Hikâyeyi bize yakın kılan nedir sorusu, cevabı sıklıkla aranmış sorulardan.
Şiir gibi geleneği olan; daha doğrusu gelenekle güçlü bağlar kurabilen bir tür olması, cevabı aranan bu soruda bize ipuçları sunuyor sanıyorum.
Yakın dönemde aksi yönde gelişmeler görülse de hikâyede, şiir gibi okuyucuyu sarsacak dizelerden daha çok yatağında akmayı vazife bilmiş bir suyun olgunluğu hissedilir. Buna rağmen günümüzde çok sesli bir dile kavuşmuş olmanın da ağırlığı taşımaktadır hikâyemiz. Modern dünyanın getirdiği
yalnızlık ve ıssızlığın iliklerine kadar işlediği edebiyat ortamı, bazı bazı eski sesleri aramakta ve bulmaktadır.
Salih Gülen’in
Nöbetçi Zeytin’i bahsi edilen bu eski ve yerleşik sese
kulak vermek isteyenlerin başvuracağı bir eser. Sütun Yayınlarından çıkan kitapta, on iki hikâye bulunuyor. Samimi ve okuyucuyu içeriden yakalayan edasıyla, yokluğu hissedilen bir yerde duruyor kitap.
Yazar, arka kapakta ‘tebessüm bırakmak gayreti’nden bahsediyor ve ekliyor: “Hayatın en dramatik anlarında bile görmesini bilen için derinlerde bir yerde de olsa ince bir tebessüm vesilesi vardır. Ben, gündelik hayatın her anına yayılan bu bir dirhem tebessümü bir damla mürekkeple çoğaltma çabasındayım.”
Varlığını her geçen gün daha yüksek bir tanda hissettiren hikâye, haliyle çeşitlenmekte, ara sokaklara dalmakta, söylenmeyene doğru akmaktadır. Bunun bir sonucu olarak yeniyi ararken mevcut olana da uzaklaşılmaktadır. Yalnız yaşayan şehir insanları, ailesiz akrabasız bayramsız düğünsüz
halk yığınları, bunalan mutsuz umutsuz terk edilmiş kalabalıklar edebî türlerin başkahramanlarını oluştururken, yer sofrasına oturan köylüler, görücü usulüyle evlenip mutlu olan çiftler,
iftar yemeklerinde toplanan dostlar,
akşam ezanıyla evlerine doluşan çocuklar,
helal ekmeğinin kaygısında babalar, evinin penceresinde erini bekleyen kadınlardan neredeyse hiç bahsedilmez oldu. Nöbetçi Zeytin, işte burada söze karışıyor ve aslında çok gerilerde olmayan geçmişimizi yahut bir yerlerde hâlâ sürüp gitmesine rağmen yazılmaya değer görülmeyen hayatları topluyor bünyesinde.
“Sabahın sünneti”,
Ramazan bitti mi?”, “Horozunuz yumurtladı mı beyim?”, “
Armut ve krampon” “Revaniyi çevirdin mi?”…
Kitaptaki hikâyelerden sadece birkaçı… Hoşsohbet ihtiyarların, kökleriyle yaşayan insanların, bir anlamı tamamlayan haylaz çocukların fotoğrafını çekiyor
Salih Gülen, sıcak ve mizahî üslubuyla. Yer yer karşılaşılan konuşma dili ve yerel ağzın, atasözleri gibi halk deyişlerinin varlığı, hikâyelerin bereye yaslandığı noktasına götürüyor bizi. Kendi iç dinamikleriyle kurulan bu çatının altı, yine
yerli malzemeyle ustaca kurulmuş. Hepimizi içine alacak kadar geniş ve sahici bu fotoğrafta, toplumumuzun toplu hatırasını görebilmek mümkün.
Hüseyin Çelik