Fetih 1453 filminin tarihi gerçeklere uyup uymadığı konuşuladursun, şimdilerde
Fatih Sultan Mehmet'in hayatını, kişiliğini anlatmak için 'Fatih; Avrupa'nın Kaderini Değiştiren Adam' adlı belgeselin çekimleri devam ediyor. Kerime Şenyücel yönetiminde, uzman bir
ekip tarafından, dikkatli ve titiz bir çalışma ile çekimleri devam eden,
animasyon ve canlandırma ile
desteklenen belgeselin 2012 sonunda gösterime girmesi planlanıyor.
Belgeselde bugüne kadar ulaşılmamış belgeler de işleniyor. Dramatik bölümlerde 12 yaşındaki Fatih'i Ege Ekal, 25 yaşındaki Fatih'i İsmail Demirci oynuyor. Yaşlı Fatih'i
Osmanlı Hanedanından II. Abdülhamid'in torunu Orhan Osmanoğlu canlandırıyor. Fatih'in unutulmaz Sadrazamı Çandarlı Halil Paşa'yı,
Oktay Dener oynuyor. Belgesel ekibi tarihi bilgileri gün yüzüne çıkarırken pek çok uzmandan da destek alıyor. Bu çerçevede, Prof. Dr. Halil İnalcık'ın araştırmaları temel alınmış ve
UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Genel Kurulu Üyesi Dr. Mehmet Kalpaklı, metni ve senaryoyu yazmış.
Bizans-Osmanlı uzmanı sanat tarihçisi Prof. Dr.
Semavi Eyice, Prof. Dr. Serpil Bağcı, Doç. Dr. Deniz Esemenli görsel
danışman olarak yerlerini almışlar.
SEN BENZEMEZSEN KİMSE BENZEMEZ
Orhan Osmanoğlu'na Fatih Belgeseli'nde dedesi Fatih'i canlandırma teklifi Kerime Şenyücel tarafından getirilmiş. Orhan Osmanoğlu, Kerime Hanım'la 2004 yılında Son Osmanlılar belgeselinde birlikte çalıştıklarını anlatıyor. "Kerime Hanım'la Son Osmanlılar diye 9 bölümlük bir belgesel hazırlamıştık. O belgeselde danışmanlık yapmıştım. Kerime Hanım'ı Osmanlı'nın yaşayan fertleriyle birebir görüştürdüm. Çok güzel bir belgesel oldu.
Dolmabahçe Sarayı'nda 2006'da kokteylini yaptık. Sonra Kerime Hanım Fatih projesini anlattı. Bana 'Sen dedenin ölmeden önceki haline çok benziyorsun. Biraz daha kilo al, sen oyna belgeselde' dedi. Oyuncu olmadığımı söyledim. Dedeme çok benzemediğimi anlattım. 'Sen benzemezsen kimse benzemez' dedi. Ben de hem Kerime Hanım'ı kırmamak hem de dedemin ruhunu taşımak için kabul ettim" sözleriyle anlatıyor belgesele dahil olma sürecini. Fatih Sultan Mehmet vefatına yakın yaklaşık 140 kiloya çıktığından, Orhan Osmanoğlu da kilo almış ve sakal bırakmış.
KAFTANI GİYDİM TÜYLERİM DİKEN DİKEN OLDU
Orhan Osmanoğlu sonradan öğrendiği
Türkçesi ile Fatih imajını bozmamak için
diyalog olsun istememiş ancak Kerime Hanım'ın kararı kat-i olmuş: "Konuşma olacak. Sen ezber yapmaya başla" Kendisi için en zor sürecin bu olduğunu ifade eden Osmanoğlu, geceler boyu ezber yapmaya çalıştığını ve rolü kaldırıp kaldıramayacağı konuşunda endişelendiğini anlatıyor. "Ben
oyuncu değilim. Sadece dedemin ruhunu taşımak için belgeselde bulunayım dedim. Maddiyatla hiç ilgisi yok. Kerime Hanım ve TRT'ye hediyem olsun istedim." Fatih'i canlandırma sürecinde kaftanı bile giyerken tüylerinin diken diken olduğunu söyleyen Osmanoğlu, yine de bu işin altından kalkmış. "Ressam Bellini ile bir konuşma sahnesi var. Hem samimi hem
sultan gibi durmam gerekiyor. Kerime Hanım'a 'Ben oyuncu değilim. Bana yol gösterin ne yapmam gerekiyor' dedim. 'Ben ne diyeyim sana. O kadar güzel oynadın ki' dediler. Hatta tekrar bile çekmedik" diyor. Bellini'yi canlandıran aktörse "Abi sen burada dursan yeter" demiş.
'Türkiye'ye gelince dönmek istemedim'
Orhan Osmanoğlu'nun babası
Harun Efendi, Sultan Abdülhamit'in en büyük oğlu Mehmet Selim Efendi'nin torunu. Orhan Osmanoğlu Sultan Abdülhamit'in 4. kuşaktan torununun torunu oluyor. Mehmet Selim Efendi
sürgün kararı çıktığında hem
modern hem de dinini yaşayabileceği bir
ülke olarak gördüğü Lübnan'a gitmeye karar vermiş ve burada
halk tarafından çok sevilmiş ve Abdülhamid'in oğlu diye el üstünde tutulmuş. Şam'da doğan Orhan Osmanoğlu ise 1974'de af kanunu çıktıktan sonra Türkiye'yi görme şansına kavuşmuş. 1975'de 12 yaşındayken ülkesinin görmek için Türkiye'ye geldiğini anlatıyor Osmanoğlu. "Halam 1954'ten beri Türkiye'deydi. Ben Türkiye'ye ilk defa geldiğim halde burası bana çok sıcak geldi. Kendi vatanım olarak gördüm. Her ne kadar burada doğmadıysam ve Türkçe de bilmiyorsam da burada kalmak istiyorum diye babama çok ısrar ettim. Babam bırakmak istemedi. ' Türkçe bilmiyorsun, nasıl olacak?' dedi. Halamın yanında kalırım dedim." Israrları sonucu babasını ikna eden ve bu sayede Türkiye'de kalan Osmanoğlu için yeni bir süreç başlamış; Türkçe öğrenmek. O güne kadar
Arapça okuyup yazdığı için okula ilk defa başlayan bir çocuk gibi önce Latin harflerini sonra
okuma ve yazmayı öğrenmiş.
KIZIL SULTAN'I DUYUNCA YIKILDIM
O dönemlerde dedesi Abdülhamit'in
Kızıl Sultan olarak anılması onu hem üzmüş hem de şaşırtmış. "1990'lara kadar, bunu üzülerek söylüyorum, dedeme Kızıl Sultan derlerdi. Tüylerim diken diken olurdu. Bunu söyleyenler de kendi milletimiz. Araplar Sultan Abdülhamid'e daha saygılı, daha çok sahipleniyor. Geldim Türkiye'ye dedeme küfrediyorlar. Çok üzüldüm ama tartışmaya girmedim. O yıllarda bırakın Sultan Abdülhamid'in torunu olmak, lehine bir şey söylemek bile cesaret isterdi." diye anlatıyor o günleri. Aile olarak kendilerini fazla tanıtmadıklarını anlatan Osmanoğlu, son on yıl içinde eğitim sisteminde değişiklik olduğunu ve gençlerin artık Sultan Abdülhamid'e Kızıl Sultan demediklerini söylüyor.
SOHBET KONUSU GEÇİM SIKINTISIYDI
Aile içinde eski günlerin yad edilip edilmediği soruma Orhan Osmanoğlu'nun cevabı trajik oluyor. "Biz sürgündeydik ve geçim derdine düşmüştük. Geçim sıkıntısı içindeyken ne Osmanlı'yı öğretebilirsiniz
ailenize ne de başka bir şeyi. Yarın hayatta kalabilecek miyim? Onun derdindesiniz. Lübnan'a gittiğimizde Sultan Abdülaziz'in, Sultan Reşad'ın torunlarıyla görüşürdük. Yaşım küçüktü. Babam o sohbetlere katılırdı. Ama orada da saraydaki anılar değil, geçim sıkıntısı konuşulurdu. Herkes geçim derdindeydi. Saraydan çıktıklarında ellerindeki para 3- 4 ayda bitti. Herkes çalışmak zorunda kaldı. Sarayda yaşayan sultanlar, hanımlar parayı kullanmayı bilmiyorlardı. Çünkü o zamana kadar hiç ihtiyacı olmamış. Eline 3- 5
kuruş para verip
yurtdışına gönderiyorsunuz. O paranın ne kadar yeteceğini bile bilmiyor. Ki ilk yurt dışına çıkan şehzadeler 5 yıldızlı otellerde kaldılar. Paralarının yeteceğini zannettiler. Bir hafta sonra anladılar ki ellerindeki para hiçbir şey değil. Hemen ayrıldılar. Bazıları şoförlük yaptı, bazıları
mezar bekçiliği yaptı, bazıları
tuvalet temizledi. Gece kulübünde
keman çalan şehzade var. Hiç biri avucunu açıp dilenmedi. Bazıları 3-4 dil bildiklerinden tercümanlık yaptı." Ancak aile içindeki sözlü eğitim yine de devam etmiş. Osmanoğlu, "Babaannem 'Sen şehzadesin kaşığı öyle tutma. Şöyle otur. Sen şehzadesin suyu öyle içme. Böyle giyin' derdi. Yaşımız küçüktü. Neden böyle derdi babaannem anlamazdım. Hem bize şehzade diyor, hem de cebimizde metelik yok. Babaanneme sorardım. 'Şehzade diyorsun ama filmlerde şehzadelerin atlı arabaları var, paraları var. Saraylarda yaşıyorlar biz niye böyleyiz?' diye sorardım
cevap veremezdi."
Yeni
Şafak