Kurban hürmetine… Arefe günü bu duayı edelim ve "amin" diyelim...
FİKRET KAPLAN
Arefe ve bayram gibi mübarek zaman dilimlerinde mazlumlar için daha bir yana yakıla inleyip dua etmek lazım!.. Cenâb-ı Hakk’ın “Hakiki bayramı vereyim de bari bunları razı edeyim.” diyeceği günün ümidiyle kaldıralım ellerimizi.
Böyle bir şeyin şerefesinde miyiz, arefesinde miyiz, arefeyi bayrama bağlayan gecesinde miyiz? Onu kestirmek mümkün değil! Fakat inşaallah o meseleye ümit içinde yakın duruyoruz. Yakın duranları da Allah (celle celâluhu) hizlana, hicrana maruz bırakmaz.
Bir Kurban Bayramı’na daha kavuşuyoruz gurbet diyarlarda…
Gönlümüz bir yandan heyecan yaşarken; diğer taraftan tasa, hüzün, şiddetli elem ve yürek yangını içinde…
Rabbimiz, Hizmet hareketini bir dünya hizmeti yapmayı murad buyurduğu için Hamd ü Sena ile dolu yüreklerimiz. Peygamber Efendimiz’in (sav) garipliğini gidermek ve İslam’ın aydın çehresini yansıtmak için dünyanın dört bir tarafına dağılan binlerce hizmet insanının sinesi heyecanla çarpıyor.
Diğer yandan, kaçırılan, hapishanelerde çırıl çıplak soyulan, soğuk su altında bekletilen, dayak, küfür ve psikolojik işkenceyle mağdur edilen insanlardan, annesiz babasız bırakılan çocuklara; 17 bin kadından, 100 binlerce tutukludan ve anneleri ile ceza evinde yaşayan bine yakın bebekten; doğum yaptıktan saatler sonra kundaktaki bebeğiyle tutuklanıp gadre uğrayan masumları düşündükçe kahroluyor insan. ‘Ben burada rahatça yaşarken, zulüm gören, gurbet tadan kardeşlerim ne yapıyor ızdırabı ok gibi saplanıyor kalbimize…
Ey kalbi kırıklara maiyyetini vaad buyuran Rabbimiz! Mazlumlara reva görülenler karşısında kalplerimiz bu bayramda da kırık! Yeryüzü bütün genişliğine rağmen daraldıkça daraldı; sadırlarımız ve nefislerimiz bizi sıktıkça sıkmaya başladı. Ne olur bu mübarek günler hürmetine…Arefe ve Kurban hürmetine kardeşlerimizi acilen kurtar!
Hâbil ve Kâbil kurban emrine muhatap olunca, Kâbil, koyun kesmeye yanaşmamış, ürünün iyi kısmından kurban etmeye de kıyamamış ve kıymetsiz başaklardan oluşan bir demeti kurban olarak arz etmişti.
Habil ise önce malını (Kurban) ve daha sonra canını Allah yolunda Kurban etmişti. Allah (cc) ondan bunu kabul buyurduğunu haber vermişti.
Efendimiz’in Aleyhissalatu Vesselam ahirzamandaki "Kardeşleri" olan yiğit Hizmet insanları da O’nun davası uğrunda gece gündüz demeden çalışıp her türlü çile ve ızdırabı göğüsleyerek dava-yı nübüvvete vâris olduklarını gösterdiler. Sahip oldukları her şeyi O’nun yolunda kurban ettiler. Yüce Allah onların bu Kurbanlarını de kabul etmiş olmalı ki gittikleri her yerde Hizmet sevdalılarına hüsnü kabul vaz’etti.
Fakat, onların dünya çapında ortaya koydukları bu hayırlı işleri görünce, çağın Kabilleri yine ellerinde kin ve haset taşları: “Sizi öldüreceğiz, size yaşama hakkı vermeyeceğiz!” dediler.
Onlar da tıpkı Habil gibi:
‘Allah, ancak müttakilerden kabul buyurur! Siz, bizi öldürmek için el kaldırsanız da biz sizi öldürmek için şeytani tuzaklara, zulümlere girmeyiz. Hanımlarınıza, çocuklarınıza dokunmayız… Soykırımla ailenizi dağıtıp yok etmek için münafıkça hareket etmeyiz! Çünkü biz alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarız.’ dediler.
Sahip oldukları her şeyi…mal u menallerini, evlad u iyallerini, can u cananlarını bu yolda feda ettiler; ama asla taşkınlığa girmediler, yakıp yıkmadılar, tahriklere kapılmadılar, hüzünlerini, tasalarını, dertlerini, kederlerini Yüce Allah’a arz ettiler:
Ey muztarın duasına icabet buyuran Rabbimiz! Habil’in Kurban’ını kabul ettiğin gibi inleyen gönüllerin Kurbanlarını da kabul buyur. O masumlar adına kesilen Kurbanları onların kurtuluşuna vesile kıl İlahi!
Hazreti İbrahim ve İsmail, Hakk’a teslim olup Hazreti İbrahim, kurban etmek üzere oğlunu yere serdiğinde bıçak onu kesmedi. Yüce Allah onlara şöyle seslendi:
"Ey İbrahim! Sadâkatini gösterdin! İşte, sana, oğlunun yerine boğazlayacağın kurbanlık! Boğazla onu!"
Bugün ağır bir imtihandan geçen İsmailler de Allah’a teslim olup O’ndan başkasına secde etmediler, O’na inandılar, O’na teslim oldular. Haksızlık karşısında eğilip bükülmediler. Bir menfaat mukabilinde başlarını eğmeden dünya karşısında yüzlerini yere sürmeden yürüdüler.
“Allah için yaptığım hizmet karşılığında, bir cübbe ölçüsünde bir şey alacaksam, Allah canımı alsın, yerle bir olayım!” mülahazasıyla hareket ettiler!.. Dünyevî saltanat adına hizmetlerini asla bir beklentiye bağlamadılar!..
Her gün birkaç defa öldüler, kaç defa yine dirildiler, eşlerinden, çocuklarından, anne-babalarından mahrum edildiler, yine de Allah rızasından ayrılmadılar. Hz. İsmail gibi tam teslim oldular.
Ya İlahi! Bugün yüzbinlerce İsmailler, boyunlarında kin ve haset bıçağı onlara göndereceğin müjdeyi bekliyor. Ne olur onları bu ümidinde hüsrana uğratma.
Ey Gariplerin Sahibi… Ey Mazlumların Sahibi… Ey Mağdurların Sahibi… Ey mahkumların Sahibi…Onların hepsini birden, tasavvurları aşkın, sürpriz şekilde salıver Allah’ım! Ne olur?!. Onları eski hallerine, güzel durumlarına yeniden iade buyur!.. Haklarını, imkanlarını iade buyur!.. Onlar, bir kısım mutasallıtların, mütegalliplerin, mütemelliklerin tasallutuna, saldırısına, tahakkümüne maruz kaldılar; o zalimlerin ve münafıkların ellerinden onları kurtar!..
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, “Bu benim için, bu da ümmetimden fakirlerin yerine” diyerek birden fazla kurban kesmiş, hatta Veda Haccı’nda -altmış üçünü bizzat, diğerlerini Hazreti Ali’nin eliyle olmak üzere- yüz deve kurban etmişti.
Ey Rahmetiyle bütün kainatı kuşatmış olan Allah’ım! Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in, muhtaçlara yardım etme ve onların da bayram yapmalarına vesile olma niyetiyle kestiği bu kurbanları, bugün her şeyleri ellerinden alınarak hapishaneye atılan Hizmet gönüllüleri için de kabul buyur! Onlar Senin Habib-i Edib’inin (sallallahu aleyhi ve sellem) ahirzamandaki kardeşleri… asrın yalnız kalmış garipleri!
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bir gün, bayramlık elbiseler giymiş çocukların neşe ve sevinç içinde oynadıklarını görmüştü. Onların yanından geçerken, yırtık elbiseli, boynu bükük bir çocuğun, kenarda oturup, diğerlerini hüzünle seyrettiğine şahit olmuştu. Rahmet Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) hemen onun yanına yaklaşıp, halini hatırını sorup, gönlünü almak istemişti.
Çocuk, babasının cihad meydanında şehit olduğunu söylerken ve kimsesizliğinden dert yanarken, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gözyaşlarına boğulmuş, ağlıyordu… Rahmet Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) çocuğun ellerinden şefkatle tutmuş, saçlarını sevgiyle okşamış ve:
“Yavrum, Allah Rasûlü baban, Aişe annen, Fatıma ablan, Hasan ile Hüseyin de kardeşlerin olsun, ister misin?” demişti.
Sonra da o yetimi alıp, hane-i saadetlerine götürmüş, yedirmiş içirmiş ve güzelce giydirmişti.
Daha sonra “İsmim Büceyr” diyen bu yetime Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) “Artık senin adın Beşir olsun” buyurmuştu. Beşir, oynayan çocukların yanına döndüğünde artık gülüyor ve bayram ediyordu.
Bu bayramda, yine binlerce çocuk yetim ve öksüz. Hürriyetini yitirmiş, esarete düşmüş, mazlumiyet ve mağduriyet yaşayan on binlerce arkadaşımızın çocukları Beşir gibi garip. Analarla dolu, burcu burcu, pühür pühür şefkatin tüttüğü Anadolu.. analarla dolu o ülke, ağlayan analar, çığlık çığlık bağıran çocuklarla dolu şimdi… Ve bunlardan ayrı düşmüş, cüdâ düşmüş, inleyen masumlar…
O masumlar içleri dolu, hıçkıra hıçkıra ağlıyorlar… Kimisi babası için ağlıyor… kimisi annesi için… Kimisi de her ikisi için… Dilini yutmuş; annesi ve babası için hıçkırığı içinde düğümlenmiş çocuklar…
Zindanlarda hastalıklara yenik düşmüş, beyin kanamasından gitmiş, kalbi durmuş, işkenceyle katledilmiş dünya kadar insanın masum çocukları…
“Ey ‘Gönlü mahzunların yanındayım!’ buyuran Rabbimiz! Hâlihazırda Beşirlerin gönülleri paramparça, mahzun ve kederli. Ne olur, maiyyetini bizlere ve onlara duyur! Bizi ve o masumları terk etmek suretiyle mahvettirme! Kırıklarımızı sarıp sarmala.. yaralarımızı iyileştir.. ve endişelerimizi gider!..”
Bir hadis-i şerifte buyrulduğu gibi, bayram sabahı melekler yeryüzüne inerler; sokak başlarını tutup insanlar ve cinler haricinde bütün mahlûkâtın duyabilecekleri bir seda ile:
“Ey ümmet-i Muhammed, şu anda ihsanlarını bol bol yağdıran ve en büyük günahları dahi yarlığayan Rabbinize koşun!” derler.
Mü’minler namazgâhta toplanınca, Allah (azze ve celle):
“Vazifesini güzelce yapıp ikmal eden işçinin hakkı nedir?” diye Meleklere sorar.
Onlar da:
“Ücretini tam olarak almaktır” derler. Bunun üzerine Rahmeti Sonsuz olan Rabbimiz meleklere:
“Sizi şahit tutuyorum ki, Ben kullarıma (Kurbanları, muavenetleri, hicretleri, vefaları… karşılığında) kendi rızamı ve mağfiretimi verdim.” der ve şöyle buyurur:
“Ey kullarım, ne dilerseniz benden isteyin bugün; izzet ve celâlime yemin olsun ki, âhiretiniz hesabına biriktirmek üzere ne isterseniz, mutlaka vereceğim. Dünyevî taleplerinizde de hikmetle muamele edeceğim.. Siz, hoşnut olacağım ameller yaptınız, Ben de sizden razı oldum.. Şimdi evlerinize günah ve kusurları bağışlanmış kullar olarak dönün!”
“Allah’ım, hep zikrinle yaşayıp gafletten uzak kalarak Seni sürekli yâd etme, nimetlerin karşısında Sana karşı şükür hisleriyle dopdolu olma ve hakkıyla kullukta bulunup ibadetleri en güzel şekilde yerine getirme hususlarında bize yardım et. Allah’ım, bize düşmanlık yapan politikacı, bürokrat, asker, polis, istihbaratçı, hukukçu ve diğer meslek erbabının bütününe karşı hayatın her biriminde ve dünyanın her yanında bize yardım et. Ey mutlak galip Azîz ü Cebbâr, Celil ü Kahhâr; dualarımıza icabet buyur; ümit ve beklentilerimizde bizi inkisara uğratma ve ellerimizi boş çevirme. Biz buna layık olmasak da böyle bir lütf ü kerem Senin şanındandır. Ey Erhamerrâhimîn, ey Celal ve İkrâm Sahibi!..”
“Allah’ım! Kement vurulmuş, ellerine-ayaklarına zincir vurulmuş.. hürriyetleri ellerinden alınmış, çocuklarından koparılmış, eşlerinden koparılmış mağdurlara, mazlumlara, mehcûrlara, mahrumiyet içinde, ma’zûliyet içinde yaşayanlara Sen bir ferec, bir mahreç ihsan eyle!”
“Allah’ım, asâleten Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) koruduğun gibi, ne olur, ‘Evime baskın yapacaklar, beni de derdest edip götürecekler!’ endişesiyle yaşayan o insanları da Sen sıyanet buyur!”
Bazı günler var ki, o günlerde Cenâb-ı Hakk’ın rahmet kapıları ardına kadar açılır. Mesela Arefe ve Bayram gibi… Arafat, Müzdelife ve Mina’da idrak edilen mevsim gibi…
“Yâ Rabbi! Bu ellerin Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da…Kabe’de kalkmaya liyakati yok ama orada Sana kalkan samimi ellerin yanında bunları da kabul et. Bizim isteğimiz nefsimiz adına değil; nefsimiz adına istemiyoruz istediklerimizi, ‘Bizi Cennetine koy!’ demiyoruz, ‘Huri-Gılman ver!’ demiyoruz bugün. O mazlum, o mağdur, o mehcûr kardeşlerimizi çok önemli bir esas olan hürriyetlerine, insanca yaşamalarına kavuştur!”
“Allah’ım! Sen, Efendimiz’in üç defa isteğine ‘Hayır!’ buyurmuştun; fakat Müzdelife’de isteklerini kabul buyurdun. Ne olur, orada kabul ettiklerinin istekleri arasında, bizim de bu isteğimizi kabul buyur! Ve sonra Kâbe’yi tavaf edenler, her dönüşlerinde günahlarından bir kısmını dökenler, orada aklanan-pâklanan insanlar arasında, ne olur, lütuf, rahmet ve teveccühünle bu mağdurlara, bu mazlumlara da lütfunla teveccüh buyur. Biz biliyoruz ki, Sen’in yaptığın her şeyde bir hikmet vardır! Bu imtihanları, bizi arındırmak için yapıyorsun, bizi dünya ile entegrasyona geçirmek adına yapıyorsun, dünyanın değişik yerlerine, o hak ve hakikat bayrağını/sancağını/livâsını dalgalandırmak için dağıtıyorsun. Sen, bunun için yapıyorsun, boşuna değildir, her işte hikmetin vardır Sen’in. Bize de bu mevzuda sabr-ı cemil ihsan eyle!”
Allah’ım! Bu Arefe ve Bayramda da Senin mazlum kulların için yine yana yakıla inleyip dua ediyoruz. “Bunlar çok çektiler, hakiki bayramı vereyim de bunları razı edeyim.” diyeceğin günün ümidiyle kaldırıyoruz ellerimizi. Böyle bir müjdenin şerefesinde miyiz, arefesinde miyiz, arefeyi bayrama bağlayan gecesinde miyiz? Onu bilemiyoruz. Yalnız bizi hizlana, hicrana maruz bırakmayacağın ümidiyle yaşıyoruz!
Allah’ım! Kurban Bayramımızı bütün samimi insanlara lütfedeceğin gerçek bir bayramla hayırlı, bereketli ve mübarek eyle!.. Âmin.