ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
Eskiden beri bilinen klasik Kur’an tarifi şöyledir:
Eskiden beri bilinen klasik Kur’an tarifi şöyledir:
“Kur’an, Hz. Muhammed Aleyhisselama vahiy yoluyla indirilmiş,
tevatürle nakledilmiş, Mushaflarda yazılmış, okunmasıyla ibadet
edilen, mucizelik vasfı olan İlâhî kelâmdır.”
Üstad
Bediüzzaman Hazretleri, Kur’an’ın keşfettiği 200 çeşit mucizelik
veçhinden 40 tanesini anlattığı Yirmi Beşinci Söz’de, hemen giriş
kısmında şöyle bir tarif yapmaktadır: “Kur’an: Şu büyük kâinat kitabının
ezeli bir tercümesi… (Yani ezeli ilim, hikmet ve kudretle kainatın
yaratılışı hakkındaki gerçek bilgiler Kur’an’dadır. Kur’anî olmayan
felsefî düşünceleri gerçeği tam yansıtamaz. Çünkü hiçbir insan ilk
yaratılışa şahit olmamıştır; doğrusunu nereden bilecek?) Tekvînî
âyetleri okuyan çeşitli dillerinin ebedî tercümanı… (Yaratılış
âyetlerinin ne mânaya geldiğini hep anlatıp duracak bir tercüman…
Mesela, gök taşlarının, meteorların düşmesinin mânası nedir? Gökte konuşulanları çalmak ve yerdeki kâhinlere getirmek için kulak hırsızlığı yapan şeytanların taşlanması olayını, yarım yamalak bilgilerle zihin kirlenmesine sebep oluşlarını biz âyetlerin net ifadeleriyle anlıyoruz…)
Şu gayb ve şehadet âleminin kitabının müfessiri… (Şu içinde yaşadığımız şehadet âlemi denilen fiziki âlem nedir, niçin yaratılmıştır ve göremediğimiz gayb âlemi nedir ve orada neler olmaktadır, biz bunların izâh ve tefsirini ancak Kur’an’dan öğrenebiliyoruz. Doğru bilgiler Onda.) Zeminde ve gökte gizli İlahî İsimlerin mânevî hazinelerinin keşşâfı… (Yaratılan herşey, meydana gelen her olay, bütün ilimler sanatların hakikatı Cenab-ı Hakkın isimlerine dayanıyor. O hazinenin tecellileri… Ama bunu insanların bilmeleri mümkün değil. İşte Kur’an-ı Kerim’in çoğu zaman meseleleri anlatıp İlahî Güzel İsimlerden bir veya birkaç isme dayandırması, bazan da örneklerine bakarak bizim bulmamız için akla havale etmesi bu gerçeği öğretmek içindi. Bu hususta bilhassa Yirmi Beşinci Söz’ün İkinci Şule’sinin İkinci Nur’unda pek çok misal verilmiştir.)
Hâdiselerin satırları altında gizli hakikatların anahtarı… (Kehf Suresinde Hz. Musa Aleyhisselam ve Hz. Hızır Aleyhisselamın kıssasında ve Yusuf Suresinde Hz. Yusuf Aleyhisselamın kıssasında anlatıldığı gibi, olayların ledünniyatı, gerçek hikmet ve sebepleri, olayların dilinin anlattığı gerçeklerin yorumları Kur’an’da anlatılıp ve yollarına da işaret edilmiştir.) Âlem-i şehadet (denilen müşahede ettiğimiz fizikî âlem) de gayb âleminin lisanı… (Gayb âlemi üzerinde şu şehadet âlemi, bir perde… Aralayabilenler için tenteneli bir perde. Ama, insanların çoğunu bunu görüp bilmesi mümkün değil. Onun için Kur’an-ı Kerim gayb âleminin bir dili olarak bize yani şehadet âleminde bulunanlara, gaybı anlatıp gösteren bir lisan… Hem de bazı fetânet sahiplerine ekranda seyrettirip gösteren bir ifade mucizesi) Şu şehadet âlemi perdesi arkasında olan gayb âlemi cihetinden gelen Rahmanî, ebedî iltifatların ve Sübhânî, ezelî hitapların hazinesi… (Ey! Nefislerini israf eden kullarım!.. Hitaplarıyla, her surenin başında Rahman ve Rahim isimli Besmele ile şefkatini göstererek iltifat eden Cenab-ı Hakkın bu mübarek Kitabı değer biçilemez çok mühim bir hazine…) Şu İslamiyet mânevî âleminin güneşi, temeli, hendesesi… (İslâmiyet Güneş gibi ışığını, ısısını Kur’an’dan alıyor, planını programını, esaslarını Ondan temin ediyor ve bir medeniyet projesi olan İslam Sarayının mimarisinin hendesesi de yine Ondan geliyor.) Uhrevî âlemlerin mukaddes haritası… (Cennet, Cehennem, Arş, Kursî, Sidre ve Levh-i Mahfuz gibi âhiret âlemlerine ve gayblara ait bilgileri de biz yine bir harita gibi ondan öğreniyoruz.) Zât, sıfat, esmâ ve İlahî şuunatın şevk edici sözü, apaçık tefsiri kesin delili, parlak tercümanı… (Cenab-ı Hakkın Zâtı, sıfatları, güzel isimleri ve İlâhî şuunâtı var. Bunlar nedir? Bunların izah ve tefsiri nasıl olur? Bu gaybî hakikatların isbatı nasıl olur? Bunların tercümanlığı nasıl gerçekleşir meselesinde, karşımıza Kur’an-ı Kerim çıkar. Mesela biz bir sanat eseri görünce, tefekkür zinciri olarak bu eserin bir fiilden, o fiilin bir fâilden geldiğini biliriz. O fiilin fâilinin yaptığı işe ve sanata göre, bir ismi olur. O isim bir sıfattan, o sıfat bir şuun yani kabiliyet ve istidattan doğar. O istidadın da bağlı olduğu bir zâtın varlığı kesindir. İşte Kur’an âyetlerine baktığımızda bunları görürüz. Mesela canlı hârika bir sanat eseri görünce, bunun bir ihyâ yani hayat verme fiilinden olduğunu biliriz. Bu fiilin bir fâili olduğunu da… O fâilin bir ismi vardır: Muhyî yani hayat veren… O bir sıfattan gelir: Hayy… O sıfat tabir câiz ise hayat verme istidadından (şuûndan) gelir. O da bir Zât’tan… O da Allah’tır..)
Mesela, gök taşlarının, meteorların düşmesinin mânası nedir? Gökte konuşulanları çalmak ve yerdeki kâhinlere getirmek için kulak hırsızlığı yapan şeytanların taşlanması olayını, yarım yamalak bilgilerle zihin kirlenmesine sebep oluşlarını biz âyetlerin net ifadeleriyle anlıyoruz…)
Şu gayb ve şehadet âleminin kitabının müfessiri… (Şu içinde yaşadığımız şehadet âlemi denilen fiziki âlem nedir, niçin yaratılmıştır ve göremediğimiz gayb âlemi nedir ve orada neler olmaktadır, biz bunların izâh ve tefsirini ancak Kur’an’dan öğrenebiliyoruz. Doğru bilgiler Onda.) Zeminde ve gökte gizli İlahî İsimlerin mânevî hazinelerinin keşşâfı… (Yaratılan herşey, meydana gelen her olay, bütün ilimler sanatların hakikatı Cenab-ı Hakkın isimlerine dayanıyor. O hazinenin tecellileri… Ama bunu insanların bilmeleri mümkün değil. İşte Kur’an-ı Kerim’in çoğu zaman meseleleri anlatıp İlahî Güzel İsimlerden bir veya birkaç isme dayandırması, bazan da örneklerine bakarak bizim bulmamız için akla havale etmesi bu gerçeği öğretmek içindi. Bu hususta bilhassa Yirmi Beşinci Söz’ün İkinci Şule’sinin İkinci Nur’unda pek çok misal verilmiştir.)
Hâdiselerin satırları altında gizli hakikatların anahtarı… (Kehf Suresinde Hz. Musa Aleyhisselam ve Hz. Hızır Aleyhisselamın kıssasında ve Yusuf Suresinde Hz. Yusuf Aleyhisselamın kıssasında anlatıldığı gibi, olayların ledünniyatı, gerçek hikmet ve sebepleri, olayların dilinin anlattığı gerçeklerin yorumları Kur’an’da anlatılıp ve yollarına da işaret edilmiştir.) Âlem-i şehadet (denilen müşahede ettiğimiz fizikî âlem) de gayb âleminin lisanı… (Gayb âlemi üzerinde şu şehadet âlemi, bir perde… Aralayabilenler için tenteneli bir perde. Ama, insanların çoğunu bunu görüp bilmesi mümkün değil. Onun için Kur’an-ı Kerim gayb âleminin bir dili olarak bize yani şehadet âleminde bulunanlara, gaybı anlatıp gösteren bir lisan… Hem de bazı fetânet sahiplerine ekranda seyrettirip gösteren bir ifade mucizesi) Şu şehadet âlemi perdesi arkasında olan gayb âlemi cihetinden gelen Rahmanî, ebedî iltifatların ve Sübhânî, ezelî hitapların hazinesi… (Ey! Nefislerini israf eden kullarım!.. Hitaplarıyla, her surenin başında Rahman ve Rahim isimli Besmele ile şefkatini göstererek iltifat eden Cenab-ı Hakkın bu mübarek Kitabı değer biçilemez çok mühim bir hazine…) Şu İslamiyet mânevî âleminin güneşi, temeli, hendesesi… (İslâmiyet Güneş gibi ışığını, ısısını Kur’an’dan alıyor, planını programını, esaslarını Ondan temin ediyor ve bir medeniyet projesi olan İslam Sarayının mimarisinin hendesesi de yine Ondan geliyor.) Uhrevî âlemlerin mukaddes haritası… (Cennet, Cehennem, Arş, Kursî, Sidre ve Levh-i Mahfuz gibi âhiret âlemlerine ve gayblara ait bilgileri de biz yine bir harita gibi ondan öğreniyoruz.) Zât, sıfat, esmâ ve İlahî şuunatın şevk edici sözü, apaçık tefsiri kesin delili, parlak tercümanı… (Cenab-ı Hakkın Zâtı, sıfatları, güzel isimleri ve İlâhî şuunâtı var. Bunlar nedir? Bunların izah ve tefsiri nasıl olur? Bu gaybî hakikatların isbatı nasıl olur? Bunların tercümanlığı nasıl gerçekleşir meselesinde, karşımıza Kur’an-ı Kerim çıkar. Mesela biz bir sanat eseri görünce, tefekkür zinciri olarak bu eserin bir fiilden, o fiilin bir fâilden geldiğini biliriz. O fiilin fâilinin yaptığı işe ve sanata göre, bir ismi olur. O isim bir sıfattan, o sıfat bir şuun yani kabiliyet ve istidattan doğar. O istidadın da bağlı olduğu bir zâtın varlığı kesindir. İşte Kur’an âyetlerine baktığımızda bunları görürüz. Mesela canlı hârika bir sanat eseri görünce, bunun bir ihyâ yani hayat verme fiilinden olduğunu biliriz. Bu fiilin bir fâili olduğunu da… O fâilin bir ismi vardır: Muhyî yani hayat veren… O bir sıfattan gelir: Hayy… O sıfat tabir câiz ise hayat verme istidadından (şuûndan) gelir. O da bir Zât’tan… O da Allah’tır..)
Şu âlem-i insâniyetin mürebbisi…
(Kur’an insanlık âleminin mürebbi ve eğitimcisidir. Kalblere ve ruhlara
işleyici temsil ve kıssalarla ders ve ibret alınacak derin dersler
verir. İman ve iz’anla hem de ibretle ders almak niyetiyle Kur’an
âyetlerine dikkatle bakarsak, onun nasıl bir mürebbi, nasıl bir muallim
ve eğitimci olduğunu idrâk ederiz. İşte Sahabe Efendilerimiz!.. Benim
1966’da İzmir Hisar Camiinde Hocaefendinin ilk vaazında duyduğum ve hiç
unutmadığım bir cümle bunu çok güzel anlatır: “Kur’an’ın canlı
tefsirleri Sahabe Efendilerimiz!.. Anlatacaklarım mücerret (soyut)
şeyler değil; müşahhaslaştırıp takdim edeceğim. Misalleri müşahhas
olarak hep Sahabe Efendilerimizden vereceğim!”
Gerçekten Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi, cumartesi ve Pazar
günleri talebelerle yani bizlerle yaptığı tehzîb-i ahlâk derslerinde
misalleri hep Sahabe-i Güzîn Efendilerimizden verir ve her zaman bir
siyer felsefesinden bahsederdi…