmaz, yeni kitabında okuru hayatın içinden öykülere davet ediyor. Bu öykülerde yaşayan, nefes alan insanlar var.
Öykücü
Yılmaz Yılmaz, Salik Yola Düşünce adlı ilk öykü kitabından iki yıl sonra yeni öykü kitabı Sabahleyin Bir Tantana'yı (
Okur Kitaplığı) yayımladı. Öyküleriyle Dergâh, Yedi
İklim, Bir
Nokta,
Edebiyat Ortamı ve Hece Öykü gibi dergilerde görünen Yılmaz'la yeni kitabını ve öyküyü konuştuk...
'Salik Yola Düşünce'den sonra ikinci kitabınızı yayımladınız. Öyküde ısrar ediyorsunuz. Neden?
İnsan kendi ruhuna en yakın bulduğu türe denk gelinceye kadar birçok kitaba uğruyor. Her biri ayrı bir tat veriyor ama biri başat oluyor. Ben,
okumalarım neticesinde öykünün ağırlık kazandığını, öykü kitaplarının bende daha çok iz bıraktığını gördüm. Dolayısıyla bilinçli bir
tercih olmadı öyküde karar kılmam. Ruhum meyletti, öyküde karar kıldı, ben de severek kabul ettim. Bir de öykü, kısalığın içinde yoğunluğu, öz söylemeyi gerektiren bir tür. O yoğunluk beni öyküye çekti.
Her iki kitabınızda da öyküler genelde olay ağırlıklı. Öyküde 'imgesel' veya 'olay' ayrımı yapıyor musunuz?
Aslında yazmaya başlarken olay öyküsü ya da imgesel bir öykü yazayım diye düşünmüyorum. İçimdeki ses beni bazen imgeye bazen de olaya götürüyor. Günümüz öyküsünün bilinç akışı, içses ve imge gibi imkânları kullanması gerekiyor. Fakat olayın hiç olmadığı, sürekli iç sesin konuşup durduğu, kendi kendine mırıldandığı, şiire özgü bir dil ile de öykü hantallaşıyor, akmıyor. Sonuçta öykü, anlatma/tahkiye etme üzerine kurulu bir tür. Eleştirmen
Necip Tosun'un ifade ettiği gibi, biçimsel denemeler yapacağım, bilinç akışını ve imgeyi kullanacağım diye öyküyü iyice örtmek hatta anlamsızlaştırmak
modern öykü yazmak değildir. İnsanı, olayı öyküden kovarak modern öykü yazılmaz.
Bütün öyküleriniz açık uçlu biterken, kitaba adını veren 'Sabahleyin Bir Tantana' mutlu sonla bitiyor. Özel bir sebebi var mı?
O öykü, benim yazarken çok mutlu olduğum bir öykü. İyimserliğin, ince şeyleri fark edebilmenin öyküsü daha çok. Hayatın bütün hay huyu içinde, hemen yanı başımızda duran eşimizi,
ailemizi
ihmal edebiliyoruz. Aile, tüm bu
fırtına içinde salim bir sığınaktır. Sezai Karakoç, 'bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun' der. Onun gibi 'aileyi al, çöz çöz, insan olsun' demek için yazıldı biraz da. 'Durup ince şeyleri anlamak' için işaret taşı olsun istedim o öykü.
'Yalnızlık Zamanında İç Dökmeler' öykünüzde, eski bir
devrimci olan Kıvanç'la, ona özenen Muhlis'i anlatıyorsunuz. Muhlis yalnız kalıyor, anlaşılmıyor ve pes edecekmiş gibi duruyor. Ama Muhlis baskılara dayanıyor ve vazgeçmiyor. Bu bağlamda, sizin için öykü direnmek midir?
Muhlis, bir yazı heveslisi. Kıvanç'ın mücadeleci ruhu, okuma aşkı ona cazip geliyor. Onun için okuyor, kendince yazıyor. Bu yolda Kıvanç ona
rehberlik yapıyor, yüreklendiriyor onu. Dolayısıyla okuyan-yazan birinin her zaman bir rehbere ihtiyacı oluyor. Dertleşmek için, kendi türkülerini söylemek için. Okuyan ya da yazan insan biraz da gönüllüdür yalnızlığa. Okumalarımız bizi diğer insanlardan farklı bir noktaya taşıyor, biz istemesek de. Dolayısıyla okuyanla okumayan bir olmuyor, aynı düzlemde buluşamıyor. Okumayan insanların ezici çoğunluğu okuyanı 'öteki' kılıyor. Okuyan ya kendini gizleyecek veya yılmadan, sabırla devam edecek. Ben, yılmadan devam etmek gerekir, diyenlerdenim. Okumak bizi farklı kıldığı kadar donanımlı hale de getiriyor. İşte kazandığımız bu donanımlar, derdimizi anlatmak için bir fırsat. Derdimizi ifade edecek yol ise öykü. Bu yolu sonuna kadar kullanmak gerekiyor.
'Bir Ölümün Duyuruluşu' öykünüz şu cümle ile bitiyor: "Devrilsen de dene!" İnsanlığın genel problemlerini göz önüne alarak soracak olursak, kitaplarınız, öyküleriniz bu cümlenin neresinde yer alıyor?
Şairin 'yenilgi yenilgi büyüyen bir
zafer vardır' dizesi geliyor aklıma. Öyledir, pes etse idi cennetten yeryüzüne teşrif eden babamız Âdem aleyhisselam pes ederdi. Yazının ustalarından, sözün sultanlarından öyle öğrendim ben:
Yazar olmak bir sorumluluğun altına girmek demektir. Yazılanlar artık toplumda şöyle veya böyle okunuyorsa temkinli hareket etmek zorundasınız. İnsanı bunalımlara, bitmişliğe, hiçliğe, bohem duygulara, behimi zevklere, isyana götüren öykülerin sahibi olmak istemiyorum. Onun için de "devrilsen de dene, güzelin peşinde ol" demeye çalışıyorum.
Bir ifade biçimi olarak öykü, söylemek istediklerinize yeterli geliyor mu? Bu bağlamda, öykünün geleceğine dair kaygılarınız oluyor mu?
Ben dertsiz, kaygısız olduğum için öykü yazmıyorum. Takıldığım, eksikliğini hissettiğim şeyleri öyküyle ifade etmeyi bir zorunluluk olarak görüyorum. Eskimez güzelliklerin peşine düşüyorum. Onları öykü aracılığıyla ifade etmeye çalışıyorum. İnsan var oldukça, onun yeryüzü macerası devam ettikçe öykü devam edecektir.