İslâm medeniyetinin birikiminden ve onun asırlık çınarı
Anadolu’dan, bu tasavvurların önümüze serdiği ufuktan bakabildiğimiz ölçüde beslenebilir, meyveleri olan
kalp ehli insanları tanıyabilir, tanıdığımız oranda da varlığı ve hadiseleri değerlendirme ölçülerini anlayabiliriz. Aksi halde her şey her şeye yabancılaşır, aslı astarı olmayan yorumlar, hakkın hatırını hiçe sayan bencil yaklaşımlar o medeniyetin sınırları aşan realitesini, hayata dönüşen renklerini, canlı ve cansız
tanıklarını bir bir yok eder, kavramların ve değerlerin altını boşaltır. Eskilerin tabiriyle hakikat esastır, ona ayînedarlık etmek için de herkese düşen ölçü bellidir; ‘Mürşid-i kâmile kerâmet değil istikâmet, müride de teslimiyet ve edep yakışır. Kem âlat ile kemâlat olmaz. ’
Yaslandığı medeniyetin mirasına gözü gibi
bakan, şahsî itibarlara
prim vermeden
Allah Resulü’nün emanet ettiği, içinde bulunduğumuz zamanda da farzlar üstü bir farz hükmü taşıyan tebliğ ve irşad vazifesinin dinginliğinde benliğini eriten birçok yüce kâmet bize hayatlarıyla
rehberlik etmektedir. Yörede sevilen, ülkede bilinen, yer kürede tanınan, gerçek durum ve mevkileri ancak Yüce Yaratıcı’ya malum olan bu diri ve duru gönüller, olayların akışına ve hayatın telaşına kapılmadan sürekli hak ve hakikat çizgisinde sâbit kadem olmaya devam etmişlerdir.
Kaynak Yayınları tarafından yayınlanan ve Nazif Yılmaz’ın derlediği Hatıralar ve Mülâhazalar 1
Ahmed İslamoğlu isimli kitap, Anadolu’nun yetiştirdiği gönül dostlarından birine ışık tutuyor. Dindarın hor görüldüğü, dini yaşamanın yasaklandığı, Anadolu’yu Anadolu yapan bağların kesilmeye çalışıldığı bir dönemde gençliğini İslâm davasına adayan, mesleğini bırakıp ilim tahsil eden, ilmin izzetini ve şerefini hayatının her karesinde vakarla koruyan bir gönül ehli, İslamoğlu.
Ahmed İslamoğlu’nun mülâhaza ve hatıraları isimli kitap sekiz bölüm halinde derlenmiş. İslamoğlu’nun
ailesi ve yetiştiği muhit, gençliği ve ilim tahsiline başlaması, evliliği ve aile hayatı, askerlik hatıraları, tasavvuf ve tarikata dair hatıra ve mülahazaları kendi ağzından dinlenip kaleme dökülmüş.
Salih insanların sohbetlerindeki o bildik tat kitabın tamamına sinmiş. Yaşadıklarını anlatırken bile konuyu kendinden ziyade hakikatin büyüklüğü karşısındaki durumumuza getiren mütevazı bir hal var cümlelerin içerisinde. Mürşid-i Kâmil’i Yahyalı
Hacı Hasan Efendi’nin ifadeleri içerisinde yer alan ‘Şimdi herkes şeyh, mürit pek yok!’ yergisini kullanarak kendine
ders çıkartacak kadar arı ve duru bir gönlün bahçesine konuk olma şansı var sayfaların arasında.
Kitap, Ahmet İslamoğlu Hocaefendi’yi tanıtmakla beraber, hayat hikâyesi ve mülâhazalarının ışığında Türkiye’nin
zihin haritasının değişimine ve bu uğurda gösterilen çabalara tanık olmak isteyenler için de önemli bir başvuru kaynağı.