HÜSEYİN ODABAŞI
Devlet nedir, ne işe yarar veya ne değildir diye çok yazıldı çizildi, kafa yoruldu, beyin patlatıldı. Tarihten günümüze çok şey değişti başkalaştı fakat devlet gerçeği değişmedi. Monarşi, oligarşi, krallık, sultanlık derken günümüze kadar geldik. 1999, 2 binli yıllarda Abant toplantıları oldu. Demokrasi, insan hakları, hukuk azınlık hakları gibi konular ele alındı. Hangi konu ele alınsa her konu bir türlü devlet mefhumuna uğrayıp geçiyordu. “Bütün yollar Roma'ya çıkması” gibi pek çok konu bir yolunu bulup devlete çıkıyordu. Anlatılan hikâyeye göre;
Ayıya demişler 10 tane şiir yaz. Birinci şiirini armutların çeşitleri üzerine yazmış. İkincisini armudun saplarına ayırmış. Üçüncü şiirini armut ağaçlarına tahsis etmiş. Dördüncü şiirini armutların tadı üzerinde tahsis etmiş. On şiirin onu da neticede gidip dayandığı konu armut... Temsilde hata olmaz insan ve toplum üzerine hangi konuyu ele alsak hemen her konunun devlete bakan bir yönü, bir veçhesi bir ilgisi vardır. Abant toplantılarındaki konular da toplantılar ve bildiri yayınlayanlar değişik değişik olsa da neticede ana tema devletti.
Abant toplantılarında ele alınan en önemli konulardan biri devletin kutsal olup olmamasıydı. Yani kutsal olan devletin aleyhinde konuşulmaz, ona yanlış yapılmaz, ona olan bağlılık ilahi boyutlu olduğundan itaatsizlik en büyük günah ve bühtandır. Devlete karşı yapılan bir hatanın kanunlara dayalı dünyevi cezası olsa da kutsala ihanet muamelesi görür. Hainler mezarlığına bile gömülebilirsiniz. Kim devletin aleyhinde olursa büyük bir uğursuzluğa maruz kalır ve alimallah iki cihanda çarpılır; iki yakası bir araya gelmez. Dolaysıyla en büyük sevap hizmet görmesen de devlete hizmet, kanunlara riayet ve vazifeyi ikmaldir. Allah katında da en makbul kul devletin emrinden çıkmayan kuldur.
Ayrıca devletin akla mantığa hatta kanunlara uymayan işlerinden hesap sorulamaz. Bilakis O hesap sorar. Haksızlığa uğrayan bireyin hesap sorması hakkını araması asilik, bağilik ve tağiliktir. Ne bela gelirse devletten büyük bir teslimiyetle sineye çekilmelidir. Onun her yaptığı mutlak doğrudur. Sorgulanamaz. Devlet adına dendiğinde her kötü fiil ve amel kahramanlık, cesaret ve fedakarlığa dönüşür. Devlet, kendi bekası adına her türlü canlının bekasını söndürme hakkına sahiptir. Fail-i meçhul cinayetler onun adına ancak onun ismiyle işlenebilir. Vatandaşlar fani, devlet ise bakidir. O rızık kapısı hatta rızkın kaynağıdır. Kendine itaat eden kullarına ikramı boldur. Başkaldıran asilerin de gözünün yaşına bakmaz onları fakr-u zarurete atar. Onun gönlünü yapanlara cennet gibi sarayları, asi ve hainlere cehennem gibi hapishaneleri vardır.
Devlet her şeyi bilir ve herkesten her şeyden haberdardır. İstihbaratıyla nerdeyse kalbimizin derinliklerinden geçenleri dahi bilir. Yerin kulağı onun ise üzerimize bizi daima takip eden gözleri vardır; rakiptir. Eğer bir devlet tam bir diktayla idare ediliyorsa yatak odamızdaki konuşmalarımız dahi onun bilgisi dışında değildir. Bu ve buna benzer özellikleriyle George Orwell, 1984 kitabında bahsettiği devlet her şeyiyle ilahi ve kutsal sıfatlar taşır.
Devlet sahibi olmak veya devletin kendisi tabi ki bir ihtiyaçtır. Bir topluluğun düşmanlarından başka türlü korunması mümkün olmaz. Devletimiz ve ordumuz olmalıdır. Korunma ihtiyacını giderecek temel yaşam alan ve müesseselerini meydana getirecek organizeyi her millet yapmalıdır. Toplumun huzurlu yaşayabilmeleri ve birbirlerinin hakkına hukukuna tecavüzü engellemek maksadıyla devlet adına yetkili olan kadılara, hakimlere veya mahkemelere ihtiyaç vardır.
Fakat toplumdan ya atanarak veya seçilerek bu yetkiyi alanların meydana getirdiği bu devlet organizesini abartıp da ilahi bir boyut kazandırmamak ve kutsallık kesinlikle atfetmemek gerekir. Yani başımıza ilah veya put atamıyoruz, seçmiyoruz. Çünkü gücü ele geçiren insan doğası itibarıyla kutsallaşabilir, insan üstü bir hal alabilir. Zira tarih Hitlerden Firavunlara oradan Nemrutlardan Sadam’a kadar kendini ilah sanan kötü örnekleriyle doludur.
Evet, bazen devletin veya idarecilerinin kutsalların üstüne çıktığı da olur. Bu çarpık durumu bundan 6 veya 7 sene önce aslen imam (dini bir okul bitirmiş) olan Sakarya milletvekili ete kemiğe büründürerek ifade etti. O milletvekilinin asılının hoca olması devlet putun daha da görünür hale getirdi. Bizim bir türlü söylemek isteyip de diyk-ı elfazdan ifade de aciz kaldığımızı Erdoğan'ın üzerinden dini literatürü de kullanarak bir çırpıda ifade etti. Devletin tapılan bir put, totem, tağut haline getirildiği gerçeğini ayan beyan ortaya koydu: “Başımızdaki lider olan Erdoğan’da Allah’ın bütün sıfatları var.” dedi. Tahminen 2014 yılında söylenen ve bir türlü tekzip edilmeyen bu tür sözlerle Türk Devleti totemleşti ve daha yoğun bir şirk atmosferine girdi.
Taklid-i iman sahibi cemaatlerin, tarikatların ve halk topluluklarının niyet ve nazarı ile totemleşmeye devam eden bu çarpık inanış 6 Şubat depremine kadar devam etti. Allah’ın yeryüzünü sallaması karşısında gözümüzde büyüttüğümüz devlet putunun ne derece aciz ve güçsüz olduğunu anladık. Allah'ın sıfatlarına sahip diye sandığımız idarecilerin birer aciz ve zayıf bizim gibi insanlar olduğunu bir kere daha idrak ettik. Allah'ın sıfatlarını devlette veya onu idare edenlerde var saymanın ne büyük bir yanılgı, bühtan, şirk ve sapıklık olduğunu anladık, inşaallah!
Depremin daha büyüğü olan kıyamet sonrası ruhlarımızın derinliğine ve iliklerimize kadar hissedeceğimiz O ilahi beyanın sesini daha şimdiden duyar gibi olduk: “O gün, orta yere (insanlar kabirlerinden) çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah’a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar): "Bugün mülk kimindir?
Bir olan, Kahhar olan Allah’ındır." (Mü’min, 16)
Velhasıl, devlet ve millet düşmanı kesinlikle değiliz. Fakat devletin abartılıp da onda ilahi bir güç vehmetmeyi ve Allah’tan bekleyeceklerimizi devletten bekler hale gelmeyi de hem inancımız hem dünyevi işlerimiz açısından sakıncalı buluyoruz. Çünkü tanrısal güçlere sahip olduğunu düşünerek tiranlaşan idareciler ilk önce belki de daha çok dünyamıza zara verirler.